GÜNDEM
Tarıma Rekabet
Geliyor
Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ), Cenevre'de 27 Temmuz'da
başlayıp 1 Ağustos'ta sona eren ve DTÖ'nun Taylandlı Başkanı Supachi
Panitchpakdi'nin "tarihi" olarak nitelediği toplantıda
belirlenen Çerçeve Anlaşması'nın Türkiye için önemi ne? Bu sorunun
cevabını vermeden önce, DTÖ'nün tarımla ilgili kurumsal hedefini
özetleyelim.
NASIL BİR DÜNYA TARIMI?
DTÖ'nün karar alırken oylama yöntemini benimsemeyip, görüş birliği
araması da çok önemli bir özelliği. Tarım konusundaki çabaların
son toplantıya kadar istenilen yolu alamamasının nedeni de bu.
Son toplantıda kabul gören tarım konusundaki "Çerçeve Anlaşma"
da çok farklı çıkarlara ve o çıkarlar ardında toplanan üye ülkelere
rağmen görüş birliği ile alındı. GATT'ın kendini de feshettiği
son müzakere turlarının yapıldığı Urugay toplantısında, tarımı
da DTÖ kapsamına aldı. Üyeler, tarım ülkelerinden yapılan ithalatta
uyguladıkları gümrükleri indirerek pazara girişi kolaylaştıracaklar,
iç üretimdeki destekleri ve ihracata uyguladıkları teşviki azaltacaklar.
Kısacası tarım ticaretini serbest rekabet şartları altında yürütecekler.
Bunun teknik olarak mümkün olması için üç aşama tespit edilmiş:
1- Pazara giriş 2- İç destekler ve 3- İhracatta sübvansiyonlar.
Pazara giriş için varılan anlaşmaya göre, gelişmiş ülkeler altı
yıl içinde yüzde 36, gelişme yolundaki ülkeler de on yıl içinde
yüzde 24 nispetinde gümrük vergilerinde indirim yapacak. İç desteklere
gelince, 1986 ila 1988 yılları arasındaki tarifeler esas alınacak.
Gelişmiş ülkeler altı yıl içinde tarıma verdikleri desteklerinde
yüzde 20, gelişmekte olan ülkeler ise on yıl içinde yüzde 13.33
oranında indirime gidecek. İç destekler konusunda bir istisna
ise asgari desteklerdir. Asgari destek, o malın üretim değerinin
Gelişmekte olan ülkelerde yüzde onunu, gelişmiş ülkelerde ise
yüzde beşini geçmemesi gerekmektedir. Türkiye'deki destekleme
alımları, ürünün üretim değerinin yüzde onunun altında kaldığı
için, ülke olarak burada bir sorun yaşamayacağız. İhracat sübvansiyonları
da aynen diğer iki konu gibi indirim hedeflidir. Bütçe harcamalarından
ve sübvansiyonlardan yararlanan ürün adedinin sınırlanması istenmektedir.
Buna göre gelişmiş ülkeler, anlaşma yapıldığından itibaren altı
yıl içinde, bütçedeki ihracata yönelik destek harcamalarını yüzde
36, sübvansiyonlardan yararlanan ürün sayısını da yüzde 24 oranında
azaltacak. Bu oranlar, Gelişmekte olan ülkeler için ise sırasıyla
on yıl içinde yüzde 24 ve yüzde 14'tür. Esas alınacak dönem kimi
ülkeler için 1986 ile 1990, bazısı için 1991 ile 1992'dir. DTÖ'nun
tarımda, tüm desteklerden arındırılmış son durağa gitmeden önce,
acilen hedeflediği çerçeve bundan ibaret. Bu hedefler temel bir
mutabakat sağlamış ama herkesin çıkarı farklılaşınca arabayı yola
koymak kolay olmamış. Bu nedenle son anlaşmayı arabayı yeniden
yola koymak olarak niteleyenler de var. Peki, neden daha bir anlaşma
sağlanamadan araba yoldan çıktı: Bunu anlamak için, DTÖ'nün içindeki
farklı çıkar gruplarının kısa bir anlatımını yapmak gerekiyor.
