GÜNDEM

 
Yoksa Tarımımız Küçülmüyor da Çöküyor mu?

Ülkemiz ekonomisinin genel göstergelerine baktığımızda bir büyümenin olduğu görülmektedir. Geçenlerde Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı'nca yayınlanan 2004 yılı ilk çeyreğine ilişkin GSMH değerleri ekonomiden sorumlu Devlet Bakanımız Sn. Ali Babacan tarafından kamuoyuna açıklandı. Sn. Babacan sözlerinde; "Birinci çeyrek ile ilgili büyüme oranı beklentilerin çok üstündedir ve sevindirici bir gelişme olarak da yüzümüzü güldürmüştür" diyor ve ekliyor: "İlk çeyrekte gayri safi milli hasıla yüzde 12.4, gayri safi yurtiçi hasıla ise yüzde 10.1 oranında büyüdü ve bu geçtiğimiz son dört çeyreğe bakacak olursak oldukça sevindirici bir gelişmedir."

Oysa büyümenin var olmasından çok sağlıklı olup olmadığı çok daha önemli olmalıdır. Aynı dönemde dış ticaret istatistiklerine bakacak olursak 18.209 milyon USD ihracat değerimizin 2003 yılının aynı çeyreğindeki ihracata göre yüzde 29.8 oranında bir artış gösterdiğini, diğer yandan 28.627 milyon USD ithalatımızın da 2003 yılının aynı çeyreğine göre yüzde 46.2 oranında artış gösterdiğini görüyoruz. Kısaca, 2003 yılı ilk çeyreğinde görülen dış ticaret açığımız 5551 milyon USD düzeyinde iken 2004 yılı aynı dönemde bu açık 10.419 milyon USD düzeyine çıkmıştır ki, bu da dış ticaret açığımızın neredeyse yüzde 100'lük bir artış gösterdiğinin resmidir. Kısaca her geçen gün/ay/çeyrek/yıl daha çok ithal eden bir ülke olma yolunda oldukça başarılı sayılırız.

Sektörler itibarıyla gelişme istatistiklerine bakılacak olursa gerileyen tek sektör olduğunu görüyoruz; o da "tarım". Tarım sektörü katma değerinin 2004 yılı ilk çeyreğinde yüzde 7.5 oranında gerilemiş olduğu açıklandı. Tarım sektöründeki bu gerilemeye alt sektörler itibarıyla baktığımızda çiftçilik (bitkisel üretim) ve hayvancılık alt sektörü (tarım sanatları hariç) katma değerinin gerçekte yüzde 7.5 değil, yüzde 10.8 oranında gerilediği, ormancılık alt sektörünün yüzde 4.5 oranında gerilediği, balıkçılık alt sektörünün katma değerinin ise yüzde 2 oranında büyüme gösterdiği görülmektedir.

Diğer yandan, DİE tarafından yapılan açıklamada, Toptan Eşya Fiyatları Genel İndeksi'nin 2004 Haziran ayında bir önceki aya göre yüzde 1.05'lik düşüş gösterdiği belirtiliyor. Bu düşüşü de sektörler itibarıyla irdeleyecek olursak, tarım, avcılık, ormancılık ve balıkçılık sektörü genel indeksinde yüzde 8.1 oranında düşüş yaşanırken, madencilik ve taşocakçılığı sektörü genel indeksinde yüzde 8.7 artış, İmalat Sanayi Sektörü Genel İndeksi'nde yüzde 1.3 artış, Elektrik, Gaz ve Su Sektörü Genel İndeksi'nde de yüzde 0.1 artış olduğu görülecektir. Kısaca enflasyonun düşmesindeki tek etken sektörün de tarım olduğu söylenebilir. Yani tarım sektörü bir yandan üretimde daralma yaşarken, diğer yandan da çiftçinin eline geçen fiyatlar itibarıyla da düşüş göstermektedir. Devlet Bakanı Sn. Ali Babacan bir ifadesinde ekonomideki söz konusu gelişmeleri ve sıhhatli bir büyümeyi kastederek şu benzetmeyi yapmıştır: "Meyve, sebzeler vardır hormonlu, hızlı büyür ama lezzetsiz bir meyve ortaya çıkar. Bir de tarımda bu aralar önemli bir akım var, organik tarım denilen. Belki böyle çok büyük, gözalıcı değil ama oldukça sıhhatli, lezzetli... Bir benzetme yapmak gerekirse bizim son 1.5 yıldır elde ettiğimiz büyüme rakamları gerçekten çok sıhhatli ve uzun vadeli, sürdürülebilir cinsten büyümedir."

