GÜNDEM
Yoksa Tarımımız
Küçülmüyor da Çöküyor mu?
Ülkemiz ekonomisinin genel göstergelerine baktığımızda
bir büyümenin olduğu görülmektedir. Geçenlerde Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı'nca yayınlanan 2004 yılı ilk çeyreğine ilişkin
GSMH değerleri ekonomiden sorumlu Devlet Bakanımız Sn. Ali Babacan
tarafından kamuoyuna açıklandı. Sn. Babacan sözlerinde; "Birinci
çeyrek ile ilgili büyüme oranı beklentilerin çok üstündedir ve
sevindirici bir gelişme olarak da yüzümüzü güldürmüştür"
diyor ve ekliyor: "İlk çeyrekte gayri safi milli hasıla yüzde
12.4, gayri safi yurtiçi hasıla ise yüzde 10.1 oranında büyüdü
ve bu geçtiğimiz son dört çeyreğe bakacak olursak oldukça sevindirici
bir gelişmedir."
Oysa büyümenin var olmasından çok sağlıklı olup olmadığı çok
daha önemli olmalıdır. Aynı dönemde dış ticaret istatistiklerine
bakacak olursak 18.209 milyon USD ihracat değerimizin 2003 yılının
aynı çeyreğindeki ihracata göre yüzde 29.8 oranında bir artış
gösterdiğini, diğer yandan 28.627 milyon USD ithalatımızın da
2003 yılının aynı çeyreğine göre yüzde 46.2 oranında artış gösterdiğini
görüyoruz. Kısaca, 2003 yılı ilk çeyreğinde görülen dış ticaret
açığımız 5551 milyon USD düzeyinde iken 2004 yılı aynı dönemde
bu açık 10.419 milyon USD düzeyine çıkmıştır ki, bu da dış ticaret
açığımızın neredeyse yüzde 100'lük bir artış gösterdiğinin resmidir.
Kısaca her geçen gün/ay/çeyrek/yıl daha çok ithal eden bir ülke
olma yolunda oldukça başarılı sayılırız.
Sektörler itibarıyla gelişme istatistiklerine bakılacak olursa
gerileyen tek sektör olduğunu görüyoruz; o da "tarım".
Tarım sektörü katma değerinin 2004 yılı ilk çeyreğinde yüzde 7.5
oranında gerilemiş olduğu açıklandı. Tarım sektöründeki bu gerilemeye
alt sektörler itibarıyla baktığımızda çiftçilik (bitkisel üretim)
ve hayvancılık alt sektörü (tarım sanatları hariç) katma değerinin
gerçekte yüzde 7.5 değil, yüzde 10.8 oranında gerilediği, ormancılık
alt sektörünün yüzde 4.5 oranında gerilediği, balıkçılık alt sektörünün
katma değerinin ise yüzde 2 oranında büyüme gösterdiği görülmektedir.
Diğer yandan, DİE tarafından yapılan açıklamada, Toptan Eşya
Fiyatları Genel İndeksi'nin 2004 Haziran ayında bir önceki aya
göre yüzde 1.05'lik düşüş gösterdiği belirtiliyor. Bu düşüşü de
sektörler itibarıyla irdeleyecek olursak, tarım, avcılık, ormancılık
ve balıkçılık sektörü genel indeksinde yüzde 8.1 oranında düşüş
yaşanırken, madencilik ve taşocakçılığı sektörü genel indeksinde
yüzde 8.7 artış, İmalat Sanayi Sektörü Genel İndeksi'nde yüzde
1.3 artış, Elektrik, Gaz ve Su Sektörü Genel İndeksi'nde de yüzde
0.1 artış olduğu görülecektir. Kısaca enflasyonun düşmesindeki
tek etken sektörün de tarım olduğu söylenebilir. Yani tarım sektörü
bir yandan üretimde daralma yaşarken, diğer yandan da çiftçinin
eline geçen fiyatlar itibarıyla da düşüş göstermektedir. Devlet
Bakanı Sn. Ali Babacan bir ifadesinde ekonomideki söz konusu gelişmeleri
ve sıhhatli bir büyümeyi kastederek şu benzetmeyi yapmıştır: "Meyve,
sebzeler vardır hormonlu, hızlı büyür ama lezzetsiz bir meyve
ortaya çıkar. Bir de tarımda bu aralar önemli bir akım var, organik
tarım denilen. Belki böyle çok büyük, gözalıcı değil ama oldukça
sıhhatli, lezzetli... Bir benzetme yapmak gerekirse bizim son
1.5 yıldır elde ettiğimiz büyüme rakamları gerçekten çok sıhhatli
ve uzun vadeli, sürdürülebilir cinsten büyümedir."