Bunlar öyle çelişiyor ki Dünya Ticareti'nin ancak yüzde on beşini
oluşturan tarımsal ve tarıma dayalı endüstri malları, DTÖ'nün
pazarlıklarının yüzde 85'ini oluşturuyor... Çünkü, öncelikle zengin
Kuzey ile fakir Güney arasında bir çelişki var... Fakir ülkeler,
zenginlerin tarım ihracatında uyguladıkları sübvansiyona son vermesini
istiyor. Aynı zamanda endüstriyel ürünlere de pazarlarını açmalarını
talep ediyor. Ne ki, çelişki bu kadarla sınırlı değil. Fransa'nın,
tüm Avrupa köylülerinin sözcülüğüne soyunmuş, bu nedenle de hem
AB'nin tavrını eleştirip, hem de Amerika Birleşik Devletleri'ne
muhalif bir duruşu var.
ABD'YE TAVIR VAR
Amerika'ya tavır alanlar sadece AB, Fransa değil. Gelişmekte olan
ülkeler arasında da AB muhalifleri var. Karışıklık bu kadarla
da bitmiyor. Dünyanın en büyük tarım ithalatçısı ülkeleri birleştiren
On'lar Grubu var. Bu grubun içinde İsviçre, Japonya, İsrail, Güney
Kore bulunuyor... Bu grup kendileri için hassas olarak niteledikleri
ürünler için hem sübvansiyonları, hem de yüksek gümrük duvarlarını
savunuyorlar... Örneğin, Japonya'da pirinç ithalatı için uygulanan
gümrük duvarı yüzde 500... En büyük tarım ürünü ihracatçıları
da On Yedi'ler olarak toplanmış bulunuyor... Kanada, Avustralya,
Yeni Zelanda bunlardan... Bu grup esas olarak ABD'yi hedef almış
durumda. Sübvansiyonların ve yüksek korumanın kaldırılmasını istiyorlar.
Tarım ürünleri ihracatçısı olan ama On Yedi'ler gibi çok gelişmemiş
olanlar da, Yirmi'leri oluşturuyor. Bunların liderliğini dünyanın
en büyük soya ve şeker üreticisi olan Brezilya yapıyor. Yirmi'ler
de sübvansiyonların tümünün kaldırılmasını istemekte... Diğer
gruptan belki de tek farkı gümrük duvarlarının zamana yayılarak
kademeli kaldırılmasını istemek. DTÖ tüm bu farklı çıkarları bir
Çerçeve Anlaşma içinde toparladı. Anlaşmaya biraz da bu nedenle
"tarihi" denmekte. Şimdi geliyoruz dizinin en önemli
ve hassas sorusuna, "Türkiye'nin bu gelişmeler ışığında durumu
nedir, ne yapmalı, nasıl durmalı?
Küreselleşen tarım ve yeni dünya düzeni
Dünya Ticaret Örgütü, kimsenin diğerine "öteki" muamelesi
yapmamasını hedefliyor. Dopingsiz hangi hızla koşuyorsan, dünya
ticaretinde o kadar varsın. Tarım da aynı.
Türk tarımı yeni dönemde tarihi bir sınav verecek
Dünya Ticaret Örgütü'nün 31 Temmuz tarihinde aldığı kararlar Türkiye
tarımını yakından ilgilendiriyor. Eğer bu örgüte ve aldığı kararlara
"Fransız" kalırsak, dünya tarım ticaretinin dışına düşmeye
mahkûm oluruz.
Karadeniz kıyılarını gezenler bilirler, Trabzon-Rize arasında
kıyıyı takip ederken, bir restoranın bin beş yüz metre "geride"
kaldığını bildiren bir pano vardır... "Bilmem ne restoran
bin beş yüz metre geridedir" Türkiye'nin ve dünyanın genel
gidişatını okumak ve bu gidişata göre tavır almak konusundaki
duruşumuz da Karadeniz'deki restoran ilanına benziyor... "Değerlendirmeniz
gereken gelişme ve buna göre almanız gereken tavır bin beş yüz
metre geride kalmıştır." Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) 31
temmuzu 1 ağustosa bağlayan gece aldığı kararların değerlendirilmesi
de böyle oldu... Dünya Ticaret Örgütü'nün en çetrefil iki dosyasından
birini tarım, diğerini ilaç oluşturuyor. Tarımla ilgili kararların
piyasa şartlarında işleme noktasına taşınması çok zorlu bir yoldan
geçerek gelişiyor. Dünya Ticaret Örgütü tarım konusunda 2001 yılından
beri sonuç alamıyordu. 2001 yılında Daho'da yapılan toplantıda
tarım konusunda ortak bir çözüme varamayınca toplantılar 2003
yılına kadar ertelendi. Dünya Ticaret Örgütü 2003 yılında Meksika'da
yeniden toplandı. Ancak toplantı fiyasko ile sonuçlandı. Eğer
bu kez de bir çerçeve anlaşma imzalanmasaydı işler iyice sarpa
saracaktı. Neyse ki böyle olmadı. Tarım ticaretinin piyasaya uyum
sağlaması için bir "çerçeve anlaşma" imzalandı. Şimdi
bu çerçeve anlaşmasının içi, gelecek yıl eylül ayında Hong-Kong'da
yapılacak toplantıda doldurulacak. Bu kısa yazı dizisinin amacı,
yeryüzünün genel eğilimi ışığında Dünya Ticaret Örgütü'nü, örgütün
aldığı son kararları ve bunun Türk ekonomisine etkilerini değerlendirmek...