Sn. Babacan, organik tarım benzetmesi ile "tarımda ilaç, gübre, teknoloji, vb. girdilerin kullanımına, üretimi desteklemeye ve üretim artışına gerek olmadığını", sıhhat ve lezzet benzetmesi ile de "tarım sektörünü bir yandan desteksiz bırakırken, diğer yandan oldukça iştah kabartan lezzetteki sektörün birileri tarafından afiyetle yenebileceğini" ve bunun da "sürdürülebilir cinsten" olması gerektiğini filan mı söylemek istedi, pek anlaşılamadı.

2003 yılının tamamında tarım sektörü katma değeri yüzde 2.5 oranında azalırken, sanayi sektörü katma değeri yüzde 7.8, hizmet sektörü katma değeri de yüzde 6.7 oranlarında artış göstermiştir. Aynı yılda GSMH'nin yüzde 5.9 oranında bir artış gösterdiğini görüyoruz. Özellikle 2003 yılının son çeyreğinde tarım sektörünün yüzde -9.6 gibi oldukça yüksek bir oranda küçüldüğü düşündürücüdür. 2004 yılı ilk 4 ayı içinde sadece tarım ve ormancılık faaliyet alanında bir önceki yılın (2003) aynı dönemine göre ihracatta yüzde 9.9'luk bir artış meydana gelirken, ithalatta bu oran yüzde 37.5 gibi oldukça dikkate değer bir artış göstermiştir.
Tarım ve ormancılık faaliyet alanında 2003 yılı itibarıyla 2450 milyon USD ihracata karşılık 2554 milyon USD ithalat yapılmış olması, 2004 yılı ilk dört ayında ise söz konusu dış ticaret açığının sadece bu sektörde 70 milyon USD'ye ulaşması artık net tarım ürünleri ithalatı yapan bir ülke olduğumuzun bir göstergesi değil midir? Nedense yıllardır ve özellikle de 1980'li yılların başlarında Özal hükümeti ile başlayan süreçte sanayi sektörünün kalkındırılması uğrunda tarım sektörü bugüne değin sürekli olarak ihmal edilmiş, üvey evlat muamelesi görmüştür. Bu hususu somut olarak sektörler itibarıyla GSMH paylarının sabit sermaye yatırımları ile karşılaştırıldığımızda net olarak görebiliriz.

Buna göre 1963-2001 yılları arasında hizmet, sanayi ve tarım sektörlerinin GSMH'ye katkıları sırasıyla yüzde 59, yüzde 22 ve yüzde 19 olarak gerçekleşmiş, ancak aynı dönem içerisinde bu sektörlere yapılan sabit sermaye yatırım paylarının yine aynı sırayla; yüzde 63, yüzde 31 ve yüzde 6 olduğu görülmektedir. Kısaca, çok düşük sermaye yatırımlarına karşılık çok daha yüksek bir katma değer sağlama özelliğindeki tarım sektörü, GSMH'ye yüzde 19 katkısına karşılık, SSY'lerinden sadece yüzde 6'lık bir pay almıştır. Kaldı ki, sanayi üretimimizin de yaklaşık yüzde 50'sinin tarıma dayalı olduğu bilinmektedir.

Tarım sektöründe yaşanan küçülme/gerilemenin nedenleri arasında; Olumsuz hava koşullarının gittikçe artan sıklıkta görülmesi, Tarımsal ürün ekim alanlarının gittikçe daralması, Ürün verimlerinde görülen düşüşler, Döviz kurlarında yaşanan düşüş ve üretim maliyetlerindeki artış nedeniyle üretim ve rekabet gücünün sekteye uğraması,
Döviz kurlarında yaşanan düşüşün ithalatı cazip hale getirmesi, (bunun bir sonucu olarak; 2003 yılı ve 2004 yılı ilk çeyreğindeki dış ticaret açığının giderek büyümesi)
Dış ticaret açığının sektöre olumsuz etkileri. Ürün fiyat politikalarımızın olmaması. Doğru bir üretim planlama politikamızın olmaması, üreticilerin gittikçe artan borç yükleri karşısında banka kredisi almaktan vazgeçmesi (yoğurdu üfleyerek yemesi) ve bunun bir sonucu olarak üretimde teknoloji (kaliteli tohumluk, gübre, ilaç, vd) kullanımında yetersizlik, tarımda politika eksikliği hatta politikasızlık ve istikrarsız geçici tedbirlere başvurulması, IMF, Dünya Bankası ve DTÖ'nün tarım sektörü üzerindeki dayatmacı politikaları nedeniyle ulusal/milli bağımsız politikaların üretilememesi.

