GÜNDEM

 
Tarıma Rekabet Geliyor

Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ), Cenevre'de 27 Temmuz'da başlayıp 1 Ağustos'ta sona eren ve DTÖ'nun Taylandlı Başkanı Supachi Panitchpakdi'nin "tarihi" olarak nitelediği toplantıda belirlenen Çerçeve Anlaşması'nın Türkiye için önemi ne? Bu sorunun cevabını vermeden önce, DTÖ'nün tarımla ilgili kurumsal hedefini özetleyelim.

NASIL BİR DÜNYA TARIMI?
DTÖ'nün karar alırken oylama yöntemini benimsemeyip, görüş birliği araması da çok önemli bir özelliği. Tarım konusundaki çabaların son toplantıya kadar istenilen yolu alamamasının nedeni de bu. Son toplantıda kabul gören tarım konusundaki "Çerçeve Anlaşma" da çok farklı çıkarlara ve o çıkarlar ardında toplanan üye ülkelere rağmen görüş birliği ile alındı. GATT'ın kendini de feshettiği son müzakere turlarının yapıldığı Urugay toplantısında, tarımı da DTÖ kapsamına aldı. Üyeler, tarım ülkelerinden yapılan ithalatta uyguladıkları gümrükleri indirerek pazara girişi kolaylaştıracaklar, iç üretimdeki destekleri ve ihracata uyguladıkları teşviki azaltacaklar. Kısacası tarım ticaretini serbest rekabet şartları altında yürütecekler. Bunun teknik olarak mümkün olması için üç aşama tespit edilmiş: 1- Pazara giriş 2- İç destekler ve 3- İhracatta sübvansiyonlar. Pazara giriş için varılan anlaşmaya göre, gelişmiş ülkeler altı yıl içinde yüzde 36, gelişme yolundaki ülkeler de on yıl içinde yüzde 24 nispetinde gümrük vergilerinde indirim yapacak. İç desteklere gelince, 1986 ila 1988 yılları arasındaki tarifeler esas alınacak. Gelişmiş ülkeler altı yıl içinde tarıma verdikleri desteklerinde yüzde 20, gelişmekte olan ülkeler ise on yıl içinde yüzde 13.33 oranında indirime gidecek. İç destekler konusunda bir istisna ise asgari desteklerdir. Asgari destek, o malın üretim değerinin Gelişmekte olan ülkelerde yüzde onunu, gelişmiş ülkelerde ise yüzde beşini geçmemesi gerekmektedir. Türkiye'deki destekleme alımları, ürünün üretim değerinin yüzde onunun altında kaldığı için, ülke olarak burada bir sorun yaşamayacağız. İhracat sübvansiyonları da aynen diğer iki konu gibi indirim hedeflidir. Bütçe harcamalarından ve sübvansiyonlardan yararlanan ürün adedinin sınırlanması istenmektedir. Buna göre gelişmiş ülkeler, anlaşma yapıldığından itibaren altı yıl içinde, bütçedeki ihracata yönelik destek harcamalarını yüzde 36, sübvansiyonlardan yararlanan ürün sayısını da yüzde 24 oranında azaltacak. Bu oranlar, Gelişmekte olan ülkeler için ise sırasıyla on yıl içinde yüzde 24 ve yüzde 14'tür. Esas alınacak dönem kimi ülkeler için 1986 ile 1990, bazısı için 1991 ile 1992'dir. DTÖ'nun tarımda, tüm desteklerden arındırılmış son durağa gitmeden önce, acilen hedeflediği çerçeve bundan ibaret. Bu hedefler temel bir mutabakat sağlamış ama herkesin çıkarı farklılaşınca arabayı yola koymak kolay olmamış. Bu nedenle son anlaşmayı arabayı yeniden yola koymak olarak niteleyenler de var. Peki, neden daha bir anlaşma sağlanamadan araba yoldan çıktı: Bunu anlamak için, DTÖ'nün içindeki farklı çıkar gruplarının kısa bir anlatımını yapmak gerekiyor. Bunlar öyle çelişiyor ki Dünya Ticareti'nin ancak yüzde on beşini oluşturan tarımsal ve tarıma dayalı endüstri malları, DTÖ'nün pazarlıklarının yüzde 85'ini oluşturuyor... Çünkü, öncelikle zengin Kuzey ile fakir Güney arasında bir çelişki var... Fakir ülkeler, zenginlerin tarım ihracatında uyguladıkları sübvansiyona son vermesini istiyor. Aynı zamanda endüstriyel ürünlere de pazarlarını açmalarını talep ediyor. Ne ki, çelişki bu kadarla sınırlı değil. Fransa'nın, tüm Avrupa köylülerinin sözcülüğüne soyunmuş, bu nedenle de hem AB'nin tavrını eleştirip, hem de Amerika Birleşik Devletleri'ne muhalif bir duruşu var.

