SEKTÖREL

BİOTEKNOLOJİ ÇILGINLAŞIYOR

Dünyanın milyonlarca insanını beslemek için genetik mühendisliği elzem olacaktır. Fakat bir “yabancı otlar” neslinin ipini boşaltabilir mi bu mühendislik? Bunu bilen yok gibi. Ve bu sorunun cevabının araştırılmasından sorumlu kimse de yok
                                                        
Charles C. MANN

Sacremento ’ nun birkaç mil dışında bir çitin arkasında birkaç büyük sera bulunuyor. Yazar camın arasından ve seraları çevreleyen tarlalarda bildiğimiz ayçiçeği başları görünüyor. Kaliforniya’nın güneş ışığına uzanan yaprakları ile, bitkiler uzun düzgün ve sağlıklı. Bunlar  her çiçeğin etrafındaki plastik kafesler dışında Birleşik Devletlerin her tarafında yetiştirilen ayçiçeği bitkileri ile tıpatıp aynı görünüyor.
Bu çiçekler, çevrelerindeki seraların ve tarlaların ve her ikisindeki ayçiçeklerinin sahibi olan Pioneer Hi-Bred’in Woodland, Kaliforniya’daki tesislerindeki biyologlar tarafından örtülmüştür. Bitkiler transgenetiktir, diğer bir deyişle, diğer organizmalardan alınan genler bunların kromozomlarına yerleştirilmiştir. Ayçiçeği başlarının hapsedilmesi rüzgarın genetik olarak yönetilen çiçek tozlarını onaylanmamış transgenik organizmaların salıverilmesini yasaklayan federal  yasaları çiğneyecek biçimde sürüklenmesini önlemeye yardımcı olmaktadır.
Pioneer’in ticari sırlarını korumak için, araştırmaların işleri hakkında konuşma konusunda tedbirlidirler, fakat hükümet verdiği ruhsat belgelerinden Wooland ayçiçeklerinin çağdaş biyoteknolojinin tüm usül ve araçlarına tabi tutulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Diğer türlerden alınan yarım düzine kadar gen ile şişirilmiş olan bu bitkiler, güve ve virüsleri geri püskürtmekte, mantar türünden hastalıkları defetmekte ve mühendis sıfatı ile yönetilmiş olan kuzenlerinin ötesinde bir raf ömrüne sahip tohumlar vermektediler. Zaman zaman süper -ayçiçekleri olarak adlandırılan bu bitkiler, yaklaşık 10 milyar civarında azami rakamlara erişmesi beklenen dünyanın patlamakta olan nüfusunu besleme uğraşında küçük fakat önemli bir adım olacaktır. Ancak eleştirmenler açısından, bunlar  ve bunları yaratan tarım biyoteknolojisi insan yaşamanın bağlı olduğu doğal sistemi harap edecek bir ekolojik tehdit oluşturmaktadır.
Bu yerleşmiş görüşler arasında ki muharebe korkunçtur. Geçtiğimiz yıl içinde, çiftçiler ve eylemciler Fransa’da beş metreküp ton transgenik tohumu imha etmişler, Almanya’da genetik yapısı değiştirilmiş tarlaları tepelemişler ve biyoloji mühendislerince yönetilen ürünler içeren kendi mağaza-markalarını taşıyan mallarını satmayı dondurmaları konusunda bir süper market zincirini ikna etmişlerdir. Bu Şubat ayında 70 adet grup ve kişilerin oluşturduğu bir koalisyon çevreye  “yakın zamanda zarar verecek” bir tehdit olarak gördükleri bir düzine transgenik ürünün kullanılmasını engellemek için Birleşik Devletler Gıda ve İlaç Dairesi’ne karşı dava açmışlardır.
Birleşik Devletler Hükümeti, tarımsal biyoteknolojiyi teşvik etse de, Avrupa ülkeleri eylemcilerin “Frankenfoods” dediklerinden geri durmaktadırlar. Avusturya ve Lüksemburg genetik değişiklik yapılmış mısırı yasaklamışlar; bu mısırın yanı sıra beş adet diğer biyotek ürününü yasa dışı ilan etmişler;  Fransa ise tüm transgenik bitkileri men etmiştir. İngiliz hükümetini bir  moratoryumu yasallaştırmaya zorlamak için Greenpeace Şubat ayında genetik değişiklik yapılmış dört ton soya fasülyesini Downing Street 10’un önüne dökmüştür. Biyotek’in destekleyicileri diğer taraftan, biyotekin bir ikinci Yeşil Devrim’den aşağı kalmayan birşey yaratacağını iddia etmektediler. İlk olarak, tarım bilimcileri 1950’ lerden beri dünya hububat mahsüllerinin verimini ikiye katlayan yüksek-verimli islah edilmiş  buğday ve pirinç türlerini yaratmak için geleneksel ıslah tekniklerini kullanmışlardır. Bu zaman esnasında, devasa bir nüfus artışına rağmen, aç insanların sayısı B.M. Gıda ve Tarım Teşkilatına göre dörtte üç oranında düşmüştür. Fakat küresel nüfus sayıları yükselmeye devam etmektedir, ve araştırmaların şimdi aynı şeyi tümüyle yeniden yapmaları gerekmektedir. Geçen Ağustos ayında Iternational Food Policy Research Institute (Uluslararası Gıda Politikası Araştırma Enstitüsü), Washington D.C.’de bulunan bir uzman danışmanlar grubu tarafından yayımlanan bir tahmine göre pirinç, buğday ve darıya olan dünya talebi 2020’ye kadar yüzde 40 artacaktır –ve  bu boğazları beslemenin tek yolu biyoteknoloji ile mümkündür. Yale Üniversitesi’nde bir tarım ekonomisti olan Robert L. Evenson, eylemcilerin transgenik ürünlerin yasaklanmasında başarılı olmaları halinde, bu eylemcilerin sonunda “üç kıtadaki fakirleri inciteceklerini” iddia etmektedir.
Bu iki aşırı uç arasında yeni teknolojinin muhtemel sonuçlarını anlamaya çalışan bir grub tarım ekolojisi ve bitki genetiği uzmanı bulunmaktadır. Bazı eylemciler genetik olarak değiştirilmiş ürünlerin insan sağlığı için doğrudan bir tehdit oluşturduğunu iddia etmelerine rağmen, araştırmacılar genel olarak bu tür korkuları düşünmemektedirler:  Transgenik genlerin, kendi başlarına veya kendilerinden dolayı toksik olduklarına veya hastalıklara sebebiyet verdiklerine dair pek az kanıt vardır. Bununla birlikte biyologlar bazı durumlarda ürünlerdeki yabancı genlerin diğer tarımsal olmayan türlere, muhtemel tehlikeli etkilerle birlikte, geçebileceğine gerçekten inanmaktadırlar. Chicago Universitesi’nden Joy Bergelsen, “Bunların dışarı çıkması kaçınılmazdır. Ancak bu mutlaka olumsuz yansılanmalar olacağı anlamına gelmez. Fakat bir miktar olabilir. Ve şu anda bunların ne olabileceği hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz” demektedir.
Elmhurst Ilinois’teki Elmhurst College’de bir bitki genetiği uzmanı olan Poul Arriola, “Bu teknoloji parlaktır. Birçok açıdan, tanrıdan tam vaktinde gelen bir yardımdır” demektedir. Herşeye rağmen, Arriola, biyotek’in gerek kendisi ile ilgili risklerin bilimsel olarak kavranması gerek kullanımını denetleyecek bir kontrol düzeneğinin geliştirilmesinden daha hızlı adımlarla ilerlediğine inanmaktadır. Çünkü, Arriola’nın  görüşüne göre, “ Neyi kontrol edeceğimizi ve bunu nasıl yapacağımızı gerçekten bilmiyoruz, dünya devasa ve sürmekte olan bir deneyin ortasındadır. Gerçek bir çevresel karışıklık yaratabiliriz. Ve bu da, bu teknolojiyi gerçekten bir miktar yarar sağlamaktan alıkoyabilir”