Acaba tarım sektörümüz neden bu duruma düştü?
Ekonomik olmayan ve parçalı işletme yapısı 2001 Genel Tarım Sayımı Tarımsal İşletmeler (hanehalkı) Anketi sonuçlarına göre ülkemizde tüm köyler ve nüfusu 25 binden az il ve ilçe merkezlerinde toplam 4 milyon 106 bin 983 tarım işletmesi olduğu (geçmiş tarım sayımlarındaki kapsam dikkate alındığında nüfusu 5 binden az yerleşim bölgelerinde işletme sayısı 3 milyon 75 bin 516 olmaktadır) ve ortalama işletme büyüklüğünün 61.01 dekar olduğu belirlenmiştir. Ülkemiz tarım işletmelerinin ne denli çarpık yapıda olduğunu aynı çalışmanın sonuçlarına bakarak görebiliriz. 50 dekardan küçük tüm işletmelerin yüzde 65'i, toplam alanının sadece yüzde 21'ini işlemektedir. Benzeri bir şekilde 100 dekardan küçük işletme sayısı tüm işletmelerin yüzde 83'ü, bu işletmelerin alan toplamı ise tüm işletmelerin toplam alanının sadece yüzde 42'si düzeyindedir. Diğer yandan tarım alanlarının çok parçalılığı da ayrı bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Tüm işletmeler itibarıyla ortalama parsel sayısının da işletme birimi başına 4.08 parsel olduğu tespit edilmiştir. Görüldüğü gibi son sayım sonuçları tarımsal yapı bakımından işletmelerimiz ekonomik yeter büyüklüğün oldukça altında ve verimli bir üretimi engelleyen parçalılıktadır.

Plansız ve yetersiz tarımsal sulama
Tarımda üretimin çeşitlendirilmesi ve verimlilik artışının en önemli faktörlerinden birisi de bilindiği gibi sulanan alanların artırılmasıdır. Ülkemizin genel olarak kurak ve yarı kurak iklim kuşağı içerisinde yer aldığı da dikkate alındığında, optimum bitki yetiştiriciliği yönünden, sulama uygulamalarının daha da büyük önem taşıdığı görülmektedir. Ancak maalesef su kaynaklarımızı yeterince değerlendiremiyoruz. Ülkemiz mevcut su tüketimi olan 42 milyar m3'ün yaklaşık yüzde 75'i (31.5 milyar m3) tarımsal sulama amaçlı değerlendirilmektedir. Potansiyel sulanabilir arazimizin (8.5 milyon ha) yüzde 50'sine yakın bir kısımını (4.2 milyon ha) ancak sulayabilmekteyiz. Tarımsal işletmelerimizin ancak yüzde 43'ünde tarımsal sulama yapılabilmektedir. Aynı şekilde toplam tarım alanımızın da ancak yüzde 19'u sulanabilmektedir. Bu oran birçok Avrupa ülkesinin oldukça gerisindedir. Örneğin, İspanya'da yüzde 20, Portekiz'de yüzde 24, İtalya'da yüzde 25, Yunanistan'da ise yüzde 38. Bir yandan su kaynaklarımızın kıt oluşu, diğer yandan büyük bir kısmının tarımsal amaçlı kullanılıyor olması, önemli bir tarım girdisi olan suyun, gelişmiş teknolojilerin desteğiyle, rasyonel ve ekonomik olarak kullanılması gerekmektedir.

