GÜNDEM

 
Çünkü Devlet Baba Dedik Ya...

Bu sempozyumun bu tip programların varoluşu nedeni problemler. Bu problemleri hepimiz biliyoruz, ama çözüm nedir?
Yani bende tahmin ediyorum ki artık bir anaç turunçgilin hangi cinsinin kullanılması gerektiği bir sorun, türlerinin içerisinde çeşit sorun, nakliye sorun, pazar bir sorun.
Sorun, sorun, sorun... Ama ne yapmak lazım? Diye, başlayacağız. Bir yerden başlayacağız düzelteceğiz, 25 yıldır aynı sorunları konuşuyoruz. O zaman böyle bir salonumuz yoktu. Ticaret Odasının şubesi aşağıda bir ticari kulübün altında denize bakan bir salonu vardı, herhalde 1972 yıllarıydı, adı sempozyum değil ama! Aynı şeyleri konuşurduk. Tam 31 sene geçmiş yine aynı şeyleri konuşuyoruz. Şimdi asıl problem şu, yalnız yaş-sebze meyvenin problemi değil, Türkiye'nin problemi bu.
Devlet baba. Yani mantık, devleti baba gibi algılarsanız, devlette kendini belli bir süre sonra gerçekten baba gibi görmeye başlarsa işte o zaman kıyamet kopuyor. Çünkü ondan sonra babanızı sormuyorlar ananızı soruyorlar.
Buda çok tehlikeli oluyor. Doğrudur belli bir noktada öncülük yapması, yol göstermesi çok normal. Yani 1938 li yıllarda sermayedar yok, sanayici yok, üniversitelerimiz gelişmemiş, devlet bir yerde öncülük yapmak, hem sermaye birikimini sağlayabilmek hem de ihracatı geliştirmek için tesisler kuruyor, standartları tesis edebilmek ve ihracatçıya standartları öğretebilmek için standartlar genel müdürlüğü kuruyor, denetliyor, öncülük yapıyor, fritaşı kuruyor ve başka anonim şirketler kuruyor bunların hepsi evre ama bir noktaya geliyor, bugünkü gerekçeler ortadan kalkıyor, yani bugün devlet bürokrasisi artık ihracatçıya yol gösterici olmaktan çıkıyor. Çünkü devletin yapısı itibariyle statik bir yapıya çok çabuk değişebilen bir yapıya sahip değil. Ama ihracatçı ve işadamı belli bir süreçten sonra devletin o organizasyonlarının önüne geçiyor. Yani bugün bilemiyorum dış ticarete bağlıdır heralde hala standartları tesis etmek standartları belirlemek, veya yapılacak olan ihracatta standarttı düzgün tutabilmek orada ki devlet memurun iş değil.
Şimdi ne yeteri kadar imkan kaynak ayırabilmiş nede yeteri kadar eğitebilmişiz. Ama ihracatçımız kalkmış, dünyayı gezmiş, standartlarını geliştirmiş ve vahşi bir piyasanın içerisinde rekabete girmiştir.
Yani artık çalarak, standartların dışında kalarak, piyasada duramayacağını, malının para edemeyeceğini ve birkaç defa böyle bir hata yaptığı zamanda yok olacağının farkında. Bu bir gerçek bir realite, bugün varmış olduğumuz nokta.
Ama devlet mekanizması olarak ta maalesef bunun farkında diyoruz. Çünkü baba dedik ya. O da kendisini baba olarak algılamaya başladığı için kendisini baba olarak görüyor. Güzel bir şey babalık duygusu, çocuklarına bakabilmek, çocuklarının hata yapmamasını sağlamak. Çünkü babalar için kaç yaşına varırsanız varın, isterseniz 60 yaşına varın babalar için hala çocuksunuzdur. Her an hata yapabilirsiniz.
İşte bu algılanmayı ortadan kaldırmamız lazım. Artık devlet kuralını ortaya koyması lazım bunu denetlemesi lazım ve de gölge etmemesi lazım, devreden çıkması lazım.
Ama bunun yanında hocalarımızın da aynı şeyi yapması lazım. Çünkü; hocalar bir göreneğimiz daha var diyoruz ya. İyi bir üniversite, üreten bir üniversite, birey üreten üniversite yok bizde. O da kendisini devletin bir parçası olarak görüyor, devletin koruyucusu olarak kendini bir yerde görmeye çalışıyor. Çünkü nedir? Gençler zaten kötü eğitilebilir ve eğitilmesi gereken onların yoldan çıkmamasını sağlayacak olanda işte hocalarımızdır.
Sempozyumun birinci gününde sayın hocamızı dinlerken hepsine hak verdim. Ama şu soruyu da sormak isterdim kendisine, narenciye konusunda gerçekten, sebze-meyve konusunda etkin olan bir kişilik olarak ne katkınız oldu. Veya hangi tür turuncun hastalığa dayanıklı olduğunu dirayet olarak geliştirdiğiniz ki bunun halkın veya üreticinin sunumuna sundunuz. Veya gerçekten çok geniş dünyada kendi ismiyle anılan narenciye çeşitlerinden bir koleksiyon yaptınız da, bunun hangilerden aşısını vatandaşa verme lüzumunu hissetiniz, ya da vatandaş neden üniversitesinin bahçesine girerek hırsızlık yaparak, üniversiteden aşılı fide çalma ihtiyacını hissetti. Çünkü her bilgi bedel karşılığında olduğu için vatandaş böyle bir girişime gerek duyuyor.