'HIZ ÇAĞINDAYIZ'
Çağımız hız çağı... Bugün birisine "dün gece uyuyamadım"
dediğiniz vakit, onu sadece bir tek cümle olarak algılıyor. Ardında
sekiz saatlik bir çilenin yattığını duymuyor. O sekiz saatlik
çilenin ardında ise ne gibi bir huzursuzluk olabileceğini ise
hiç merak etmiyor. Aşağı yukarı her konu böyle... Dünya Ticaret
Örgütü'nün bir ağustosta açıklanan kararını da, "dün gece
uyuyamadım"a gösterilen duyarsızlıkla sadece bir cümle gibi
algılanacak konuma düşürmemek lazım... Dünyanın dünden gelen,
bugünü kapsayan ve yarına doğru uzanan bir istikameti var... Dünya
Ticaret Örgütü'nü ve onun kararlarını böyle bir süreçten gözlemek
gerek... Z a t e n Türk tarımı için alınması gereken acil önlemleri
de o gidişat zorlamakta... Geçenlerde, bir başyazar çok içten
bir şekilde "Daha doğrusu günlük hay huyumuz içinde Dünya
Ticaret Örgütü'nün ne zaman ne karar aldığını izlemek gibi bir
şey bulunmadığından, biz fark edememişiz" diye yazdı... Halbuki,
Dünya Ticaret Örgütü'- nün kararları herkesin günlük ekmeğini
yakından ilgilendirdiği için her icraatı yeryüzünde ve dünya medyasında
olay olur... Nihayetinde bu, sınırların kalktığı bir dünyada,
gümrüklerin de kalktığı bir ticaret anlayışının ve uygulamasının
yerleşmesi için savaşan bir örgüt... DTÖ, Küreselleşmenin yerli
yerine oturduğu, hiç kimsenin diğerine "öteki" muamelesi
yapmadığı bir dünya amaçlıyor. Bu, ticarette de geçerli olmaya
başlıyor. Hiç kimse, milliyetçi bir anlayışla diğerine "yabancı"
muamelesi yapamayacak... Çünkü bugünkü dünyada asıl mesele, hiç
bir etiketin ya da paravanın arkasına sığınmadan ne kadar rekabet
edebildiğinde düğümleniyor... Çıplak rekabet etme gerçeğine sırt
çeviren ve bu kabiliyette olmayan bir anlayış günümüzün gerçekleriyle
çelişiyor...
1995 YILINDA KURULDU
Dopingsiz hangi hızla koşuyorsan, o kadar varsın... Dünya ticaretinin
almaya başladığı yeni biçim bu... Ve tarım da bunun dışında kalamayacak...
Konunun detayına girmeden önce, başyazarın itirafını gözönüne
alarak gerilere gitme ihtiyacı duydum... Dünya Ticaret Örgütü'nün
babası sayılan ilk adım GATT'tır... Gümrük Tarifeleri ve Ticaret
Genel Anlaşması... GATT, yirmi üç ülke tarafından 1947 yılında
Cenevre'de imzalanan ve geçici bir düzenleme olarak bakılan bir
anlaşma... Amaç, taraf ülkeler arasında miktar kısıtlamalarını
kaldırmak ve gümrük vergilerinin indirilmesini sağlamak... Bu
anlaşma o zaman sadece sanayi malları için imzalanmış... Ne ki,
geçici olarak yapılan bu düzenleme 1995 yılına kadar dünya ticaretini
liberalleştirmek için uğraştı ve çok da başarılı oldu. 1995 yılında
ise Dünya Ticaret Örgütü'nü doğurdu... Yeni yapı çok daha gelişmiş
ve modern olarak dünyaya geldi... Aradaki farkları saymadan önce,
1953 yılına geri dönüp bir bakmakta yarar var. Türkiye, 1953 yılında
GATT üyesi olmuş... Almanakdan 1953 yılının olaylarına baktım...