Sn. Babacan, organik tarım benzetmesi ile "tarımda ilaç,
gübre, teknoloji, vb. girdilerin kullanımına, üretimi desteklemeye
ve üretim artışına gerek olmadığını", sıhhat ve lezzet benzetmesi
ile de "tarım sektörünü bir yandan desteksiz bırakırken,
diğer yandan oldukça iştah kabartan lezzetteki sektörün birileri
tarafından afiyetle yenebileceğini" ve bunun da "sürdürülebilir
cinsten" olması gerektiğini filan mı söylemek istedi, pek
anlaşılamadı.
2003 yılının tamamında tarım sektörü katma değeri yüzde 2.5 oranında
azalırken, sanayi sektörü katma değeri yüzde 7.8, hizmet sektörü
katma değeri de yüzde 6.7 oranlarında artış göstermiştir. Aynı
yılda GSMH'nin yüzde 5.9 oranında bir artış gösterdiğini görüyoruz.
Özellikle 2003 yılının son çeyreğinde tarım sektörünün yüzde -9.6
gibi oldukça yüksek bir oranda küçüldüğü düşündürücüdür. 2004
yılı ilk 4 ayı içinde sadece tarım ve ormancılık faaliyet alanında
bir önceki yılın (2003) aynı dönemine göre ihracatta yüzde 9.9'luk
bir artış meydana gelirken, ithalatta bu oran yüzde 37.5 gibi
oldukça dikkate değer bir artış göstermiştir.
Tarım ve ormancılık faaliyet alanında 2003 yılı itibarıyla 2450
milyon USD ihracata karşılık 2554 milyon USD ithalat yapılmış
olması, 2004 yılı ilk dört ayında ise söz konusu dış ticaret açığının
sadece bu sektörde 70 milyon USD'ye ulaşması artık net tarım ürünleri
ithalatı yapan bir ülke olduğumuzun bir göstergesi değil midir?
Nedense yıllardır ve özellikle de 1980'li yılların başlarında
Özal hükümeti ile başlayan süreçte sanayi sektörünün kalkındırılması
uğrunda tarım sektörü bugüne değin sürekli olarak ihmal edilmiş,
üvey evlat muamelesi görmüştür. Bu hususu somut olarak sektörler
itibarıyla GSMH paylarının sabit sermaye yatırımları ile karşılaştırıldığımızda
net olarak görebiliriz.
Buna göre 1963-2001 yılları arasında hizmet, sanayi ve tarım
sektörlerinin GSMH'ye katkıları sırasıyla yüzde 59, yüzde 22 ve
yüzde 19 olarak gerçekleşmiş, ancak aynı dönem içerisinde bu sektörlere
yapılan sabit sermaye yatırım paylarının yine aynı sırayla; yüzde
63, yüzde 31 ve yüzde 6 olduğu görülmektedir. Kısaca, çok düşük
sermaye yatırımlarına karşılık çok daha yüksek bir katma değer
sağlama özelliğindeki tarım sektörü, GSMH'ye yüzde 19 katkısına
karşılık, SSY'lerinden sadece yüzde 6'lık bir pay almıştır. Kaldı
ki, sanayi üretimimizin de yaklaşık yüzde 50'sinin tarıma dayalı
olduğu bilinmektedir.
Tarım sektöründe yaşanan küçülme/gerilemenin nedenleri arasında;
Olumsuz hava koşullarının gittikçe artan sıklıkta görülmesi, Tarımsal
ürün ekim alanlarının gittikçe daralması, Ürün verimlerinde görülen
düşüşler, Döviz kurlarında yaşanan düşüş ve üretim maliyetlerindeki
artış nedeniyle üretim ve rekabet gücünün sekteye uğraması,
Döviz kurlarında yaşanan düşüşün ithalatı cazip hale getirmesi,
(bunun bir sonucu olarak; 2003 yılı ve 2004 yılı ilk çeyreğindeki
dış ticaret açığının giderek büyümesi)
Dış ticaret açığının sektöre olumsuz etkileri. Ürün fiyat politikalarımızın
olmaması. Doğru bir üretim planlama politikamızın olmaması, üreticilerin
gittikçe artan borç yükleri karşısında banka kredisi almaktan
vazgeçmesi (yoğurdu üfleyerek yemesi) ve bunun bir sonucu olarak
üretimde teknoloji (kaliteli tohumluk, gübre, ilaç, vd) kullanımında
yetersizlik, tarımda politika eksikliği hatta politikasızlık ve
istikrarsız geçici tedbirlere başvurulması, IMF, Dünya Bankası
ve DTÖ'nün tarım sektörü üzerindeki dayatmacı politikaları nedeniyle
ulusal/milli bağımsız politikaların üretilememesi.