Ama bence ödenen en büyük bedel bu halk bu vatandaş her şeye rağmen devlete olan vergisini ödemişse, bütün sıkıntılarına rağmen bu görevini yerine getirmişse, ve sizi bugün bulunduğunuz belli bir noktaya getirmişse bence ödenen en büyük bedel budur. Ve bu bedelin karşısında da topluma borçlusunuz. Ben bu bilgiyi üretirim, bu bilgi karşılığında cebime ne koyulacaktır sorusunu sormak değil bence bu bedel toplum tarafından cebinize zaten koyulmuştur. Ama belki 100 bin dolar değildir, nakit olarak girmemiştir, kredi kartınızla harcama imkanına sahip değilsiniz ama bütün hayatınız boyunca bunu kullanabiliyorsunuz. İşte bunun bilincinde olmanız lazım.
Peki ben bir şey sormak istiyorum. İspanya'da Narenciye Enstitüsüne Türkiye'yi temsilen hocamız gidiyordu. Uzun senelerdir de bizi temsil etti oralarda. Hatta bir dönemde bende üretici olarak hocamla birlikte seyahat ettim o enstitüleri birlikte gezdik. Bu bilgiler gizli değil, Türkiye'de üretilen narenciye türleri, üretilme süreleri, devreleri bunları kapsayan böyle bir teklifte bulundum. Hocam bak dedim burada çok güzel bir tablo var. Meyvelerin fotoğraflarını çekmiş altına isimlerini yazmış, hangi periyotlarda büyüdüğünü yazmış, özelliklerini belirtmiş. Biz de yapalım. Biz İhracatçılar Birliği olarak bedelini ödeyelim sizde bilimsel olarak bir katkıda bulunun, şundan bir tanede biz alalım götürelim aynısını yapalım Türkçeleştirilmiş şekilde üreticiye sunalım hatta bunu İhracatçılar Birliği olarak hediye edelim herkese, her üreticiye gönderelim hatta bunu bayram kartı olarak yapalım. İhracatçımıza da söyleriz bun bayram tebriki olarak göndersinler. Hatırladığım kadarıyla o günkü maliyeti 100 bin dolardı ve yapılmadı.
Artı yeni çeşit bulmuş biri, bunun için sağlıklı plan yapılması doğru. Hatta bunun için bir proje yapıldı ama bu yürümedi. Turuncun nasıl aşılanacağı değil, sağlıklı bir fidanın üreticiye en kısa sürede bir engelle karşılaşılmadan nasıl ulaşacağı önemli. Ama narenciye fidan ithalatına bir kısıtlama getiremezseniz sağlıklı sertifikasyon alamazsınız, tarım bakanlığı buna izin vermez ve buna benzer birçok engel ve sorunlarla karşılaşırsınız. Hatırlıyorum bazı arkadaşlarımızda iyi bileceklerdir. Bundan 10-15 sene önce en büyük müşterilerimizden biri Libya'ydı. Sonra İran, Ürdün ama şimdi bu ülkeler bile artık sorunlarını aşmışlar. Şimdi bizler düne kadar kendilerine elma, narenciye yaş meyve-sebze sattığımız ülkelerden bazı sebze ve meyveleri ithal eder duruma gelmişiz.
Dünyayı yeniden keşfetmenin gereği yok. Oturup düşünmek ve çözüm yolu bulmak lazım. En sağlıklı, en iyi fideyi en kısa sürede eğer Amerika Birleşik Devletleri'nden alabiliyorsam bu ithalatın önünü açmak lazım, devlet olarak ta bu bazı engelleri kaldırmak lazım. Buna bazı engeller koymamak lazım. Üniversite olarakta buna engel olup karşı çıkmamak lazım çözüm üretemediğim süre içerisinde de en azından susma hakkımı kullanmam lazım. Müdahil olmamak lazım.
Şimdi devletin ne yapması lazım, veya ne yapacak. Bazı üretici ve ihracatçı arkadaşlardan duyuyorum DİFİF kaldırılacak. DİFİF'i kaldırırsanız kıyamet kopar. Kafadan DİFİF'i üreticiye verelim derseniz üretici oldukça memnun olur, fakat bu seferde ihracatçı karşı çıkar. Bende DİFİF'e karşıyım temel olarak karşıyım. Ama teşvik edilmeli, tarımın teşvik edilmesinin taraftarıyım ve bunun gerçek anlamda rehabilite edilmesini düşünüyorum. Mesela ben DİFİF'i üreticiyi destekleme yönünde kullanırım. Örneğin Washington portakal cinsi için 1948 yıllarında Türkiye'ye gelmiştir. 1920 li yıllarda da Amerika Birleşik Devletlerinde bulunmuştur. Ama şuanda dünya piyasasında hiçbir pazarı yoktur. Satış imkanı çok az olan bir türdür. Şuanda tek alıcısı Rusya'dır. Fakat ben şunu yapabilirim derim ki üreticiye arkadaş benim elimde şöyle bir cins var sökün eski ağaçlarınızı ben size yeni cinsten vereyim ondan ekin. 5 yıl boyunca da gelir kaybınızı ödeyeceğim ama şu cinsi ekeceksiniz. İşte bu ihracatçıya da destek üreticiye de destek budur. O zaman ne üretici ne de ihracatçı hayır