Hayvansal üretimde neredeyiz?
2001 genel tarım sayımı sonuçlarına göre, Türkiye'de (nüfusu 5 binden az yerleşim bölgelerindeki) 3 milyon 75 bin 516 adet işletmenin yüzde 67.42'sinde hem bitkisel üretim, hem de hayvan yetiştiriciliği, yüzde 30.22'sinde yalnız bitkisel üretim, yüzde 2.36'sında ise yalnız hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır. Hayvancılık yapılan toplam işletme sayısının yüzde 68'i 10 başın altında sığıra sahiptir. Bu yapı, maalesef ekonomik üretim büyüklüğünü ifade etmemektedir ve dolayısıyla ürünlerin maliyetleri yüksek olduğu için alıcılar karşısında üreticilerin pazarlık gücünü de azaltmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde toplam tarım gelirleri içerisinde hayvancılığın payının yüzde 60'lara varan oranlarda olmasına karşın, böylesine hayvan-yoğun işletme yapısına sahip olan ülkemizde hayvancılığın payının ancak yüzde 30'larda olması, işletmelerimizin çoğunun kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yetiştiricilik yapmakta olduğunu ve bu durumun da hayvancılık sektöründe gerek üretim ve verimlilik gerekse teknoloji kullanımında oldukça gerilerde olduğumuzu işaret etmektedir. Batı tipi yüksek verimlilikte çalışan hayvancılık işletmesi sayıca çok az olup geleneksel kapalı aile işletmeciliği yaygındır. Hayvancılık işletmelerinin yüzde 79'u sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik iken yüzde 18'i yarı-entansif, besici göçer işletmeleri, yüzde 3'ü ise entansif işletmeleri kapsamaktadır.

Diğer yandan sağmal (süt) sığırların süt verimi yıllık ortalama olarak ABD'de 7500 kg, AB'de ise 5552 kg'dır. Bu miktar İsveç'te 7210 kg, Danimarka'da 6717 kg, Hollanda'da 6558 kg, İtalya'da 5000 kg, Yunanistan'da 3400 kg ve Türkiye'de ise her ne kadar damızlık süt sığırı yetiştiricileri birliklerinin faaliyet alanlarında Avrupa ortalamalarına nispeten yaklaşılmış olsa da ülkemiz genel ortalamasının 1600 kg civarında olduğu bilinmektedir. Bunun temel nedenleri arasında, ekonomik olmayan işletme büyüklüklerinin olması, kaliteli kaba ve kesif yem kullanımında yeterli bilgi ve teknolojinin kullanılamaması, belgeli damızlık kullanılmaması, örgütsüzlük, kayıt sisteminin yaygınlaşamaması ve genel ekonomi ve tarım politikalarında yaşanan sıkıntılar gelmektedir.

Sektörün kaliteli kaba yem ihtiyacının yaklaşık 50 milyon ton civarında olduğu bilinmekte, ancak bunun sadece 18-20 milyon tonu sağlanabilmektedir. Kesif yemde ise hemen hemen tamamen dışa bağımlı durumda olduğumuz bilinmektedir. Hayvancılık sektöründe, fiyatların yükselmesi durumunda hayvan varlığının hemen artırılabilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde fiyatların düşmesi durumunda da üretimin yavaşlatılması olası değildir. Piyasa koşulları ve ekonomik istikrarsızlık, sektörde hayvancılık faaliyetinden vazgeçilmesine veya hayvanların kesilerek yok olmasına neden olabilmektedir. Şartların iyileşmesi durumunda ise kısa bir zamanda yerine yeni hayvanların konulması mümkün olamamakta ve sektörde gittikçe artan oranlarda dışa bağımlılık kaçınılmaz olmaktadır.

Tarımda destekleme politikaları nasıl olmalı?
Tarımsal üretimde tek destekleme aracı olarak kabul edilen doğrudan gelir desteği esas itibarıyla bir çeşit telafi edici destek çeşididir. Bugün uygulanan şekliyle üretimle ilişkilendirilmemiş bu destekleme modeli ile ne üretim planlaması yapılabilir, ne verim, ne de verimlilik artışı sağlanabilir. Hatta, kimi yerlerde üretici olmayan arazi sahiplerinin cebine giderek üretime dahi yönlendirilememektedir. Bu destekleme, AB üyesi ülkelerde bazı ürünler için uygulanmakta veya birliğin üretim fazlaları nedeniyle arazisinin yüzde 10'unu nadasa bırakan üreticilere telafi edici nitelikte uygulanmakta ve diğer bazı dolaylı desteklemelerin yanı sıra yapılmaktadır. Hepsi bir yana, AB ülkelerinde (diğer destekler hariç) dekara yaklaşık 35 Euro olarak uygulanan bu destekleme ülkemizde sadece yaklaşık 10 Euro olarak gerçekleşmektedir. Kaldı ki AB diğer tüm destekleme araçlarını da (girdi desteği, fiyat desteği, vb.) bunun yanı sıra uygulamaktadır. Örneğin biz zeytinde üreticimize 10 cent prim desteğini dahi çok görüyorken, AB 1.40 USD (140 cent) prim desteği uygulamaktadır. Avrupa Birliği'nin, FEOGA (Avrupa Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu) ile bütçesinin yüzde 55'e varan kısmını tarımsal desteklemelere harcandığı gerçeği unutulmamalıdır. Üretim teknolojilerinin de yetersiz olduğu ve yüksek maliyet getirdiği düşünülecek olursa ülkemiz çiftçisinin dış pazarlarda rekabet şansı ne olacaktır?

