GÜNDEM
Sistemden Şikayetçiyiz
“TürkTed” başkanı olarak geçtiğimiz ay Hasad dergisinde
yayınlanan demecimin kesinlikle bir kurumu, kuruluşu ve onun değerli
mensuplarını hedef almak gibi bir niyetimin olamayacağına ve olmadığına
inanmanızı dilerim.
Dile getirmeye çalıştığım sektör görüşleri yıllardır her platformda
dernek sözcüleri tarafından işleyişinden şikayetçi olunup, beraberce
tartışıldıktan sonra sektörün önünü açacak gerekli değişikliklerin
yapılmasını istediğimiz ancak kesinlikle tartışmayı ve değiştirmeyi
başaramadığımız ve bugün gelinen noktada “yeni karantina yönetmeliği”
aracılığı ile sektörümüzü ölüm noktasına getiren bir “sistem”
ile ilgilidir.
Ülkemizi ve reel sektörünü ekonomik olarak yıkan, özelinde ise
hâlâ halkının % 40'ının geçim kaynağı olan Türk tarımını tamamen
dışa bağımlı, üretemeyen, ürettiğini satamayan ve gittikçe fakirleştirip
ele güne muhtaç hale getiren, halkını ve özel sektörü hep yanlış
yapmaya hazır, beceriksiz ve başı boş bırakılmaya gelmez olarak
değerlendirerek, sürekli bürokrasi tarafından denetlenmesi, korunması
ve idare edilmesi gereken bir kitle olarak gören “sistem”dir!
Ülkesinin gerçeklerinden vatandaşının beklentilerin-den habersiz,
dünya ölçeğinde gelişmiş ülkelerin sistemlerinden uzak, kapalı
kapılar arkasında oluşturulan doğruları tek doğru kabul edip,
vatandaşlarına dayatmaya kalkan, henüz ülkemizde özel sektörün
girişimci ve katma değer yaratan rolünü kavrayamamış, kamunun
ise bu dinamik gücün engellenmeden beraberce saptanacak makro
hedeflere doğru verimli hareketini sağlayacak yasal düzenlemeleri
yapmak ve işleyişi denetlemek görevi ile hareket etmesi gerektiğini
kabul edemeyen “sistem”dir!
Bu şikâyetçi olduğumuz ve değiştiremediğimiz “sistem” sonucunda
Konya ilimizin Kula ilçesinden ufak Hollanda isimli ülke, koskoca
Türkiye'mizin milli gelirinden fazla, 225 milyar dolar ihracat
yapmakta ve bu rakam içerisinde tarım ürünleri önemli bir yer
tutmaktadır. Ve ne yazık ki, yıllık kişi başına düşen milli gelirimiz
2.500 USD'yi senelerdir aşamamaktadır.
Görev bilinci ile çalışan birçok Araştırma Enstitüsü mensubu kamu
görevlisini istemeden üzen bu demeçlerin arkasında zaten ülkemizin
öngörülemeyen günlük ekonomik krizleri ve gittikçe fakirleşen
tarım sektörü ile boğuşan, işini ve yarattığı istihdamı korumaya
çalışan dürüst Türk yatırımcısının, esas can alıcı işlerini bırakarak
günlerini acımasız bürokratik “sistem” ile mücadele etmesinin
yarattığı yılgınlık ve isyan bulunmaktadır. Ayrıca sektör mensubu
bir çok yöneticimizin de sürekli yabancılar ile ilişki içerisinde
olup, onların kendi bürokrasilerinden gördükleri yardımları tanıyıp,
yaşadıkça bu isyan hali daha da artmaktadır.
Devletine karşı yükümlülüklerini yerine getiren her Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı gibi sektörü temsil etmek amacı ile seçilmiş bulunan
bizlerin de ülkemizin ve sektörümüzün geri kalmasının nedeni olarak
gördüğümüz konularda fikirlerimizi söylemek ve iyi çalışmayan
“sistemi” değiştirmek istememizi doğal karşılamanızı ve aksayan
konular üzerinde hep beraber daha az duygusal, daha gerçekçi durmamız
gerektiğini düşünüyorum.