 
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.

 

GÜNDEM

>> Üreticide hayal kırıklığı

>> 2. Yaş meyve sebze sempozyumu

>> Çünkü devlet baba dedik ya...

>> Mazot desteği üreticiyi memnun etmedi

>> Tarım kırmızı alarm veriyor

>> SARS pamuk fiyatlarını da sarstı



 

ANA SAYFAYA DÖN
 


demeyecektir. Çünkü Washington'u satma imkanı yok. Daha öncede söylediğim gibi tek alıcısı Rusya'dır. Ama 20 yıl önce Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler bunun en iyi alıcısıydı. Şimdi Rusya'ya satıyorsun ama 5-6 yıl sonra Rusya'da almayacak artık bu ürünü. Eğer siz klasman kaybediyorsanız, en son pazar olarak Rusya'ya kalmışsanız bu pazar elinizden gider. Mutlaka bir değişiklik yapmak zorundasınız.
Öncelikle devlet olarak bir takım bürokratik engelleri kaldırmak lazım. Ben ihracatın reel kazanmasından yanayım. Yaş Sebze-Meyve İhracatçılığı çok hassas ve özel bir sektördür. Gecikmeye asla tahammülü yoktur. Nakliyesinden paketlenmesine kadar her şeyiyle zamanla yarışıyorsundur. Bir saatlik bir gecikmen bile sana milyonlarca dolar zarar verebilir. Peki o zaman devlet neden bu kadar bencil davranıyor. Bütün bu olayları bu işle iştigal eden kuruluşlar var örneğin İhracatçılar Birliği, Sanayi ve Ticaret Odaları ve bunun gibi kuruluşlara bu işin denetimini verebilir. Tamamen olmazsa da bir kısmını bu kuruluşların yürütmesi gerekir, belki gümrükleme kendi bünyesinde devam edebilir ama diğer bürokratik işleri devredebilir.
Bence devlet artık bir iş yaptırırken, bir işlem yaparken vatandaştan ikametgah ilmuhaberi istemesin. Çünkü benim ikametgahımı benden başka kimse iyi bilemez. Ne muhtar bilir, ne de emniyet müdürlüğü. Bunu ancak ben en iyi bilirim devlet artık bunları kabul etmek zorundadır. İhracatta böyledir. Eğer vatandaştan yanlış bir beyan varsa alırsın ihracatçı belgesini elinden bu alanda iş yaptırmaz ve cezalandırırsın. Ama bu işi namusuyla sağlıklı bir şekilde yapanlara da engel olmazsın.
Bence işin özü ve asıl problemi de budur. Devlet artık bürokratik engellerini ortadan kaldırmalı kırtasiye işini bitirmelidir. Bu işlerinde işleyiş yetkilerini ilgili kuruluşlara birliklere, odalara vermelidir. Kendiside denetçi olmalıdır. Ancak bu şekilde en hızlı ve en sağlıklı bir şekilde işler yürür. O zaman hem devlet kazanır, hem de vatandaş.

Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.