GÜNDEM
Dr. Birep AYGÜN
Işık
Üni. Moleküler Genetik ve Biyotek Uzm.
Tarım, Biyoteknoloji
ve Kalkınma
Tarım bilimleri ve teknolojilerinin, sürdürebilir
kalkınma ve yoksullukla mücadeledeki rolü giderek daha belirginleşirken,
Ocak ayı sonunda Dünya Bankası Başkanı James D. Wolfensohn ve
kurmayları, tarım sektörünün öncü işadamları ile biraraya gelerek
bu diyalog ortamını daha da pekiştirdi. Benzer bir buluşmanın,
önümüzdeki bahar aylarında Öncü Sivil Toplum Örgütleri (CSO) ve
dava savunucusu Hükümet Dışı Organizasyonlar (NGO) ile de tekrarlanması
bekleniyor.
Bir süre önce Dünya Sağlık Örgütü (WHO), BM Çevre Programı (UNEP),
Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), BM Kalkınma Programı (UNDP) ve Dünya
Bankası'nın da aralarında olduğu bazı uluslararası örgütler, Tarım
Bilimleri ve Teknolojileri konusunda yedi ay süren çok - paydaşlı
bir danışma kurulunun çalışmaları sonunda, tavsiye edildiği üzere,
2015 küresel kalkınma hedeflerine ulaşmak için güçbirliği yapma
kararı aldılar. Budapeşte Deklarasyonu ile de altı çizildiği üzere,
yerel ve kurumsal bilgilerin birleştirilmesi, tarım sektöründe
yeni ortaklılar ve işbirliği modellerinin geliştirilmesi ve 2.5
yıl sürmesi planlanan uluslararası bir değerlendirme araştırması
ile Tarım Bilimleri ve Teknolojileri'nin kırsal kalkınma ve fakirliği
azaltmaya katkıları ortaya konulmaya çalışılacak. Araştırma hem
konvansiyonel, hem de yeni (potansiyel) tarım teknolojilerinin
başta ekonomi, çevre, sağlık ve sosyal konulara (cinsiyet ayrımcılığı
gibi) etkilerine odaklanacak.
AB de farkında
Benzer bir girişim geçen yıl Avrupa'da da hayata geçti. Avrupa
Yaşam Bilimleri Grubu'nun (EGLS) desteği ile Avrupa Komisyonu
tarafından düzenlenen "Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Sürdürülebilir
Tarım: Yaşam Bilimleri Ve Biyoteknoloji Seçenekleri" başlıklı,
iki gün süren bir konferansta mevcut tarımsal uygulamaların verim(siz)liliği
ve uzun vadeli etkilerinin yanı sıra, biyoteknolojik yöntemlerin
özellikle gelişmekte olan ülkelerde "sürdürü-lebilir tarım"
süreçlerine etkisi ve katkıları tartışıldı. Toplantının sonunda
EGLS, AB ile diğer (gelişmekte olan) ülkeler arasında yaygın bir
işbirliği ağı oluşturulması, gıda güvenliği, gıda güvenilirliği
ve sürdürülebilir, etkin, çevre dostu, hesaplı yeni (biyo)teknolojilerin
geliştirilmesi, aktarılması ve paylaşılması konusunda duyarlılığını
ve kararlığını vurgulayan bir bildiri yayınladı.
Tarımsal ihracatının yüzde 40'ını AB üyesi ülkelere yapan, canını
dişine takarak üyelik mücadelesi veren, kalkınma ve üretimde verim
artışı için arayışları süren Türkiye, bu gelişmeleri dikkatle
ve yakından izlemeli. Bilindiği gibi AB, 1998 yılında biyoteknolojiyi
öncelikli araştırma ve faaliyet alanı olarak tanımlayan bir karar
almıştı. Gıda ürünleri ve gıda hammaddesi olarak kullanan malzeme-lerde,
genetik olarak müdahaleye uğramış organizmaların (GMO) kullanımına
gıda güveni-lirliği ve uzun vadeli etkilerin belirsizliği gibi
şüpheler sebebi ile karşı çıkan çevreci grupların ve benzer görüşteki
bazı siyasi partilerin Avrupa çapındaki yaygın ve etkin lobi faaliyetleri
sonucu bu süreç sekteye uğradı. Toplumda oluşan yaygın güvensizlik
ve isteksizlik sebebi ile AB tarımsal faaliyetlerde GMO'ların
kullanımını çok sıkı bir biçimde denetliyor. GMO içeren ürünlerin
paketlerinde açık ve görülebilir ibareler konulması şartı bir
yana, bazı Avrupa ülkelerin-de bu tür ürünler hâlâ raflarda istenmiyor.