ABD'YE TAVIR VAR
Amerika'ya tavır alanlar sadece AB, Fransa değil. Gelişmekte olan ülkeler arasında da AB muhalifleri var. Karışıklık bu kadarla da bitmiyor. Dünyanın en büyük tarım ithalatçısı ülkeleri birleştiren On'lar Grubu var. Bu grubun içinde İsviçre, Japonya, İsrail, Güney Kore bulunuyor... Bu grup kendileri için hassas olarak niteledikleri ürünler için hem sübvansiyonları, hem de yüksek gümrük duvarlarını savunuyorlar... Örneğin, Japonya'da pirinç ithalatı için uygulanan gümrük duvarı yüzde 500... En büyük tarım ürünü ihracatçıları da On Yedi'ler olarak toplanmış bulunuyor... Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda bunlardan... Bu grup esas olarak ABD'yi hedef almış durumda. Sübvansiyonların ve yüksek korumanın kaldırılmasını istiyorlar. Tarım ürünleri ihracatçısı olan ama On Yedi'ler gibi çok gelişmemiş olanlar da, Yirmi'leri oluşturuyor. Bunların liderliğini dünyanın en büyük soya ve şeker üreticisi olan Brezilya yapıyor. Yirmi'ler de sübvansiyonların tümünün kaldırılmasını istemekte... Diğer gruptan belki de tek farkı gümrük duvarlarının zamana yayılarak kademeli kaldırılmasını istemek. DTÖ tüm bu farklı çıkarları bir Çerçeve Anlaşma içinde toparladı. Anlaşmaya biraz da bu nedenle "tarihi" denmekte. Şimdi geliyoruz dizinin en önemli ve hassas sorusuna, "Türkiye'nin bu gelişmeler ışığında durumu nedir, ne yapmalı, nasıl durmalı?

Küreselleşen tarım ve yeni dünya düzeni
Dünya Ticaret Örgütü, kimsenin diğerine "öteki" muamelesi yapmamasını hedefliyor. Dopingsiz hangi hızla koşuyorsan, dünya ticaretinde o kadar varsın. Tarım da aynı.

Türk tarımı yeni dönemde tarihi bir sınav verecek
Dünya Ticaret Örgütü'nün 31 Temmuz tarihinde aldığı kararlar Türkiye tarımını yakından ilgilendiriyor. Eğer bu örgüte ve aldığı kararlara "Fransız" kalırsak, dünya tarım ticaretinin dışına düşmeye mahkûm oluruz.

Karadeniz kıyılarını gezenler bilirler, Trabzon-Rize arasında kıyıyı takip ederken, bir restoranın bin beş yüz metre "geride" kaldığını bildiren bir pano vardır... "Bilmem ne restoran bin beş yüz metre geridedir" Türkiye'nin ve dünyanın genel gidişatını okumak ve bu gidişata göre tavır almak konusundaki duruşumuz da Karadeniz'deki restoran ilanına benziyor... "Değerlendirmeniz gereken gelişme ve buna göre almanız gereken tavır bin beş yüz metre geride kalmıştır." Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) 31 temmuzu 1 ağustosa bağlayan gece aldığı kararların değerlendirilmesi de böyle oldu... Dünya Ticaret Örgütü'nün en çetrefil iki dosyasından birini tarım, diğerini ilaç oluşturuyor. Tarımla ilgili kararların piyasa şartlarında işleme noktasına taşınması çok zorlu bir yoldan geçerek gelişiyor. Dünya Ticaret Örgütü tarım konusunda 2001 yılından beri sonuç alamıyordu. 2001 yılında Daho'da yapılan toplantıda tarım konusunda ortak bir çözüme varamayınca toplantılar 2003 yılına kadar ertelendi. Dünya Ticaret Örgütü 2003 yılında Meksika'da yeniden toplandı. Ancak toplantı fiyasko ile sonuçlandı. Eğer bu kez de bir çerçeve anlaşma imzalanmasaydı işler iyice sarpa saracaktı. Neyse ki böyle olmadı. Tarım ticaretinin piyasaya uyum sağlaması için bir "çerçeve anlaşma" imzalandı. Şimdi bu çerçeve anlaşmasının içi, gelecek yıl eylül ayında Hong-Kong'da yapılacak toplantıda doldurulacak. Bu kısa yazı dizisinin amacı, yeryüzünün genel eğilimi ışığında Dünya Ticaret Örgütü'nü, örgütün aldığı son kararları ve bunun Türk ekonomisine etkilerini değerlendirmek...