Acaba tarım sektörümüz neden bu duruma düştü?
Ekonomik olmayan ve parçalı işletme yapısı 2001 Genel Tarım Sayımı
Tarımsal İşletmeler (hanehalkı) Anketi sonuçlarına göre ülkemizde
tüm köyler ve nüfusu 25 binden az il ve ilçe merkezlerinde toplam
4 milyon 106 bin 983 tarım işletmesi olduğu (geçmiş tarım sayımlarındaki
kapsam dikkate alındığında nüfusu 5 binden az yerleşim bölgelerinde
işletme sayısı 3 milyon 75 bin 516 olmaktadır) ve ortalama işletme
büyüklüğünün 61.01 dekar olduğu belirlenmiştir. Ülkemiz tarım
işletmelerinin ne denli çarpık yapıda olduğunu aynı çalışmanın
sonuçlarına bakarak görebiliriz. 50 dekardan küçük tüm işletmelerin
yüzde 65'i, toplam alanının sadece yüzde 21'ini işlemektedir.
Benzeri bir şekilde 100 dekardan küçük işletme sayısı tüm işletmelerin
yüzde 83'ü, bu işletmelerin alan toplamı ise tüm işletmelerin
toplam alanının sadece yüzde 42'si düzeyindedir. Diğer yandan
tarım alanlarının çok parçalılığı da ayrı bir sorun olarak karşımızda
durmaktadır. Tüm işletmeler itibarıyla ortalama parsel sayısının
da işletme birimi başına 4.08 parsel olduğu tespit edilmiştir.
Görüldüğü gibi son sayım sonuçları tarımsal yapı bakımından işletmelerimiz
ekonomik yeter büyüklüğün oldukça altında ve verimli bir üretimi
engelleyen parçalılıktadır.
Plansız ve yetersiz tarımsal sulama
Tarımda üretimin çeşitlendirilmesi ve verimlilik artışının en
önemli faktörlerinden birisi de bilindiği gibi sulanan alanların
artırılmasıdır. Ülkemizin genel olarak kurak ve yarı kurak iklim
kuşağı içerisinde yer aldığı da dikkate alındığında, optimum bitki
yetiştiriciliği yönünden, sulama uygulamalarının daha da büyük
önem taşıdığı görülmektedir. Ancak maalesef su kaynaklarımızı
yeterince değerlendiremiyoruz. Ülkemiz mevcut su tüketimi olan
42 milyar m3'ün yaklaşık yüzde 75'i (31.5 milyar m3) tarımsal
sulama amaçlı değerlendirilmektedir. Potansiyel sulanabilir arazimizin
(8.5 milyon ha) yüzde 50'sine yakın bir kısımını (4.2 milyon ha)
ancak sulayabilmekteyiz. Tarımsal işletmelerimizin ancak yüzde
43'ünde tarımsal sulama yapılabilmektedir. Aynı şekilde toplam
tarım alanımızın da ancak yüzde 19'u sulanabilmektedir. Bu oran
birçok Avrupa ülkesinin oldukça gerisindedir. Örneğin, İspanya'da
yüzde 20, Portekiz'de yüzde 24, İtalya'da yüzde 25, Yunanistan'da
ise yüzde 38. Bir yandan su kaynaklarımızın kıt oluşu, diğer yandan
büyük bir kısmının tarımsal amaçlı kullanılıyor olması, önemli
bir tarım girdisi olan suyun, gelişmiş teknolojilerin desteğiyle,
rasyonel ve ekonomik olarak kullanılması gerekmektedir.
Hayvansal üretimde neredeyiz?
2001 genel tarım sayımı sonuçlarına göre, Türkiye'de (nüfusu 5
binden az yerleşim bölgelerindeki) 3 milyon 75 bin 516 adet işletmenin
yüzde 67.42'sinde hem bitkisel üretim, hem de hayvan yetiştiriciliği,
yüzde 30.22'sinde yalnız bitkisel üretim, yüzde 2.36'sında ise
yalnız hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır. Hayvancılık yapılan
toplam işletme sayısının yüzde 68'i 10 başın altında sığıra sahiptir.
