GÜNDEM

Paranın ikiye bölündüğü dünya.

Doğaya zarar vermeden 9 milyar insanı doyurmak mümkünmü

Çevreye zarar vermeden dünyanın hızla artan nüfusu nasıl beslenecek? Bu sorunun yanıtının organik veya entansif tarım dışında, üçüncü bir yöntemde aramakta yarar olduğu ileri sürülüyor.

Dünya nüfusunun 2050 yılında 9 milyara ulaşacağı beklentisi, bu kadar insanın çevreyi daha fazla kirletmeden nasıl doyurulacağı sorusunu gündeme getiriyor. Küreselleşme bu bağlamda önemli bir faktör, çünkü zengin ülkeler taze gıda maddelerini yerel olarak üreteceklerine dışarıdan almayı tercih ediyor. Hatta ithal edildiği sürece organik yiyecekler de sorunları çözmüyor. Bu arada teknoloji aktarımı veya teknoloji yetersizliği de söz konusu. Genetik mühendisliğini savunanlar gelişmekte olan ülkelerin bu yöntemden büyük yarar sağlayacağını düşünüyor. Ne var ki şu ana kadar genetik yapısı değiştirilmiş tohum üretiminin birkaç çokuluslu şirketin veya zengin hükümetlerin elinde toplanmış olması bu teknolojinin kar amaçlı bir faaliyete dönüşmesine yol açıyor.
Kalabalıklaşan bir dünyayı doyurma konusunda ortaya atılan temel yaklaşımlar kutuplaşma yaratıyor. Bir yanda, en küçük toprak parçasından bile mümkün olduğunca fazla ürün alabilmek için suni gübre ve genetik yapısı değiştirilmiş tohum kullanılmasını savunan entansif tarım yanlıları, diğer uçta ise tarım ve hayvancılıkta yalnızca doğal girdilerin kullanılması gerektiğini söyleyen organik lobi yer alıyor. Bu iki görüşten de yararlanarak orta bir yol tutturulmasından yana olanlar, toprağın ve çevrenin doğal yapısına müdahale etmeden daha fazla ürün almanın mümkün olduğunu ileri sürüyorlar.
Etler hormon, meyve ve sebzeler böcek ilacı, akarsular nitrat (azot), tohumlar yapısı değiştirilmiş gen içeriyor. Bunlar bugün yediklerimizin içinde bulunan zararlı maddeler. Tabağımızdaki yemeği artık gönül rahatlığı ile yiyemez olduk. Gelecekte yiyeceklerimizin içinde daha nelerin karıştırılacağını düşündükçe karamsar olmamak elde değil. Aslında tarım sektörü, bu görünen sorunların dışında daha ciddi sorunlarla karşı karşıya. Tarım sektöründe faaliyet gösteren büyük ölçekli şirketler ile genetik yapısı değiştirilmiş tarım ürünlerine karşı olanlar arasındaki mücadele tüm şiddetiyle devam ediyor.
Dünya nüfusunun sinsi bir şekilde artmaya devam etmesi bütün bu sorunların temel nedeni. Bugün ileri teknoloji içeren tarım faaliyetlerinin artmasına karşın, 800 milyon insan yeterince beslenemiyor. İtiraf etmek gerekiyor ki, bu sıkıntı maddi olanakların yetersizliğinden kaynaklanıyor., çünkü dünya tarım üretimi, en azından bugün herkese yetecek düzeyde. Ancak 2050 yılında 9 milyar boğazın beslenmesi gerektiğinde neler olacak? Yani bugünkünden 3 milyar daha fazla boğaz nasıl doyacak? Bütün bu insanlara yiyecek bulmak çiftçilerin ve bilim adamlarının yaratıcı dehalarının sınırlarını zorlayacak. Halihazırda dünyanın en verimli tarım alanlarına su sağlayan yer altı suları giderek kuruyor ve deniz suyu ile karışıyor. Çin'deki ekilebilir topraklardaki erozyonun yarattığı toz fırtınaları ufuk çizgisinde kızıl bir tabaka oluşturuyor. Bu etkinin Kuzey Amerika'dan bile hissedilebilmesi felaketin büyüklüğü hakkında bilgi verebilir.