'HIZ ÇAĞINDAYIZ'
Çağımız hız çağı... Bugün birisine "dün gece uyuyamadım" dediğiniz vakit, onu sadece bir tek cümle olarak algılıyor. Ardında sekiz saatlik bir çilenin yattığını duymuyor. O sekiz saatlik çilenin ardında ise ne gibi bir huzursuzluk olabileceğini ise hiç merak etmiyor. Aşağı yukarı her konu böyle... Dünya Ticaret Örgütü'nün bir ağustosta açıklanan kararını da, "dün gece uyuyamadım"a gösterilen duyarsızlıkla sadece bir cümle gibi algılanacak konuma düşürmemek lazım... Dünyanın dünden gelen, bugünü kapsayan ve yarına doğru uzanan bir istikameti var... Dünya Ticaret Örgütü'nü ve onun kararlarını böyle bir süreçten gözlemek gerek... Z a t e n Türk tarımı için alınması gereken acil önlemleri de o gidişat zorlamakta... Geçenlerde, bir başyazar çok içten bir şekilde "Daha doğrusu günlük hay huyumuz içinde Dünya Ticaret Örgütü'nün ne zaman ne karar aldığını izlemek gibi bir şey bulunmadığından, biz fark edememişiz" diye yazdı... Halbuki, Dünya Ticaret Örgütü'- nün kararları herkesin günlük ekmeğini yakından ilgilendirdiği için her icraatı yeryüzünde ve dünya medyasında olay olur... Nihayetinde bu, sınırların kalktığı bir dünyada, gümrüklerin de kalktığı bir ticaret anlayışının ve uygulamasının yerleşmesi için savaşan bir örgüt... DTÖ, Küreselleşmenin yerli yerine oturduğu, hiç kimsenin diğerine "öteki" muamelesi yapmadığı bir dünya amaçlıyor. Bu, ticarette de geçerli olmaya başlıyor. Hiç kimse, milliyetçi bir anlayışla diğerine "yabancı" muamelesi yapamayacak... Çünkü bugünkü dünyada asıl mesele, hiç bir etiketin ya da paravanın arkasına sığınmadan ne kadar rekabet edebildiğinde düğümleniyor... Çıplak rekabet etme gerçeğine sırt çeviren ve bu kabiliyette olmayan bir anlayış günümüzün gerçekleriyle çelişiyor...

1995 YILINDA KURULDU
Dopingsiz hangi hızla koşuyorsan, o kadar varsın... Dünya ticaretinin almaya başladığı yeni biçim bu... Ve tarım da bunun dışında kalamayacak... Konunun detayına girmeden önce, başyazarın itirafını gözönüne alarak gerilere gitme ihtiyacı duydum... Dünya Ticaret Örgütü'nün babası sayılan ilk adım GATT'tır... Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması... GATT, yirmi üç ülke tarafından 1947 yılında Cenevre'de imzalanan ve geçici bir düzenleme olarak bakılan bir anlaşma... Amaç, taraf ülkeler arasında miktar kısıtlamalarını kaldırmak ve gümrük vergilerinin indirilmesini sağlamak... Bu anlaşma o zaman sadece sanayi malları için imzalanmış... Ne ki, geçici olarak yapılan bu düzenleme 1995 yılına kadar dünya ticaretini liberalleştirmek için uğraştı ve çok da başarılı oldu. 1995 yılında ise Dünya Ticaret Örgütü'nü doğurdu... Yeni yapı çok daha gelişmiş ve modern olarak dünyaya geldi... Aradaki farkları saymadan önce, 1953 yılına geri dönüp bir bakmakta yarar var. Türkiye, 1953 yılında GATT üyesi olmuş... Almanakdan 1953 yılının olaylarına baktım... Almanakta Aydın Verem Hastanesi ve Bafra içme suyu tesislerinin açıldığı vardı ama GATT üyeliği yoktu...