Bu yapı, maalesef ekonomik üretim büyüklüğünü ifade etmemektedir
ve dolayısıyla ürünlerin maliyetleri yüksek olduğu için alıcılar
karşısında üreticilerin pazarlık gücünü de azaltmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde toplam tarım gelirleri içerisinde hayvancılığın
payının yüzde 60'lara varan oranlarda olmasına karşın, böylesine
hayvan-yoğun işletme yapısına sahip olan ülkemizde hayvancılığın
payının ancak yüzde 30'larda olması, işletmelerimizin çoğunun
kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yetiştiricilik yapmakta
olduğunu ve bu durumun da hayvancılık sektöründe gerek üretim
ve verimlilik gerekse teknoloji kullanımında oldukça gerilerde
olduğumuzu işaret etmektedir. Batı tipi yüksek verimlilikte çalışan
hayvancılık işletmesi sayıca çok az olup geleneksel kapalı aile
işletmeciliği yaygındır. Hayvancılık işletmelerinin yüzde 79'u
sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik iken yüzde 18'i
yarı-entansif, besici göçer işletmeleri, yüzde 3'ü ise entansif
işletmeleri kapsamaktadır.
Diğer yandan sağmal (süt) sığırların süt verimi yıllık ortalama
olarak ABD'de 7500 kg, AB'de ise 5552 kg'dır. Bu miktar İsveç'te
7210 kg, Danimarka'da 6717 kg, Hollanda'da 6558 kg, İtalya'da
5000 kg, Yunanistan'da 3400 kg ve Türkiye'de ise her ne kadar
damızlık süt sığırı yetiştiricileri birliklerinin faaliyet alanlarında
Avrupa ortalamalarına nispeten yaklaşılmış olsa da ülkemiz genel
ortalamasının 1600 kg civarında olduğu bilinmektedir. Bunun temel
nedenleri arasında, ekonomik olmayan işletme büyüklüklerinin olması,
kaliteli kaba ve kesif yem kullanımında yeterli bilgi ve teknolojinin
kullanılamaması, belgeli damızlık kullanılmaması, örgütsüzlük,
kayıt sisteminin yaygınlaşamaması ve genel ekonomi ve tarım politikalarında
yaşanan sıkıntılar gelmektedir.
Sektörün kaliteli kaba yem ihtiyacının yaklaşık 50 milyon ton
civarında olduğu bilinmekte, ancak bunun sadece 18-20 milyon tonu
sağlanabilmektedir. Kesif yemde ise hemen hemen tamamen dışa bağımlı
durumda olduğumuz bilinmektedir. Hayvancılık sektöründe, fiyatların
yükselmesi durumunda hayvan varlığının hemen artırılabilmesi mümkün
değildir. Aynı şekilde fiyatların düşmesi durumunda da üretimin
yavaşlatılması olası değildir. Piyasa koşulları ve ekonomik istikrarsızlık,
sektörde hayvancılık faaliyetinden vazgeçilmesine veya hayvanların
kesilerek yok olmasına neden olabilmektedir. Şartların iyileşmesi
durumunda ise kısa bir zamanda yerine yeni hayvanların konulması
mümkün olamamakta ve sektörde gittikçe artan oranlarda dışa bağımlılık
kaçınılmaz olmaktadır.
Tarımda destekleme politikaları nasıl olmalı?
Tarımsal üretimde tek destekleme aracı olarak kabul edilen doğrudan
gelir desteği esas itibarıyla bir çeşit telafi edici destek çeşididir.
Bugün uygulanan şekliyle üretimle ilişkilendirilmemiş bu destekleme
modeli ile ne üretim planlaması yapılabilir, ne verim, ne de verimlilik
artışı sağlanabilir. Hatta, kimi yerlerde üretici olmayan arazi
sahiplerinin cebine giderek üretime dahi yönlendirilememektedir.
Bu destekleme, AB üyesi ülkelerde bazı ürünler için uygulanmakta
veya birliğin üretim fazlaları nedeniyle arazisinin yüzde 10'unu
nadasa bırakan üreticilere telafi edici nitelikte uygulanmakta
ve diğer bazı dolaylı desteklemelerin yanı sıra yapılmaktadır.