Her şeye rağmen AB, hastalıklar ve açlıkla dünya çapında mücadelede,
biyoteknolojinin önemli ve vazgeçilmez bir teknolojik yöntem olduğu
görüşünü ısrarla savunuyor. Ayrıca Ara-lık 2002'de yayınladığı
yeni yaşam bilimleri poli-tika stratejileri de biyoteknolojinin
daha etkin ve yaygın bir biçimde kullanımını öngörüyor. AB çapında
eşgüdümlü bir yapılanma ile "biyotek-noloji", Lizbon
kararları uyarınca ilan edilen 2010 AB Toplumu hedefine ulaşmada,
kalkınma ve rekabetçi ekonominin vazgeçilmez faaliyet alanlarından
biri olarak ilan ediliyor. Avrupa Komisyonu'na 2003 yılının sonunda
sunduğu ilk değerlendirme raporunda EGLS, bu stratejik alanda
daha çok yatırım ve bilgilendirmeye ihtiyaç olduğunun altını çiziyor.
Dünya ikiye bölündü
Tarımda biyoteknoloji uygulamalarından ABD, Avustralya, Arjantin,
Brezilya gibi ülkelerde yaygın biçimde yararlanılıyor. ABD'nin
arka bahçesi gibi kabul edilebilecek Latin Amerika ülkeleri bu
teknolojiye sıcak bakarken, kapı komşusu Meksika'da ise durum
çok farklı. Yeni yürürlüğe giren bir yasa, genetik müdahale yolu
ile bitki ve hayvanlarda ıslah ve geliştirme çalışması yapan bilimadamlarına
hapis cezası verilmesini dahi öngörüyor. Daha önceleri AB'ye yakın
ve dolayısıyla biyoteknolojiye uzak duran bazı Afrika ülkeleri
de özellikle açlık ve yoksullukla mücadelede kısa dönemde yüksek
ve kaliteli verim imkanı sağlayacağına inandığı biyoteknolojik
yöntemleri artık yürürlüğe sok-mak istiyor. Benzer bir biçimde
iki yükselen de-ğer, Çin ve Hindistan, stratejik biyoteknoloji
planlarını yapmış ve devreye sokmuş durumda.
Ya Türkiye?
21. yüzyıla girerken ihtiyacı olan tarım reformunu henüz gerçekleştirememiş
olan Türkiye, şimdilik tarımsal üretim politikaları konusunda,
diğer pek çok alanda olduğu gibi, net bir yol haritası çizmiş
değil. Üretici kadar, tüketici de bütün bu gelişmelerden uzak
yaşıyor. Oysa ekonomik kalkınma ve yoksullukla mücadelede tarım
sektörünün oynayacağı önemli rolü gözardı etmemeliyiz.
Ülkemiz özkaynaklarına baktığımızda ülke tarımının hem ulusal
hem de uluslararası düzeyde daha rekabetçi olması gerekliliğini
görüyoruz. Rekabetin teşviği içinse bilgilendirme, yeni teknolojilerin
tanıtımı ve planlı üretimle desteklenen tarım politikaları gerekiyor.