En iyi Türk tarımı ölü olanıdır!
Bilindiği gibi Kıbrıs'ta Annan Planı için yapılan referandum esnasında Rum kesiminde "Hayır"cı muhalif kesim ilginç ve bir o kadar da agresif bir sloganı her fırsatta kullandı; "En iyi Türk ölü Türk'tür." Esasen günümüzde yaşadığımız IMF/DB/DTÖ politikalarının özünde de buna benzer bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz; "En iyi Türk tarımı ölü olanıdır."

Ülkemizin tarımsal potansiyeli gerek kalite ve çeşitlilik, gerekse miktar ve verim itibarıyla birçok üründe özellikle ABD ve Avrupa Birliği üyesi gelişmiş ülkeleri tedirgin etmektedir. Soruyorum; gümrük birliği kapsamında neden sadece sanayi ürünlerinin serbest ticareti bulunmaktadır? Neden yaş meyve ve sebze kapsam dışında tutulmuştur? Söz konusu birlik eğer ki karşılıklı çıkarları gözetiyorsaydı işlenmemiş tarımsal ürünlerin de kapsam içerisinde olmasını kabul etmesi gerekmez miydi? Ortada bir gerçek var ki, AB'yi en çok tedirgin eden sektörümüz tarımdır ve bu sektör zayıflatılmadan veya kontrol altına alınmadan AB üyeliğimiz hayaldir. Söz konusu kontrolün de küreselleşme politikalarının aracı kurumu olan IMF'ye verdiğimiz niyet mektuplarının baskısıyla hayata geçirilmeye çalışıldığı ortadadır.

Özelleştirme politikaları ile tarım sektörümüzü ayakta tutan iç ve dış pazarlarda rekabet şansını artıran her türlü kamu kuruluşu tasfiye edilmiş ya da halen edilme aşamasındadır. Bunlar arasında EBK, SEK, Şeker Fabrikaları, TEKEL, Gemlik ve İGSAŞ Gübre Fabrikaları, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Türkiye Ziraat Bankası sayılabilir. En çarpıcı örneği olan TEKEL, ülkemizin en önemli kuruluşlarından birisidir ve aynı zamanda bağımsızlığımızın sembolü, ulusal varlığımızdır. TEKEL, sigara ve içki sanayiimizin tek ulusal kuruluşudur, bir kamu işletmesidir, halkın malıdır, ülkemizin en kârlı kuruluşlarından biridir, gelirleri ve kârı, yabancıların değil, ülkemizin kasasına gitmektedir. TEKEL, yüzbinlerce tütün üreticisinin, ürününün alım ve fiyat garantisidir. TEKEL, otuz bini aşkın işçi ve memurun ekmek kapısıdır. Böyle bir kuruluş, nasıl oluyor da önce zarar eden bir kuruluş haline getirilmeye ve bu sayede haklı gerekçeler yaratılıp özelleştirmeye zemin hazırlanmaya çalışılıyor anlaşılır gibi değildir.