ALO AMERİKA MI?
Amerika ile telefon hatlarının da bu yıl açıldığını ve Uşak ilinin "tesis edildiğini" de gene bu almanaktan öğrendim... Acaba 1953 yılından beri, kamuoyunda GATT üzerine yazılan yazı ve yapılan inceleme kaç tanedir diye de aklıma takıldı. Neyse biz konumuza dönelim... GATT, kuruluşundan bu yana sekiz kez çoktaraflı ticaret müzakeresi yaparak ticarette büyük bir serbestleşme sağladı. Sadece imalat sanayi ürünlerini kapsayan bu müzakereler sonucu, gelişmiş ülkelerin gümrük duvarları yüzde kırktan yüzde 6'ya düştü...
ANLAYIŞ DEĞİŞTİ
Son müzakereler 1986 ila 1993 yılları arasında Uruguay'ın Punta del Este kentinde sürdü... Bu müzakereler ertesinde gümrükleri sürekli bir düzenlemeye tabii tutan 22.500 sayfalık bir anlaşma imzalandı... Bu anlaşmada tüm üye ülkelerin gümrük tarifeleri yer aldı. Dünyada korumacılık büyük ölçüde azaltıldı... Dünya Ticaret Örgütü ise, 1994 yılında hukuken, 1995 yılında da fiilen hayat buldu... Dünya Ticaret Örgütü, GATT'tan farklı olarak sadece imalat sanayi değil tarımı ve çağın gerekleri sonucu "fikri mülkiyet haklarını" da kapsıyor... 1947 yılında yapılan GATT Anlaşması, yerini sadece yeni bir kurumsal yapıya bırakmıyor, mal ticaretinden fikir ticaretine de geçiyordu... Böyle bir örgütün ve anlayışın tarımı eskisi gibi bakması da söz konusu olamazdı... Bu nedenle Dünya Ticaret Örgütü, tarım alanındaki, piyasa ekonomisinin çalışmasına aykırı tüm engelleri ortadan kaldırmayı hedef aldı...

SINIRLAR KALKIYOR
Ticaret eskisi gibi "en çok kayrılan ülke" ya da "milli muamele" korumasından arkasına saklanamayacaktı... Herhangi bir ülke bir diğerine "en çok kayrılan ülke muamelesi" yaparsa, bu avantajlardan geri kalanlar da yararlanacaktı... Ya da bir ülke yurt içinde "yerli malı ya da hizmet" ayrımı yapmak için vergi veya muamelelerde farklılığa giderse, bunlardan yabancı mal ve hizmetler de yararlanacaktı... Kısacası, sınırlar kalktıkça gümrükler de kalkıyordu... Biz bu konuya ve Dünya Ticaret Örgütü'ne Fransız da kalsak, "mutfakta biri var" ve dünya ticaretinin tümüyle doğallaşmasını kotarıp duruyor. Tarımı da bu çerçevede değerlendirmek gerek... Biz de zaten bunu yapacağız...

Verimliliği artıran kazanacak
Gündemde olması gereken iki sihirli sözcük var: Rekabet ve verimlilik. Tarımın geleceğini onlar belirleyecek Amaç Türkiye tarımı dibe vurmadan, çok ağır toplumsal faturalar ödemeden endişe verici durumdan kurtulmak.