Konvansiyonel yöntemlerin yeterli veya verimli olmadığı durumlarda,
yeni (biyoteknolojik) uygulamalara yer açan ve pazar geliştiren
stratejilere yönelmek gerekebilir. Bu stratejinin bir ayağı da
bilimsel ve teknolojik araştırmaların direk ve dolaylı etkilerini
toplumla paylaşmak olmak zorunda. Ülke tarımına yapılacak en büyük
katkı, gelir desteği değil, bilgi desteği olacak. Gıda güvenliği
ve denetim mekanizmaları söz konusu olduğunda ise, haberler o
kadar kötü değil. GMO'ların ülkeye girişi, alan denemeleri, risk
analizleri konusunda mevzuat çalışmaları devam ediyor. Ulusal
Biyogüvenlik Sistemi'nin oluşturulması için de başlatılan bir
süreç var. Gıda güvenliği, gıda güvenilirliği, zirai üretim ve
dış ticaret faaliyetlerimizin yanı sıra, halkımızın sağlığı ve
tüketici haklarını da yakından ilgilendiren bu güncel konuda tüm
paydaşlara önemli görevler düşüyor.
Ne yapmalıyız?
Tarımsal (biyo)teknoloji uygulamaları için gözetilmesi gereken
en önemli unsur, giderek artan güvenlik, sosyo-ekonomik kalkınma,
uluslararası ticaret gibi farklı taleplere doğru cevapları vermesidir.
Yeni teknolojilere geçişte tüm toplumlarda yaşanan, alışkanlıktan
doğan sosyal direncin yanısıra, özellikle genetik olarak müdahale
edilmiş gıda ve gıda hammaddesi ürünlerine karşı Avrupa ülkelerinden
başlayarak yayılan tepki de gözardı edilmemelidir. Bu noktada
etik bakış açısı ile sosyo-ekonomik gereklilikler arasında bir
anlaşmaya gidilmesi gerekiyor. Burada esas olan, yeni bir teknolojiyi,
sadece etkisini bütünüyle kestiremediğimiz için topyekun reddetmek
değil, etkin, yaygın ve bilimsel bir izleme ve denetim mekanizmasının
geliştirilmesi için çaba göstermek gerekliliğidir.
Böyle bir yaklaşım ayrıca biyolojik güvenilirlik ile ilgili
yasa ve uygulamaların geliştirilmesini de hızlandıracaktır. Unutulmamalıdır
ki genetik özkaynaklarının korunması, çeşitliliği ve sürdürülebilir
kullanımının gözetilmesi, sürdürülebilir tarım için esastır. Böyle
bir denetim, genetik olarak müdahale edilmiş türlerin insan sağlığına
ve çevreye oluşturduğu risk tehdidinin doğru tespit edilmesi ve
fayda/zarar belirlemeleri için de zorunludur. Bu süreçte en önemli
ve değişmez tutum, paydaşların bilgi edinme ve tercih yapma hakkının
gözetilmesi olmalıdır.
Yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen, yurdumuz insanının yüzlerce
yıllık toprak aşinalığı, konusunda uzman mevcut bilimsel kadroları
ve girişimci yapısı, üretici eğitimi, doğru bilgilendirme ve etkin
denetim ile birleştiğinde, ülkemiz tarım sektörünün hızlı bir
biçimde toparlanması hiç de zor olmayacak.
Burada unutmamamız gereken en önemli olgu, tüm dünyada tarım
sektörü salt bir kamu faaliyeti olmaktan çıkıp, kamu, özel sektör
ve sivil toplum örgütleriyle çokpaydaşlı bir yapıya bürünürken,
bizim de bu dönüşümü gerçekleştirmek zorunda oluşumuzdur. Her
şey bir yana, devlet baba gelip bizi kurtaracak diye beklemek
yerine köyümüze dönmeli, dört ortak bir şirket kurup parsellerimizi
birleştirmeli, toprağımızı ekip sonra da internet üstünden satış
yapmalıyız. 21. yüzyılın "çiftçi" modeli bu olmalıdır.
|
GÜNDEM
>>
Don,
sel, kuraklık; tarıma doğa darbesi
>>
II.
Tarım Şurası
>>
22 Kuruluştan Başbakan Erdoğan'a açık mektup
>>
Ekonomi büyüyor, tarım küçülüyor
>>
Ulusal Süt Konseyi tasarısı yasalaşmayı bekliyor
>>
Tarım, biyoteknoloji ve kalkınma
>>
Erozyon
>>
İklim değişikliği ozon tabakasını bozuyor

ANA
SAYFAYA DÖN


|