Bu vesile ile ülkemizi ve sektörümüzü hissiyatın ve kavganın değil,
ortak akıl ve elbirliği ile aynı hedefe yönelik çalışmanın geliştireceğine
olan inancımı yeniler, senelerdir göz önüne alınmayan, çözüm üretilmeyen
sorunlarımıza ve sektör görüşlerimize daha demokrat, daha anlayışlı
ve işbirliğine yönelik bir şekilde bakmanızı ve çektiğimiz sıkıntıları
anlamanızı umarım.
Görüşlerimiz ile ilgili olarak hassasiyet gösteren Sayın “Zirai
Araştırma Enstitüleri * - ZAE” çalışanı dostlarımızın “sisteme”
biraz da değişik bir açıdan yani Reel Sektör gözlüğü ile bakmalarını
ve yıllardır dile getirdiğimiz ancak bir türlü çözüm bulunamayan
aşağıda sıralayacağımız sorulara gerçekçi ve adil cevaplar vermelerini
beklemekteyim:
1. ZAE'lerinin temel görevi ülkemiz tarımsal üretimini ileriye
götürecek genetik materyal geliştirmek, ekim - dikim teknikleri
geliştirmek, üretimi engelleyecek veya azaltacak hastalık etmenlerini
belirlemek, bunlarla mücadele yollarını saptamak, yani üreticilerin
sorunlarını çözecek araştırmalar yapmak mıdır, yoksa analiz laboratuarı
görevi mi yapmaktır?
Son 3 yıldır Sayın Bakan dahil tüm yetkililere, kontrol işlemlerini
yapacak ve konusunda dünya çapında söz sahibi en fazla 2 adet
özel ihtisas laboratuarının kurulması gerektiğini, bunlarla ilgili
AB kaynaklarından da yardım alınabileceği bildirilmesine karşın,
bu konuda en ufak bir tartışma dahi açılmasını sağlayamadık.
Kullanılan metodların maliyeti ile firmalardan tahsil edilen analiz
bedelleri arasındaki fahiş farkları bilen sektör mensuplarının,
bu bedellerin devletimizin bütçe kontrolleri dışındaki döner sermaye
sistemini beslediğini düşünmeleri insafsızlık mıdır? Kaldı ki
2001 yılında yapılan Tohumculuk Danışma toplantısında Sayın Gökalp,
devletin vergi toplayamadığını, kaynak aktaramadığını ve bu artan
analiz ücretlerinin biraz da bu şekilde görülmesi gerektiğini
açıklıkla söylediğine göre “döner sermaye'ye katkı” ifadem sadece
bizim düşüncemiz olmayıp, en yetkili kişilerin de düşüncesidir.
2. ZAE'lerinin karantina konusundaki asli görevlerinden en önemlisinin
ülkemizde gözlemler (survey) yaparak tarımsal üretimi olumsuz
etkileyecek etmenleri saptamak (teşhis) ve bunlarla mücadele şekillerini
(tedavi) üreticilere duyurmak ise, son senelerde somut olarak
neler saptanmış ve üreticilere nasıl duyurulmuştur?
Sebze tüketimi konusunda halkımızı tedirgin eden, hem dış satımın
hem iç tüketimin azalması sonucu özellikle örtü altı sebze üretimine
büyük darbe vuran ilaç kalıntıları ve hormon etkileri konularında
kamu oyunu ve üreticileri aydınlatmak için neler yapılmış ve yapılmaktadır?
Doğal olarak ZAE içerisinde mutlaka münferit olarak gayet özverili
ve başarılı çalışmalar yapan kişiler bulunmaktadır, ancak lütfen
ellerimizi vicdanımıza koyalım ve “sistem”in temel sorunlar ile
mi, yoksa kolaya kaçarak, bu tür rutin analizler ile mi uğraştığını
irdeleyelim; özeleştiri yapabilmek için şu soruyu cevaplamalıyız:
uzman ve eleman sayısı ile yapılan işlerin verimi arasında sizleri
de memnun edecek bir bağlantı kurulabilinir mi?