Hepsi bir yana, AB ülkelerinde (diğer destekler hariç) dekara
yaklaşık 35 Euro olarak uygulanan bu destekleme ülkemizde sadece
yaklaşık 10 Euro olarak gerçekleşmektedir. Kaldı ki AB diğer tüm
destekleme araçlarını da (girdi desteği, fiyat desteği, vb.) bunun
yanı sıra uygulamaktadır. Örneğin biz zeytinde üreticimize 10
cent prim desteğini dahi çok görüyorken, AB 1.40 USD (140 cent)
prim desteği uygulamaktadır. Avrupa Birliği'nin, FEOGA (Avrupa
Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu) ile bütçesinin yüzde 55'e
varan kısmını tarımsal desteklemelere harcandığı gerçeği unutulmamalıdır.
Üretim teknolojilerinin de yetersiz olduğu ve yüksek maliyet getirdiği
düşünülecek olursa ülkemiz çiftçisinin dış pazarlarda rekabet
şansı ne olacaktır?
En iyi Türk tarımı ölü olanıdır!
Bilindiği gibi Kıbrıs'ta Annan Planı için yapılan referandum esnasında
Rum kesiminde "Hayır"cı muhalif kesim ilginç ve bir
o kadar da agresif bir sloganı her fırsatta kullandı; "En
iyi Türk ölü Türk'tür." Esasen günümüzde yaşadığımız IMF/DB/DTÖ
politikalarının özünde de buna benzer bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz;
"En iyi Türk tarımı ölü olanıdır."
Ülkemizin tarımsal potansiyeli gerek kalite ve çeşitlilik, gerekse
miktar ve verim itibarıyla birçok üründe özellikle ABD ve Avrupa
Birliği üyesi gelişmiş ülkeleri tedirgin etmektedir. Soruyorum;
gümrük birliği kapsamında neden sadece sanayi ürünlerinin serbest
ticareti bulunmaktadır? Neden yaş meyve ve sebze kapsam dışında
tutulmuştur? Söz konusu birlik eğer ki karşılıklı çıkarları gözetiyorsaydı
işlenmemiş tarımsal ürünlerin de kapsam içerisinde olmasını kabul
etmesi gerekmez miydi? Ortada bir gerçek var ki, AB'yi en çok
tedirgin eden sektörümüz tarımdır ve bu sektör zayıflatılmadan
veya kontrol altına alınmadan AB üyeliğimiz hayaldir. Söz konusu
kontrolün de küreselleşme politikalarının aracı kurumu olan IMF'ye
verdiğimiz niyet mektuplarının baskısıyla hayata geçirilmeye çalışıldığı
ortadadır.
Özelleştirme politikaları ile tarım sektörümüzü ayakta tutan
iç ve dış pazarlarda rekabet şansını artıran her türlü kamu kuruluşu
tasfiye edilmiş ya da halen edilme aşamasındadır. Bunlar arasında
EBK, SEK, Şeker Fabrikaları, TEKEL, Gemlik ve İGSAŞ Gübre Fabrikaları,
Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Türkiye Ziraat Bankası sayılabilir.
En çarpıcı örneği olan TEKEL, ülkemizin en önemli kuruluşlarından
birisidir ve aynı zamanda bağımsızlığımızın sembolü, ulusal varlığımızdır.
TEKEL, sigara ve içki sanayiimizin tek ulusal kuruluşudur, bir
kamu işletmesidir, halkın malıdır, ülkemizin en kârlı kuruluşlarından
biridir, gelirleri ve kârı, yabancıların değil, ülkemizin kasasına
gitmektedir. TEKEL, yüzbinlerce tütün üreticisinin, ürününün alım
ve fiyat garantisidir. TEKEL, otuz bini aşkın işçi ve memurun
ekmek kapısıdır. Böyle bir kuruluş, nasıl oluyor da önce zarar
eden bir kuruluş haline getirilmeye ve bu sayede haklı gerekçeler
yaratılıp özelleştirmeye zemin hazırlanmaya çalışılıyor anlaşılır
gibi değildir.