Almanakta Aydın Verem Hastanesi ve Bafra içme suyu tesislerinin
açıldığı vardı ama GATT üyeliği yoktu...
ALO AMERİKA MI?
Amerika ile telefon hatlarının da bu yıl açıldığını ve Uşak ilinin
"tesis edildiğini" de gene bu almanaktan öğrendim...
Acaba 1953 yılından beri, kamuoyunda GATT üzerine yazılan yazı
ve yapılan inceleme kaç tanedir diye de aklıma takıldı. Neyse
biz konumuza dönelim... GATT, kuruluşundan bu yana sekiz kez çoktaraflı
ticaret müzakeresi yaparak ticarette büyük bir serbestleşme sağladı.
Sadece imalat sanayi ürünlerini kapsayan bu müzakereler sonucu,
gelişmiş ülkelerin gümrük duvarları yüzde kırktan yüzde 6'ya düştü...
ANLAYIŞ DEĞİŞTİ
Son müzakereler 1986 ila 1993 yılları arasında Uruguay'ın Punta
del Este kentinde sürdü... Bu müzakereler ertesinde gümrükleri
sürekli bir düzenlemeye tabii tutan 22.500 sayfalık bir anlaşma
imzalandı... Bu anlaşmada tüm üye ülkelerin gümrük tarifeleri
yer aldı. Dünyada korumacılık büyük ölçüde azaltıldı... Dünya
Ticaret Örgütü ise, 1994 yılında hukuken, 1995 yılında da fiilen
hayat buldu... Dünya Ticaret Örgütü, GATT'tan farklı olarak sadece
imalat sanayi değil tarımı ve çağın gerekleri sonucu "fikri
mülkiyet haklarını" da kapsıyor... 1947 yılında yapılan GATT
Anlaşması, yerini sadece yeni bir kurumsal yapıya bırakmıyor,
mal ticaretinden fikir ticaretine de geçiyordu... Böyle bir örgütün
ve anlayışın tarımı eskisi gibi bakması da söz konusu olamazdı...
Bu nedenle Dünya Ticaret Örgütü, tarım alanındaki, piyasa ekonomisinin
çalışmasına aykırı tüm engelleri ortadan kaldırmayı hedef aldı...
SINIRLAR KALKIYOR
Ticaret eskisi gibi "en çok kayrılan ülke" ya da "milli
muamele" korumasından arkasına saklanamayacaktı... Herhangi
bir ülke bir diğerine "en çok kayrılan ülke muamelesi"
yaparsa, bu avantajlardan geri kalanlar da yararlanacaktı... Ya
da bir ülke yurt içinde "yerli malı ya da hizmet" ayrımı
yapmak için vergi veya muamelelerde farklılığa giderse, bunlardan
yabancı mal ve hizmetler de yararlanacaktı... Kısacası, sınırlar
kalktıkça gümrükler de kalkıyordu... Biz bu konuya ve Dünya Ticaret
Örgütü'ne Fransız da kalsak, "mutfakta biri var" ve
dünya ticaretinin tümüyle doğallaşmasını kotarıp duruyor. Tarımı
da bu çerçevede değerlendirmek gerek... Biz de zaten bunu yapacağız...
Verimliliği artıran kazanacak
Gündemde olması gereken iki sihirli sözcük var: Rekabet ve verimlilik.
Tarımın geleceğini onlar belirleyecek Amaç Türkiye tarımı dibe
vurmadan, çok ağır toplumsal faturalar ödemeden endişe verici
durumdan kurtulmak.