148 üyeli Dünya Ticaret Örgütü 1995 yılında kuruldu. Amacı dünya ticaretini, tarımı da kapsayarak, piyasa şartlarında yarışan özgür bir rekabet ortamına kavuşturmak. Bunun tüm dünyayı daha zenginleştireceğine inanılıyor. Dünya Ticaret Örgütü, kuruluşunda, ilk on yılı hedefleyen kararlar aldı. Bunları dün özetledik. Gelecek yıl ilk on yıllık süre dolmuş oluyor. İlk tedbirleri ise gene dün özetlediğimiz Çerçeve Anlaşma doğrultusundakiler izleyecek. O Çerçeve Anlaşma'nın içi, gelecek yıl Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Kurulu'nun Hong-Kong'ta yapacağı toplantıda olacak. Ancak görülen o ki gümrük duvarları, iç destekler, ihracata teşvik inmeye devam edecek. Görülebilir bir zaman içinde de tarım ticareti, desteksiz, korumasız, çıplak bir şekilde piyasa koşullarında yarışacak... Burası konunun Türkiye'de en duyulmak istenmeyen noktası. "Dünya pazarlarında kendi verimliliğini esas alarak üretip rekabet etmek" konusu, bir anda dinleyeni sanki sağırlaştırıyor...

İKİ SİHİRLİ SÖZCÜK
Dünya Ticaret Örgütü'nün aldığı kararlar ışığında Türk tarımının geleceği tartışıldığında büyük bir ihtimalle "verimlilik" ve "rekabet" kavramları konunun içine dahil edilmeye-ceğinden ve gizli ya da açık bir şekilde "Devlet bize para vermeye devam edecek mi, etme-yecek mi?" sorusunun cevabı araştırılaca-ğından, bu önemli sorunu ciddi bir biçimde ele almak Türkiye için güç olacak. Her alanda ama özellikle tarımda, yapısal sorunlara el atmadan durumu geçici önlemlerle hazineden para dağıtarak koruma dönemi epeydir sona erdi. Şimdi süreç daha da hızlanacak. Artık gündemde olması gereken iki sihirli sözcük var, "verimlilik" ve "rekabet"... Ne ki, siyasi endişelerle abartılmış desteklerle zehirlenmiş bir zihniyete bu kavramlar, pek anlamlı gelmeyecek. Dün Alibeyköyü'nde yaşananlar ile tarımdaki zihniyet arasında özünde fark yok... 1950 yılından beri yerli ve yabancı uzmanlar oralara bina yapmanın cinayet olacağını söyler durur... Ancak taşradan gelen kitlelere oraları peşkeş çekilmiştir... Orada yaşayanlar da Eyüp Belediyesi' nin ısrarlı taleplerine ve yer göster-mesine aldırmadan yasadışı birkaç kat çıkmak için, her yağmurda yaşanan insan ve eşya kıyı-mına rağmen orayı terketmezler. Bu toplumsal zihniyeti nasıl düzeltebiliriz ki? Dibe vurmadan durumu anlamakta zorlanıyoruz.

TÜRK TARIMININ DURUMU
Şimdi amaç dibe vurmadan, çok ağır toplumsal faturalar ödemeden Türk tarımındaki endişe verici durumdan kurtulmak... Bunun için zafiyetlerimizin bilinçlerde bir kez daha netleştirilmesi gerek... Allahtan Avrupa Birliği süreci sayesinde bu yapılmakta... AB'nin Ortak Tarım Politikası'na uyum için mevcudun resmi çoktan çekildi, yapılması gerekenler belirlendi... Bunu bir kez daha birlikte 2001 yılında hazırlanan "Türkiye Ulusal Programı"ndan izleyelim: ".... çoğu tarımsal üründe özellikle hayvansal ürünlerde tarım işletmelerinin yapı-sındaki bozukluk, teknoloji kullanımdaki yeter-sizlik, düşük verimlilik gibi sorunlar mevcuttur. Türkiye'deki tarım işletmelerinin kullandıkları arazi miktarı küçük ölçekte, birbirinden uzak ve çok sayıda parçalardan meydana gelmiştir. Arazi parçalılığı da Medeni Kanundaki miras hükümleri, alım ve satışlar, kanal ya da yol inşa-sı ve bunun gibi nedenlerle gittikçe artmakta ve tarım işletmeleri ekonomik işletme büyüklükleri-nin altına düşmektedir." Bu tespit, duyan kulaklar için, mevcut işletmelerin çoğunluğunun ekonomik açıdan değer yaratamayacağının tespiti. Düşünün ki Türkiye'de işletme başına düşen ortalama arazi 59 dekardır. AB ortalaması ise neredeyse üç misline yakın yani 174 dekardır... Bu haliyle, Türk tarımının ne AB ile ne de dünya ile rekabet edecek hali var... Zaten, Dünya Ticaret Örgütü'nün tarımdaki korumayı da, desteği kaldıran bir aşamaya ilerlemesi bundan dolayı önemli... Son alarmlar bunlar...