9 milyar nasıl doyacak?

Açıkça görülüyor ki, önümüzdeki yiyeceği yemeden önce tabağımıza kadar nasıl geldiği konusunda biraz daha kafa yormamız gerekecek. Yağmur ormanlarını kesmeden, çayırları son kalan parçasına dek ekmeden 9 milyar kişi nasıl doyacak? "Tarım 50 yıl içinde çevresel sorunlarımıza çözüm getirmek zorunda. Eğer çevreyi iyileştirecek bir sistem geliştiremezsek, başımız belada demektir." Diye konuşan Nebraska Üniversitesi'nden agronomist (bilimsel tarımcı) Kenneth Cassman, geleceği kurtarmak için şimdiden kolları sıvama zamanının geldiğini belirtiyor.
Bu aşamada geleceğin tarımının neye benzeyeceği konusunda ortaya atılan görüşler ideolojik çatışmaya dönüşmek üzere. Bir uçta tüm umudunu genetik yapısı değiştirilmiş tohumlara, geliştirilmiş suni gübrelere ve bilgisayar destekli tarım makinelerine bağlamış tekno iyimserle, diğer uçta da organik tarımcılar yer alıyor. Birbiriyle çelişen bu iki görüş, kamu oyunu haklılıklarına o denli inandırmışlar ki, kimse bu ikisinin dışında başka çözümler, başka seçenekler olabileceğini aklına dahi getirmiyor.
Tuzağa düşmeden
Aslında öyle değil. İdeolojik tartışmaların tuzağına düşmeyip, minimum çevresel bedelle maksimum ürünün nasıl edileceği düşünülürse bir orta yolun bulunması içten bile değil. Burada anahtar kavram "sürdürülebilirlilik". Bunun içinde toprağın ve suyun sermayesini tüketmeden üretime sürdürülebilir bir nitelik kazandırmak gerekiyor. Bugünün organik tarımı gibi geleceğin akıllı tarımı, toprağın ve parçası olduğu ekosistemin sağlığına biraz daha özen göstermelidir. Akıllı tarım, ayrıca, kimyasal gübre ve böcek öldürücü kullanımında yerel koşulları göz önünde bulundurmalıdır. Bu yeni usul tarımda en kritik nokta, kimyasal gübre değil, her tarlada neler olup bittiğine ve bu kimyasallara nasıl tepki verdiğine ilişkin bilgidir. İronik olarak, bu unsur bugüne dek en fazla ihmal edilen konudur.
Organik tarım herkeste son derece sıcak, çevre dostu bir izlenim yaratıyor. Bu tarım şeklinde suni gübre kullanılmadığı için toprak ve yer altı sularına zehir karışmıyor. Diğer olumlu bir yanı da doğal bir ekosistem kurması. Bütün bunlar, organik yiyecek tüketiminin Avrupa'da yılda yüzde 50 oranında artmasını açıklayabiliyor.