148 üyeli Dünya Ticaret Örgütü 1995 yılında kuruldu. Amacı dünya
ticaretini, tarımı da kapsayarak, piyasa şartlarında yarışan özgür
bir rekabet ortamına kavuşturmak. Bunun tüm dünyayı daha zenginleştireceğine
inanılıyor. Dünya Ticaret Örgütü, kuruluşunda, ilk on yılı hedefleyen
kararlar aldı. Bunları dün özetledik. Gelecek yıl ilk on yıllık
süre dolmuş oluyor. İlk tedbirleri ise gene dün özetlediğimiz
Çerçeve Anlaşma doğrultusundakiler izleyecek. O Çerçeve Anlaşma'nın
içi, gelecek yıl Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Kurulu'nun Hong-Kong'ta
yapacağı toplantıda olacak. Ancak görülen o ki gümrük duvarları,
iç destekler, ihracata teşvik inmeye devam edecek. Görülebilir
bir zaman içinde de tarım ticareti, desteksiz, korumasız, çıplak
bir şekilde piyasa koşullarında yarışacak... Burası konunun Türkiye'de
en duyulmak istenmeyen noktası. "Dünya pazarlarında kendi
verimliliğini esas alarak üretip rekabet etmek" konusu, bir
anda dinleyeni sanki sağırlaştırıyor...
İKİ SİHİRLİ SÖZCÜK
Dünya Ticaret Örgütü'nün aldığı kararlar ışığında Türk tarımının
geleceği tartışıldığında büyük bir ihtimalle "verimlilik"
ve "rekabet" kavramları konunun içine dahil edilmeye-ceğinden
ve gizli ya da açık bir şekilde "Devlet bize para vermeye
devam edecek mi, etme-yecek mi?" sorusunun cevabı araştırılaca-ğından,
bu önemli sorunu ciddi bir biçimde ele almak Türkiye için güç
olacak. Her alanda ama özellikle tarımda, yapısal sorunlara el
atmadan durumu geçici önlemlerle hazineden para dağıtarak koruma
dönemi epeydir sona erdi. Şimdi süreç daha da hızlanacak. Artık
gündemde olması gereken iki sihirli sözcük var, "verimlilik"
ve "rekabet"... Ne ki, siyasi endişelerle abartılmış
desteklerle zehirlenmiş bir zihniyete bu kavramlar, pek anlamlı
gelmeyecek. Dün Alibeyköyü'nde yaşananlar ile tarımdaki zihniyet
arasında özünde fark yok... 1950 yılından beri yerli ve yabancı
uzmanlar oralara bina yapmanın cinayet olacağını söyler durur...
Ancak taşradan gelen kitlelere oraları peşkeş çekilmiştir... Orada
yaşayanlar da Eyüp Belediyesi' nin ısrarlı taleplerine ve yer
göster-mesine aldırmadan yasadışı birkaç kat çıkmak için, her
yağmurda yaşanan insan ve eşya kıyı-mına rağmen orayı terketmezler.
Bu toplumsal zihniyeti nasıl düzeltebiliriz ki? Dibe vurmadan
durumu anlamakta zorlanıyoruz.
TÜRK TARIMININ DURUMU
Şimdi amaç dibe vurmadan, çok ağır toplumsal faturalar ödemeden
Türk tarımındaki endişe verici durumdan kurtulmak... Bunun için
zafiyetlerimizin bilinçlerde bir kez daha netleştirilmesi gerek...
Allahtan Avrupa Birliği süreci sayesinde bu yapılmakta... AB'nin
Ortak Tarım Politikası'na uyum için mevcudun resmi çoktan çekildi,
yapılması gerekenler belirlendi... Bunu bir kez daha birlikte
2001 yılında hazırlanan "Türkiye Ulusal Programı"ndan
izleyelim: ".... çoğu tarımsal üründe özellikle hayvansal
ürünlerde tarım işletmelerinin yapı-sındaki bozukluk, teknoloji
kullanımdaki yeter-sizlik, düşük verimlilik gibi sorunlar mevcuttur.
Türkiye'deki tarım işletmelerinin kullandıkları arazi miktarı
küçük ölçekte, birbirinden uzak ve çok sayıda parçalardan meydana
gelmiştir. Arazi parçalılığı da Medeni Kanundaki miras hükümleri,
alım ve satışlar, kanal ya da yol inşa-sı ve bunun gibi nedenlerle
gittikçe artmakta ve tarım işletmeleri ekonomik işletme büyüklükleri-nin
altına düşmektedir." Bu tespit, duyan kulaklar için, mevcut
işletmelerin çoğunluğunun ekonomik açıdan değer yaratamayacağının
tespiti. Düşünün ki Türkiye'de işletme başına düşen ortalama arazi
59 dekardır. AB ortalaması ise neredeyse üç misline yakın yani
174 dekardır... Bu haliyle, Türk tarımının ne AB ile ne de dünya
ile rekabet edecek hali var... Zaten, Dünya Ticaret Örgütü'nün
tarımdaki korumayı da, desteği kaldıran bir aşamaya ilerlemesi
bundan dolayı önemli... Son alarmlar bunlar...