TOPLUMSAL DEVRİM
Dünya Ticaret Örgütü'nün son kararları, Türkiye'nin vaktinin kalmadığını ve tarımın bugünkü haliyle devam edemeyeceğini hatırlatması açısından önemli... Zaten bu konu, yeniden AB ile müzakerelerde de gündeme gelecek... Türkiye'nin şimdi yok saydığı tarım günlük hayatın en önemli konusu olacak. Türk tarımı son kararlar ertesinde ne olur? Cevap kısa ve net: Çok sıkı bir şekilde silkinmezsek yok olur...

Sulanabilir arazilerin yarısı sulanıyor
Türkiye'de işletme başına düşen ortalama arazi 59 dekar. AB ortalaması ise neredeyse üç misline yakın yani 174 dekar. AB'nin ortalama aktif tarım nüfusu yüzde 4. Türkiye'de bu oran yüzde 34... Tarımda Türkiye'nin istihdam yapısındaki en büyük grup olan "aile yanında ücretsiz çalışan" beş-altı milyon insan var. Türkiye'nin özellikle, verimlilik rekabet gücünü artırması lazım. Bunun için kırsal ve tarımsal yapının ve tarım işletmelerinin yapısının hızla iyileştirilmesi ve etkin teknoloji kullanımına geçilmesi gerekiyor.

Ne yapmalı?..
Peki, o halde ne yapmalı? Bunun da cevabını gene Ulusal Program'dan verelim: "Türkiye özellikle, verimlilik ve rekabet gücünün artmasına imkan verecek, kırsal ve tarımsal alt yapının ve tarım işletmelerinin yapısının iyileştirilmesi ve etkin teknoloji kullanımı politikaları ile tarım ürünleri fiyatlarını-maliyetlerini AB fiyatlarına yaklaştırmalıdır. Bunun için de tarımsal alt yapının ve tarım işletmelerinin yapısının iyileştirilmesi çerçevesinde mülkiyet ve arazi tasarruf rejiminin ıslahı, toprak koruma ve muhafazası, drenaj ve sulama çalışmaları gibi tedbir ve faaliyetler ülke çapında alınmalıdır." Tabii bir iki çok temel konuyu da bir kez daha hatırlatmalıyız. AB'nin ortalama aktif tarım nüfusu yüzde 4... Türkiye'de bu oran yüzde 34... Tarımda Türkiye'nin istihdam yapısındaki en büyük grup olan "aile yanında ücretsiz çalışan" beş-altı milyon insan var... Bunlar kısaca gizli işsizler... Çağdaş ülkeler ile aramızdaki bu nüfus uçurumu tarım konusunun ilk maddesi olmadıkça ciddi yol alınması mümkün değil... İkincisi, alt yapıda da hazin durumlar var... Düşünün ki, "sulanabilir arazilerin ancak hala yarısı sulanmakta... Bu da nüfus kadar önemli ikinci bir konu... Siz hala sekiz milyon hektarlık arazinin yarısını suluyorsanız diğer yarısına ancak hububat ekebilirsiniz... O da zenginlik getirmez.

Mutfakta biri var
23 ülke tarafından 1947 yılında kurulan GATT, 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü adını aldı. O günden bu yana Dünya Ticaret Örgütü'nün kararları herkesin günlük ekmeğini yakından ilgilendirdiği, mutfakta biri olduğu için dünya medyasında olay olur. Biz fazla ilgi göstermesek de DTÖ'nün imzaladığı son anlaşma Türkiye tarımını da yakından ilgilendiriyor.

 
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.

 

GÜNDEM

>> DTÖ'nün açmazı tarım

>> Tarıma rekabet geliyor

>> 1 katrilyon don zararı

>> Yoksa tarımımız küçülmüyor da çöküyor mu?


 

ANA SAYFAYA DÖN
 


Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.