Pastoral ve nostaljik bir hava taşıyan organik tarım, aynı zamanda oldukça saf bir iyimserlik de içeriyor. Organik tarımın çevreye tümüyle dost olduğunu söylemek zor. Bu yönteminde doğaya ödettiği bir bedel var ki bu konvansiyonel tarımınkinden daha da yüksek. Organik tarımın çevre üzerindeki etkilerine geçmeden önce, temel olarak, "organik suni" tartışmasının aslında yanlış bir soru üzerinde odaklandığını belirtmek gerek. Burada önemli olan, tarlaya ne verdiğimiz değil ne aldığınız.
Kimyasal gübreler fosfor ve potasyumun yanısıra, bitkiler için temel bir besin maddesi olan nitrojen içerir. Kimyasal gübrelerin zararlı olduğunu tekrarlayan organik tarımcılar, bitkinin doğal kaynaklardan beslenmesi gerektiğini savunur. Ancak kimyasal gübrelerin çevreye verdikleri zarar sera gazlarından karbondioksit ve nitrojen oksitler kaynaklanır. Kimyasal gübrelerden kaynaklanan aşırı nitrojen yer altı sularını kirletir.
Diğer taraftan, toprağı zenginleştirmek için başka bir şey yapmadan yalnızca kimyasal gübrelere bel bağlamak sakıncalıdır. Organik tarımcılar kimyasal gübre kullanmazlar; dolayısıyla toprağın verimliliğini arttırmak için (a) bitki artıklarından ve hayvan gübresinden yararlanırlar, (b)tarlayı nadasa bırakırlar, (c)dönüşümlü olarak baklagiller cinsinden başka bitkiler ekerler veya diğer tekniklerden yararlanırlar.
Bu yöntemlerle son derece sağlıklı bir toprak elde edilir. Öyle ki bitkinin kökleri ve çevresindeki solucanlar mükemmel bir şekilde beslendikleri için toprağı daha da sağlıklı bir hale getirirler. Böyle bir toprak suyu daha iyi tuttuğu için yağmurdan ve sulama sularından maksimum yararı sağlar. Ve organik madde CO2' ye bağlanarak fosil yakıtlarının yanması sonucu oluşan emisyonu yok eder. Sonuçta küresel ısınmayı azaltan bir etki yaratır. Organik tarımdan yana olanlar, sentetik gübre ile beslenen topraklarda yetişen ürünlerle eşit miktarda verim aldıklarını ileri sürüyor. Örneğin Pennsylvania'da Rodale Enstitüsü'nden Bill Liebhart, bu iki yöntemle yetiştirilen mısır, soya ve domates verimini karşılaştırdı. Sonuçta organik tarımla elde edilen ürünün, konvansiyonel ekimin yüzde 94 veya 100' üne yaklaştığını ortaya çıkarttı.

Organik tarımın sakıncaları
Ancak bu iyimser tablo gerçeğin yalnızca yarısını yansıtıyor. Çiftçiler kimyasal gübre kullanmadan, yalnızca organik yöntemlerle her yıl aynı verimi alamaz. Dönüşümlü olarak toprağa bir yıl ürün ekilirken, bir diğer yıl baklagillerden toprağı besleyen bir bitki türü ekmek zorunda kalırlar. Böylece uzun vadede buğday, pirinç ve mısır gibi hububatlardan alınan verim düşer. Bu da organik tarımın en büyük dezavantajıdır. Kanada, Winnipeg'deki Manitoba Üniversitesi'nden Vaclav Smil, dünyadaki tüm çiftçilerin bugün kullanmadıkları 80 milyon ton ağırlığındaki sentetik gübreden vazgeçmesi durumunda, toplam hububat üretiminin yarı yarıya azalacağını hesapladı. Bu durumda çiftçiler ya ekim yaptıkları tarım alanlarını iki katına çıkartacaklar, ya da milyarlarca insan aç kalacak. Tarım alanlarının ikiye katlanması, o topraklardaki doğal yaşamı büyük ölçüde olumsuz yönde etkileyecek.
Kısaca dünyanın kimyasal gübreye ihtiyacı var. Çiftçilerin suni gübre kullanmaklarına kısıtlama getirilmesi durumunda, verim düşecek, hububat fiyatları yükselecek ve sonuçta yoksul biraz daha yoksullaşacak. İşin ahlaki yönü bir yana, aç insanların doğaya verdikleri zarar da yadsınamaz. Yarım olmayan, aç ve yoksul insanların, kendilerini ve çocuklarını beslemek için ekosistemi geriye dönüşü olmayacak bir şekilde bozmaları kaçınılmaz.