Tarım sektörümüz üzerindeki en son darbe de Kamu Yönetimi Temel Kanunu'dur. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın merkez teşkilatının daraltılması ve taşra teşkilatının da il özel idarelerine devredilmesini öngören söz konusu tasarı esas itibariyla Anayasamıza da aykırı bir durum göstermektedir. Zira, Anayasamızın 45. maddesine göre, tarım alanlarının korunması, tarımsal üretimin planlanması, girdilerin sağlanması, tarımsal üretimin artırılması, üreticinin ürününün katma değerine sahip çıkacağı bir pazar yapısının oluşturulması; kamusal uğraş alanları olup sayılan görevlerin devlet tarafından yerine getirilmesi öngörülmektedir. Oysaki, tasarı ile Tarım Bakanlığı'nın taşra teşkilatı belediyeler, meslek kuruluşları ve üniversitelere pay edilerek, merkezi planlamaya dayalı ve özel uzmanlık bilgisi gerektiren tarım hizmetlerinin etkinlik ve verimliliğinin büyük oranda düşeceği ortadadır. Söz konusu hizmetlerde yerel siyasi baskıların artması, kaynakların plansız kullanımı, bölgeler arası fırsat eşitsizliğinin ortaya çıkması, toprak ve su gibi doğal kaynaklarımızı korunmada zorluklar yaşanması ve Köy Hizmetleri sayesinde çiftçiye verilen arazi tesviye, yol yapımı, vb. desteklerin de yok olması söz konusu olacaktır. Ayrıca, bakanlık teşkilatı çalışanları da "kamu çalışanı" statülerini kaybederek, statü ve kazanılmış haklarından mahrum kalacaklardır. Söz konusu tasarı kapsamında kapatılarak devredilecek kurumlar arasında; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, TZDK AŞ, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, GAP Kalkınma İdaresi Başkanlığı gibi ülke tarımımız için yaşamsal öneme sahip kurumlar da yer almaktadır.

Peki ne yapmalıyız?
Üretim ve ürün kalitesinin artırılmasına yönelik politikalar üretilmeli. Üretim maliyetlerinin düşürülmesi için gerekli politika önlemleri alınmalı.Üretimde verimlilik artırma çalışmaları yapılmalı. Özellikle stratejik önemdeki ve pazarda rekabet gücümüzün olduğu ürünlerde üretimi teşvik politikaları hayata geçirilmeli. Pazara sunulan ürünlerde gıda güvenliği için gerekli tüm önlemler alınmalı. İyi Tarım Uygulamaları (GAP, EUREPGAP, vb.) konusunda yoğun eğitim ve uygulama çalışmaları yapılmalı. Sertifikalı üretim yaygınlaştırılmalı. AR-GE, eğitim ve yayım hizmetleri yaygınlaştırılmalı. Tarımda üretici örgütlenmeleri teşvik edilmeli, yasayla yukarıdan aşağıya oluşturulan üretici birlikleri yerine var olan kooperatif ve ziraat odalarının güçlendirilmesi ve özgürleştirilmeleri sağlanmalı.

Sulama yatırımları öncelikle ve ivedilikle yapılmalı, halen ancak yüzde 17-18 düzeylerinde gerçekleşme oranında kalan GAP projesi tamamlanmalı. Mera Yasası hayata geçirilmeli, kaba yem üretiminin yaygınlaşması sağlanmalı, mera alanlarının işgalinin önlenmesi sağlanmalı ve bu işgale neden olacak yasal mevzuat derhal durdurulmalı. Tarıma destek sağlayan tarımsal KİT'lerin özelleştirilmesi ve kapatılmasının önüne geçilmeli. Tarım ürünleri ve üretim girdilerinin ithalatını azaltmaya yönelik politikalar oluşturulmalıdır.

DGD ödemeleri üretimle ilişkilendirilmeli, üreticiye ulaşması sağlanmalı, yeterli miktar ve zamanında yapılmalı.Doğru kapsamda, doğru zamanda ve doğru bir yapıyla ülkenin gerçeklerine uygun tarım destekleme politikaları oluşturulmalı, hayata geçirilmeli ve istikrarla sürdürülmelidir. Batan bankalara devlet bütçesinden aktarılan onlarca milyar doların yanında tarım sektörüne yapılacak birkaç milyar dolar çok görülmemeli Hepsinden önemlisi, dışa bağımlı ve teslimiyetçi değil, dünya ile uyumlu bağımsız ulusal politikaların ülkemiz şartlarında oluşturulması ve istikrarlı uygulamalar sağlanmalıdır.

 
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.

 

GÜNDEM

>> DTÖ'nün açmazı tarım

>> Tarıma rekabet geliyor

>> 1 katrilyon don zararı

>> Yoksa tarımımız küçülmüyor da çöküyor mu?


 

ANA SAYFAYA DÖN
 


Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.