Tarım sektörümüz üzerindeki en son darbe de Kamu Yönetimi Temel
Kanunu'dur. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın merkez teşkilatının
daraltılması ve taşra teşkilatının da il özel idarelerine devredilmesini
öngören söz konusu tasarı esas itibariyla Anayasamıza da aykırı
bir durum göstermektedir. Zira, Anayasamızın 45. maddesine göre,
tarım alanlarının korunması, tarımsal üretimin planlanması, girdilerin
sağlanması, tarımsal üretimin artırılması, üreticinin ürününün
katma değerine sahip çıkacağı bir pazar yapısının oluşturulması;
kamusal uğraş alanları olup sayılan görevlerin devlet tarafından
yerine getirilmesi öngörülmektedir. Oysaki, tasarı ile Tarım Bakanlığı'nın
taşra teşkilatı belediyeler, meslek kuruluşları ve üniversitelere
pay edilerek, merkezi planlamaya dayalı ve özel uzmanlık bilgisi
gerektiren tarım hizmetlerinin etkinlik ve verimliliğinin büyük
oranda düşeceği ortadadır. Söz konusu hizmetlerde yerel siyasi
baskıların artması, kaynakların plansız kullanımı, bölgeler arası
fırsat eşitsizliğinin ortaya çıkması, toprak ve su gibi doğal
kaynaklarımızı korunmada zorluklar yaşanması ve Köy Hizmetleri
sayesinde çiftçiye verilen arazi tesviye, yol yapımı, vb. desteklerin
de yok olması söz konusu olacaktır. Ayrıca, bakanlık teşkilatı
çalışanları da "kamu çalışanı" statülerini kaybederek,
statü ve kazanılmış haklarından mahrum kalacaklardır. Söz konusu
tasarı kapsamında kapatılarak devredilecek kurumlar arasında;
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, TZDK AŞ, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü,
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, GAP Kalkınma İdaresi Başkanlığı
gibi ülke tarımımız için yaşamsal öneme sahip kurumlar da yer
almaktadır.
Peki ne yapmalıyız?
Üretim ve ürün kalitesinin artırılmasına yönelik politikalar üretilmeli.
Üretim maliyetlerinin düşürülmesi için gerekli politika önlemleri
alınmalı.Üretimde verimlilik artırma çalışmaları yapılmalı. Özellikle
stratejik önemdeki ve pazarda rekabet gücümüzün olduğu ürünlerde
üretimi teşvik politikaları hayata geçirilmeli. Pazara sunulan
ürünlerde gıda güvenliği için gerekli tüm önlemler alınmalı. İyi
Tarım Uygulamaları (GAP, EUREPGAP, vb.) konusunda yoğun eğitim
ve uygulama çalışmaları yapılmalı. Sertifikalı üretim yaygınlaştırılmalı.
AR-GE, eğitim ve yayım hizmetleri yaygınlaştırılmalı. Tarımda
üretici örgütlenmeleri teşvik edilmeli, yasayla yukarıdan aşağıya
oluşturulan üretici birlikleri yerine var olan kooperatif ve ziraat
odalarının güçlendirilmesi ve özgürleştirilmeleri sağlanmalı.
Sulama yatırımları öncelikle ve ivedilikle yapılmalı, halen ancak
yüzde 17-18 düzeylerinde gerçekleşme oranında kalan GAP projesi
tamamlanmalı. Mera Yasası hayata geçirilmeli, kaba yem üretiminin
yaygınlaşması sağlanmalı, mera alanlarının işgalinin önlenmesi
sağlanmalı ve bu işgale neden olacak yasal mevzuat derhal durdurulmalı.
Tarıma destek sağlayan tarımsal KİT'lerin özelleştirilmesi ve
kapatılmasının önüne geçilmeli. Tarım ürünleri ve üretim girdilerinin
ithalatını azaltmaya yönelik politikalar oluşturulmalıdır.
DGD ödemeleri üretimle ilişkilendirilmeli, üreticiye ulaşması
sağlanmalı, yeterli miktar ve zamanında yapılmalı.Doğru kapsamda,
doğru zamanda ve doğru bir yapıyla ülkenin gerçeklerine uygun
tarım destekleme politikaları oluşturulmalı, hayata geçirilmeli
ve istikrarla sürdürülmelidir. Batan bankalara devlet bütçesinden
aktarılan onlarca milyar doların yanında tarım sektörüne yapılacak
birkaç milyar dolar çok görülmemeli Hepsinden önemlisi, dışa bağımlı
ve teslimiyetçi değil, dünya ile uyumlu bağımsız ulusal politikaların
ülkemiz şartlarında oluşturulması ve istikrarlı uygulamalar sağlanmalıdır.
|
GÜNDEM
>>
DTÖ'nün
açmazı tarım
>>
Tarıma
rekabet geliyor
>>
1 katrilyon don zararı
>>
Yoksa tarımımız küçülmüyor da çöküyor mu?
ANA
SAYFAYA DÖN
|