Planlı gübre kullanımı
Ancak bu karamsar tablo, çiftçilerin daha az miktarda kimyasal gübre kullanabilecekleri gerçeğini ortadan kaldırmaz. Teknolojik olarak, zengin ülkelerde ileri tarım yapanların, tarlalarındaki her metrekarenin verim durumunu yakından incelemeleri mümkündür. Sonuçta hangi bölgenin daha fazla gübreye ihtiyacı olduğunu tespit edebilirler. Dolayısıyla her noktaya aynı miktarda gübre kullanılmaz. Bu şekilde gübre miktarı azalırken randıman artar. Zaman içinde uzun vadeli hava raporları da ekim planlarına dahil edilebilir. Dünyanın daha az gelişmiş bölgelerinde çözüm gelişmiş ülkelere göre farklılık gösterir. Örneğin Afrika, karayolları ve demiryollarının yetersizliği nedeniyle kimyasal gübrenin maliyeti gelişmiş ülkelerin çok üzerindedir, bazen 5 mislini bulur. Bu durumda Afrikalı çiftçiler daha düşük miktarda sunu gübre kullanır.

Karışık ürün ekimi
Verimi arttırırken çevreye minimum zarar veren bir diğer yöntem de tek bir toprak parçası üzerinde farklı ürünler ekmektir. "Ürün kokteyli", tek bir ürün cinsine oranla ışığı ve diğer besleyici öğeleri daha iyi tutabilir. Ayrıca bu yöntemle ayrık otları ve haşere ile daha etkin bir şekilde mücadele edilebilir. Örneğin Meksika'da mısır, kabak ve fasulyenin birlikte dikilmesi tek başına mısır ekimine oranla 1.7 kat daha fazla ürün alınmasını sağlıyor. Bu şekilde karışık ekim, makine ile hasat alınmasını zorlaştırır. Dolayısıyla yalnızca küçük ölçekli çiftçilik için önerilebilir. Dünyada küçük tarım alanlarından daha iyi randıman alınması bu nedenledir. Hatta mekanize çiftçiler bile bu tekniklerden yararlanabilir. Bunun için farklı ürünleri birbirine yakın şeritler halinde ekerek makine kullanımını olanaklı hale getirebilirler.
Kesin olan şu ki organik çiftçinin yararları yadsınamaz. Özellikle yoksul çiftçiler için,. Ancak körü körüne organik tarım bazı teknikleri yasaklar, bazılarına izin verir. Sonuçta çevre her zaman bu yaklaşımdan yarar sağlamaz. Örneğin zararlı bitkileri öldüren kimyasal ilaçları ele alın. Bunlar sulara karışarak insanları ve doğal yaşamı zehirler. Berkeley, Kaliforniya Üniversitesi' nden Tyrone Hayes, geçen hafta, ABD' de sıklıkla kullanılan bir bitki öldürücü olan "Atrazine'nin kurbağa yavrularının gelişimini önlediğini ortaya koydu.
Ne var ki çiftçiler bitki öldürücülerden tümüyle vazgeçerse, çevreye daha fazla zarar verecek başka bir şeye, yani sabana bel bağlarlar. Tarımın simgesi olmakla birlikte, saban toprağı tohuma hazırlamaktan çok, ayrık otlarını kontrol altında tutmak için kullanılır. Eğer ayrık otları başka şekilde kontrol edebilirlerse çiftçilerin sabana gereksinimleri kalmaz.
Saban kullanmanın sakıncaları son yıllarda iyice su yüzüne çıktı. Toprağı tekrar tekrar sabanla sürmek su geçirgenliğini azaltır. Son yıllarda ağırlıkları üç katına çıkan traktörler toprağın katmanlarını sıkıştırır ve verimi düşürür. Ayrıca toprak erozyonu sıkıştırılmış topraklarda daha fazladır. Almanya' da Kiel Üniversitesi' nden Rainer Horn tarafından yapılan çalışmaya göre sabanla işlenmemiş topraklar daha az gübreye ihtiyaç duyuyor.