Hastalıkların saptanması ve bitki koruma konularında yetiştiriciler
nezdinde en büyük çalışmayı tohum firmalarının 3.000 civarındaki
teknik elemanlarının yaptığını sektör olarak göğsümüzü gererek
iddia ediyor ve bu konuda etkinlik ölçüsü olarak yetiştiriciler
tabanında yapılacak ortak bir anket çalışmasına her zaman hazır
olduğumuzu bildiririm.
3. Analiz konusunda ZAE'lerin esas yapmaları gereken, dünya ölçeğinde
gelişmiş ülkelerde kabul görmüş analiz metodlarının ülkemize getirilmesi
veya yerel şartlarımıza uygulanması üzerine çalışmak, bu metodların
etkinlik ve doğruluk paylarının incelenmesi değil midir?
Bakteri ve virüs tayininde tıpta geniş bir şekilde kullanılan
ELISA metodunun, dezenfekte edilmiş tohumluklar konusunda doğru
sonucu vermediğinin bilinmesine ve T.TED tarafından bu eksikliğin
bir çok kez gündeme getirilmesine karşın niçin tek metod olarak
kullanımında israr edildiği ve bu uygulama sonucunda üyemiz bir
çok firmanın belki de haksız yere mağdur edildiği niçin kabul
edilmemektedir?
4. Kullanılan analiz metodunun (ELISA metodunda kullanılan antikor
kitlerinin) ve analizlerde kullanılan numune tohumluk miktarlarının
nasıl saptandığı, her analizde ne kadar tohum kullanıldığı, bu
miktarların uygulanan metod açısından güvenilirlik yüzdesinin
ne kadar olduğu gibi, bu ve benzeri teknik veriler analiz sonuçlarının
parasal açıdan doğrudan etkilediği firmalara niçin açıkça bildirilmemektedir?
Açıklık olmayan bir “sistem”den mağdur olan kişilerin çaresizlik
içerisinde sistemden şikayet etmeye hakları yok mudur?
5. Bulaşık olduğu saptanan tohumluklar ile ilgili firmalarımıza
yapılan bildirim (ki bu bildirim de ancak firma talep ederse yapılmaktadır)
özensiz bir kağıda okunması çoğu kez olanaksız bir el yazısı ve
sadece hastalık etmeninin adını içeren bir şekilde yazılmaktadır
(burada değişik enstitülerin farklı format kullandıklarını belirtmeliyim).
Bu bildirim sonucunda yabancı firmadan tohum getiren üyemizin,
muhatabı firmaya on binlerce doları bulan itilaflar ile ilgili
olarak haklılığını, devletimizi ve yapılan işin ciddiyetini küçük
düşüren, hiçbir bilimsel açıklama içermeyen bir biçimde ispatlamaya
çalışması kabul edilebilinir mi?
Bu iletişim şekli karşısında öz ile biçim arasındaki bağlantıya
inanan üyelerimizin işlemlerde özensiz davranıldığını düşünmeleri
yanlış mıdır?
6. Yazıda analizlerin “yalan - yanlış” yapıldığı şeklinde ifade
bulan fikirlerimizi üye firmalarımızın bizlere bildirdiği gerek
ülkemizde iki ayrı laboratuarda, gerekse yurt dışındaki laboratuarlar
ile yapılan paralel analizlerde elde edilen çelişkili sonuçlar
oluşturmuştur. Doğal olarak yukarıda değindiğimiz metodların ve
güvenilirliklerinin belirli ve aynı olmadığı analiz sonuçlarından
hareketle bu tür sonuçlara varmanın ne kadar anlamsız olduğu açık
bile olsa, gene açıklık ve iletişim eksikliği bu sonuçlardan zarar
gören sektör mensuplarını bu tür düşüncelere yönlendirmektedir.