TOPLUMSAL DEVRİM
Dünya Ticaret Örgütü'nün son kararları, Türkiye'nin vaktinin kalmadığını
ve tarımın bugünkü haliyle devam edemeyeceğini hatırlatması açısından
önemli... Zaten bu konu, yeniden AB ile müzakerelerde de gündeme
gelecek... Türkiye'nin şimdi yok saydığı tarım günlük hayatın
en önemli konusu olacak. Türk tarımı son kararlar ertesinde ne
olur? Cevap kısa ve net: Çok sıkı bir şekilde silkinmezsek yok
olur...
Sulanabilir arazilerin yarısı sulanıyor
Türkiye'de işletme başına düşen ortalama arazi 59 dekar. AB ortalaması
ise neredeyse üç misline yakın yani 174 dekar. AB'nin ortalama
aktif tarım nüfusu yüzde 4. Türkiye'de bu oran yüzde 34... Tarımda
Türkiye'nin istihdam yapısındaki en büyük grup olan "aile
yanında ücretsiz çalışan" beş-altı milyon insan var. Türkiye'nin
özellikle, verimlilik rekabet gücünü artırması lazım. Bunun için
kırsal ve tarımsal yapının ve tarım işletmelerinin yapısının hızla
iyileştirilmesi ve etkin teknoloji kullanımına geçilmesi gerekiyor.
Ne yapmalı?..
Peki, o halde ne yapmalı? Bunun da cevabını gene Ulusal Program'dan
verelim: "Türkiye özellikle, verimlilik ve rekabet gücünün
artmasına imkan verecek, kırsal ve tarımsal alt yapının ve tarım
işletmelerinin yapısının iyileştirilmesi ve etkin teknoloji kullanımı
politikaları ile tarım ürünleri fiyatlarını-maliyetlerini AB fiyatlarına
yaklaştırmalıdır. Bunun için de tarımsal alt yapının ve tarım
işletmelerinin yapısının iyileştirilmesi çerçevesinde mülkiyet
ve arazi tasarruf rejiminin ıslahı, toprak koruma ve muhafazası,
drenaj ve sulama çalışmaları gibi tedbir ve faaliyetler ülke çapında
alınmalıdır." Tabii bir iki çok temel konuyu da bir kez daha
hatırlatmalıyız. AB'nin ortalama aktif tarım nüfusu yüzde 4...
Türkiye'de bu oran yüzde 34... Tarımda Türkiye'nin istihdam yapısındaki
en büyük grup olan "aile yanında ücretsiz çalışan" beş-altı
milyon insan var... Bunlar kısaca gizli işsizler... Çağdaş ülkeler
ile aramızdaki bu nüfus uçurumu tarım konusunun ilk maddesi olmadıkça
ciddi yol alınması mümkün değil... İkincisi, alt yapıda da hazin
durumlar var... Düşünün ki, "sulanabilir arazilerin ancak
hala yarısı sulanmakta... Bu da nüfus kadar önemli ikinci bir
konu... Siz hala sekiz milyon hektarlık arazinin yarısını suluyorsanız
diğer yarısına ancak hububat ekebilirsiniz... O da zenginlik getirmez.
Mutfakta biri var
23 ülke tarafından 1947 yılında kurulan GATT, 1995 yılında Dünya
Ticaret Örgütü adını aldı. O günden bu yana Dünya Ticaret Örgütü'nün
kararları herkesin günlük ekmeğini yakından ilgilendirdiği, mutfakta
biri olduğu için dünya medyasında olay olur. Biz fazla ilgi göstermesek
de DTÖ'nün imzaladığı son anlaşma Türkiye tarımını da yakından
ilgilendiriyor.
|
GÜNDEM
>>
DTÖ'nün
açmazı tarım
>>
Tarıma
rekabet geliyor
>>
1 katrilyon don zararı
>>
Yoksa tarımımız küçülmüyor da çöküyor mu?

ANA
SAYFAYA DÖN



|