Saban kullanmayan çiftçiler ayrık otlarını kontrol altında tutmak için nitrojen düzenleyici baklagiller cinsiden ürünlerden faydalanır. ABD Kentucky' de saban kullanılmayan mısır tarlalarında, toprağa atmosferden yüzde 40 oranında daha fazla karbon geçtiği tespit edilmiş. Alternatif olarak genetik yapıları değiştirilmiş mısır ve soya ekimine ağırlık veriliyor. Bu bitkiler "glifosat" içeren bitki öldürücülerden etkilenmiyor. Glifosat dirençli ürünleri eken çiftçiler ayrık otlarını görece olarak daha zararsız olan spreylerle kontrol altında tutabiliyorlar.
Böcek öldürücülerin sakıncaları
Böcek öldürücüler de zehirli kimyasal maddelerdir. Son 10 yıldır yapılan araştırmalara göre, doğru yöntemlerle yapılan tarımda pahalı böcek öldürücülere gerek kalmaz, çünkü doğa zararlı haşerelerle bedavadan baş edebilir. Bazı durumlarda spesifik bir haşereyi ilaçlayarak öldürmek, daha zararlı başka bir haşerenin bitkilere dadanmasına yol açabiliyor. Endonezya' da 1990 yılından bu yana haşere ilacı kullanımı yüzde 80 oranında azaldığı halde verim yüzde 25 arttı. Dolayısıyla çiftçilerin cebinden 1 milyar dolar daha az çıkmış oldu. Böcekleri öldürmek için yararlı böcek ve kuşlardan yararlanmanın yanı sıra çiftçiler için en son tekniklerden de yararlanıyor. Bunların başında spesifik "Koku Tuzakları" böceklerin çiftleşmesini engelleyen kokular veya yararlı böceklere cazip gelen kokular geliyor. Ancak çiftçilerin haşere öldürücülerden tümüyle vazgeçmeleri de söz konusu değil.
Damlaya damlaya göl olur
Dünyadaki ekilebilir toprakların verimliliğini etkileyen en önemli faktör sudur. Sulama sistemlerinin aşırı tüketimi yüzünden yer altı sularının büyük bir kısmı bugün tüketilmiş ve tatlı sudan boşalan yerlere tuz birikmeye başlamıştır. Böyle bir durumda tarım sektörünün geleceğini kurtarmak için uzmanlar suyun daha ekonomik kullanılmasını ve her damlasından daha fazla yararlanılmasını öneriyor. Bu bağlamda ilk öneri suyu ziyan etmeden kullanmaktır. Bunun için de daha az et yemelidir. Çiftlik hayvanları büyük miktarda bitkiyi daha az miktarda ete dönüştürür. Dolayısıyla etin her kalorisi, bir kalori hububat üretmek için kullanılan sudan daha fazlası nı gerektirir. Ayrıca sulama sistemlerinde yapılacak küçük değişiklikler suyun ekonomik olarak kullanılmasını sağlar. Yoksul ülkelerde ise en önemli sorun suyu toplamak ve dağıtmak için gerekli olan altyapıdır. Uluslararası örgütlerin bu konuda yapacakları yardımlar, tarım üretiminde büyük artışlara yol açabilir. Diğer taraftan daha az suyla yetişen tohum üretimi konusunda araştırmalar sürmektedir.


 


BU HABERLE İLGİLİ DİĞER GELİşMELER

Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.

 

GÜNDEM

>> 4.1 milyon kişi tarımla uğraşıyor

>>
Buğday taban fiyatı % 40 arttırıldı

>>
Tarım paydaşları internette

>> Paranın ikiye bölündüğü dünya

>>
Basında tarım

>> Kahramanmaraş içme suyu gerçeği




 
ANA SAYFAYA DÖN
 

Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.