7. Ülkemizin devlet olarak altına imza atıp yükümlülük altına
girdiği bir çok uluslar arası sözleşmelerin varlığına karşın,
bitkilerin pasaportu sayılan “uluslararası bitki sağlığı sertifikasına”
itibar edilmeyerek, ülkemize yasal yollardan giren her tohumluktan
numune alınarak analize tabi tutulduğu “sistem”de, uygulama mağduru
durumundaki sektör tarafından nedeninin bilinmesine nasıl karşı
olunur?
Bu uygulamanın hangi amaçla savunulduğunun nedenini bilmek istememiz
niçin kararları verenleri ve uygulayanları rahatsız etmektedir?
Niçin ülkemizden AB'ne mısır tohumluğu ihraç ederken onlar bizim
sertifikalara itibar ediyorlar da, biz onlardan satın alırken
tersini yapabiliyoruz?
Niçin diğer ülkelerde uygulandığı gibi tesadüf usulü kontrol yapılmadığını
veya sadece karantina enspektörlerinin şüpheli gördükleri durumlarda
kontrol yapılmadığını öğrenmek istememiz haksız bir istek midir?
Niçin tohum firmalarına hem yurt dışında, hem de yurt içerisinde
aynı analiz için 2 kez para (hem tohum bedeli, hem analiz ücreti
olarak) ödetilmektedir?
Yurt dışından verilen sertifikalara itibar edilmeyecek ise niçin
dış alım esnasında bu sertifikalar istenmektedir?
Hal böyleyken bu durumun 2 kez ödemeyi yapanlar tarafından ek
vergi diye nitelenmesine niçin alınganlık gösteriliyor?
8. Eğer tohumluklar ile bulaştığına inanılan etmenler bu kadar
önemli ve yaygın ise, niçin yurt içerisinde üretilen ve çoğaltılan
tohumluklar ile ilgili hiçbir karantina uygulaması bulunmamaktadır?
Eğer bilimsellik esas ise ve böyle bir tehlike var ise, “sistem”
ve savunucuları TürkTed yönetiminin bir çok kez gündeme getirmesine
karşın, örneğin:
a. Niçin hiçbir kaydı ve kontrolü bulunmayan “çırçır” fabrikalarının
kaynağı belirsiz çiğitleri pamuk tohumluğu olarak satmasına,
b. Niçin bir çok kayıtsız üreticinin küskütlü yonca tarlalarından
kontrolsüz bir şekilde elde ettikleri yonca tohumluklarını çuvallayıp
korkusuzca satmalarına, göz yumulmaktadır?
Bu çifte standardı görüp, yaşayan sektörün bu duruma isyan etmesi
ve uygulamayı “militanlık” olarak nitelendirmesi niçin yadırganmaktadır?
9. Türk çiftçisi son 10 yıldır sürekli kan kaybetmekte ve Anadolu'yu
sürekli dolaşan kişilerin gayet net gözlemleyebildiği gibi artan
bir şekilde pahalı girdi gerektiren ürünlerden kaçarak hububat
üretimine yönelmektedir. Buna karşın üye firmalarımızın üstün
gayretleri ve TTSM'nin büyük desteği sayesinde ülkemiz hibrid
mısır ve ayçiçeği ile pamuk tohumluğunda artan bir dış satım şansı
yakalamıştır (2002 yılı için yaklaşık bedel 20 milyon dolar).
Bu bedelin yaklaşık % 60'ı sözleşmeli üretim yapan yetiştiricilere
garantili bir şekilde tüm üretim sezonu boyunca ödenmektedir.
Ancak “sistem” son 3 senedir ülkemize üretim amaçlı gelen ebeveyn
hatlarını dahi karantina analizine tabi tutmaktadır.
|
GÜNDEM
>>
Çiftçiye
destek paketi çıktı
>>
GAP'ta
ürün deseni değişecek
>>
Üretici, buğday hasadına ithalatın gölgesinde başlıyor
>>
Tütünde
fiyasko
>>
Zeytin ağaçlarında "solgunluk" tehlikesi
>>
Yeni AB üyelerinden ilk darbeyi zeytinde yedik
>>
Mısırın paydaşları biraraya geldi
>>
Sistemden şikayetçiyiz
>>
Destekleme
primleri belirlendi
>>
Dünya tarımından biz de
binde 7 pay alıyoruz
>>
Türk
kirazı dünya pazarında

ANA
SAYFAYA DÖN

TürkTed olarak 3 yıldır her ortamda bu uygulamanın anlamsızlığını
ve ülkemize verebileceği zararları anlatmamıza karşın hiçbir değişiklik
sağlayamadık!
Bu uygulama zararlıdır, çünkü:
a. Islah edilmiş hatlar her tohum şirketinin genetik sermayesi
olup, bunların başkasının eline geçmesi en çok korktukları şeydir,
b. Bu nedenle modern çeşitleri ülkemizde ürettirmekten kaçınmaktadırlar,
c. Bu hatlar çoğunlukla güney yarım kürede çoğaltılmakta ve dikimden
çok az önce ülkemize ulaştırılabilmektedir; bu durumda analiz
sürelerinin uzunluğu üreticilerin ekim tarihlerini tam olarak
kontrol edebilmelerini zorlaştırmaktadır,
d. Üretilen tohumlukların tamamı Bakanlığımıza verilen beyanname
ile parseli dahi belirli yerlere ekilmektedir; ayrıca sertifika
alınabilmesi için ilgili parseller Bakanlık elemanları tarafından
mutlaka kontrol edilmekte olup, herhangi bir hastalık gözlemlenmesi
durumunda imha edilebilmeleri olasıdır.
Bu gerçekler ışığında uygulamanın tüm itirazlarımıza karşın hiçbir
gerekçe belirtilmeden sürdürülmesi “militanlık” değilse nedir?
Bu durumda “sistemi ” art niyetli olarak adlandırmasak dahi en
hafifinden vurdumduymaz diye nitelememiz haksız mıdır?
10. Hazırlık aşamasında sektörün görüşlerine başvurulmadan geliştirilen
ve yayınlanmadan çok az önce tamamen şekil olarak TürkTed'e alelacele
görüş sorulup, tüm itirazlarımıza karşın Temmuz 2002 yılında yayınlanan
“karantina mevzuatı” uygulandığı andan itibaren ülkemizin dinamik
tohumculuk sektörünün sonunu getirecektir. Bu yönetmelik ile ülkemize
girecek tohumluklarda, dünya literatüründe bulunabilen hastalık
etmenlerinin büyük bir çoğunluğunun aranacağı belirtilmiş olup
bir çok türde ithalat tamamen durdurulacaktır.
TürkTed olarak dünya üzerinde teknik alt yapısı güvenilir, sözü
geçen tüm ülkelerin mevzuatlarını taratmaktayız. Şu ana kadar
toplayabildiğimiz kadarı ile ülkemizde uygulanmak istenen sisteme
benzer uygulama yapan hiçbir gelişmiş ülke yoktur. Bu rapor en
kısa zamanda Sayın Bakanımız dahil tüm karar mercii yetkililere
ulaştırılacaktır.
Bu aşamada 50 yıldır kamu kaynaklarını kullanan TAE'lerinin ve
daha emekleme safhasında olan özel sektör araştırıcı kuruluşlarının
Türk üreticisine sunabileceği çeşitlerin teknik seviyeleri ile
yurt dışından tedarik edilen tohumlukların teknik seviyeleri göz
önüne alındığında, “sistem”in maliyeti 50 milyon yen bir tohum
dış ticaret açığına karşın, Türk mısır üreticilerini birim alandan
% 40 daha az verim almasına veya Türk futbolcularına gene toprak
sahalarda futbol oynatmayı dayatmasına hakkının olmadığını düşünüyoruz!
Hazırlayanların dahi sonuçlarını düşünmeden, sektör ile ve son
kullanıcılar ile tartışmadan, tamamen dayatmacı bir mantık ile
kapalı kapılar arkasında almış oldukları ve sektörün ölümü yanında,
bir çok vatandaşımızı doğrudan veya dolaylı etkileyecek olan bu
yönetmeliğe isyan etmemek mümkün müdür?
Tohumculuk faaliyetinin işleyişini hiç bilmediklerinin kanıtı
olan ve sanki sektöre bir zaman kazandırmak amacı ile tohum satış
faaliyetinin en yoğun olduğu Ocak 2003'de uygulamaya sokulan (ayrıca
büyük bir sorumsuzluk ile yabancı ülkelere değişiklik bildiriminin
2002 Aralık ayının 3'ncü haftasında yapıldığı) yeni mevzuat Sayın
Bakanımızın yakın ilgisi sayesinde ertelenmiş ancak ertelemenin
yürürlüğe girdiği Mart 2003'e kadar sektörümüzü felç etmiştir.
Firmalarımızın en yetkili ve etkin kişileri yaklaşık 5 aydır esas
işlerini bırakmış ve “sistem”in başına saldığı bu bürokratik engeller
ve yabancı ortakları ile uğraşmış, zaman, enerji ve para kaybedilmiştir.
Bu davranışı sektörü bitirme amaçlı militanca bir davranış- olarak
nitelememiz çok mu haksızdır?
Bu yönetmeliğin Temmuz 2003 tarihinde de değiştirilmeden devreye
sokulması durumunda sektör tamamen öldürülecek ve tohumculuk 1985
öncesinde olduğu gibi kaçakçılara ve onların işbirlikçilerine
teslim edilecektir.
Bu duruma gücünü yasallığından alan bir sivil toplum örgütü olarak
karşı çıkmamak mümkün müdür?
Sonuç olarak, TürkTed'in temsil ettiği tohumculuk sektörü olarak
yukarıda tarifini yaptığımız ve ülkemizin gelişmesininin önündeki
en büyük engel gördüğümüz anti-demokratik “sistem”e karşıyız!
Son 20 senede ülkemiz hem geçmiş birikimlerini yemiş, hem de çocuklarının
geleceğini ipotek altına sokmuştur; bu kötü gidişi durdurmak için
sorumluluk sahibi her birey hayatını etkileyebilecek her türlü
uygulamayı sorgulamalı, yanlış gördüğü uygulamalara müdahale etmelidir.
Demokrasinin olmazsa, olmaz unsurlarından bir sivil toplum kuruluşu
olan TürkTed'in ve onu temsilen yönetim kurulunun, üyelerinin
ve ülkesinin menfaatleri için yanlış bulduğu uygulamaları gündeme
getirmek ve bunların değiştirilmesine çalışmak asli görevidir.
Dernek Başkanı olarak yönetim kurulu adına yaptığım açıklamalarda
hiçbir kişi hedef alınmamıştır, eğer istemeden TAE çalışanı uzmanları
üzdüysem kendilerinden tekrar özür dilerim.
Buna karşın Tarım Bakanlığı tarafından bugün uygulanmakta olan
ve daha da baskıcı bir duruma sokulmasına çalışılan tohumculuk
“sistem”inden şahsım ve sektör adına şikâyetçiyim.
Bu kapsamda devleti temsilen yetki verilen her bireyin yaptıklarından
ve yapamadıklarından sorumlu olmasını beklemek, devletine karşı
sorumluluklarını yerine getirerek onu vergileri ve ürettikleri
ile besleyen her bireyin, kurumun ve sektörün en doğal hakkı olduğunu
düşünüyor ve ülkemizin ilerlemesinin önündeki en büyük engel olan
“sistem”in daha demokratik, daha dinamik bir yapıya kavuşturularak,
hem kamu, hem de özel sektör çalışanlarını mutlu edecek bir işleve
kavuşturulması gerektiğine olan inancımı yineliyorum.
|