Süperyabaniotlar

Transgenik çiftçilik üzerindeki kavga akademik olmayıp, bunun dışında her şey olabilmektedir. Transgenik tohumun yaygın olarak mevcut olduğu, 1996 yılında, çiftçiler yeni ürünlerden 1.74 milyon hektar (4.3 akr) ektiler. Bu yıl, kar amacı gütmeyen International Service for the Acquisition of Agribiotech Applications (Tarımsal Biyoteknoloji Uygulamalarının etüt edilmesi ile ilgili uluslararası hizmetler)in başkanı olan Clive James’e göre, dünya üzerinde 50 milyon hektarı –Almanya’nın  yüzölçümünden daha büyük bir alan– bulan  bir alan üzerinde genetik olarak değişiklik yapılmış ürünler ekilmiştir. James, “ Bu benim şimdiye kadar gördüğüm en hızlı teknoloji benimsemelerinden biridir” demektedir.
Bu arazinin dörtte üç kadarı Birleşik Devletler’de yer almakta, büyük bir bölümü üzerinde mühendis sıfatıyla biyolojik değişiklik yapılmış mısır ve soya fasulyesi ekilmiştir. Fakat bu teknoloji Arjantin’de daha fazla gelişmektedir– ülkenin transgenik soya fasulyesine ayrılan alanı 1997 ile 1998 arasında üç kat artmıştır. Tam rakamlar mevcut olmamasına rağmen, dünyanın en büyük pamuk ve tütün üreticisi olan Çin, James’e göre her iki ürünün genetik olarak değişiklik yapılmış türlerinin ekildiği arazileri  “saldırgan bir biçimde arttırmaktadır.”
Bugün açık farkla önde gelen en önemli özellik herbisit toleransı (yabancı ot ilaçlamanın etkisine dayanma) olup, çiftçilerin ürünlerini tahrip etme korkusu olmadan bunları kullanabilmeleri için, bitkilerin seçilmiş yabani ot-öldürücü kimyasalların kullanımına dayanmasını mümkün kılmaktadır. Monsanto’nun, şirketin Roundup herbisitine dayanıklı olan “Roundup Ready” soya fasulyesi 1996 da ortaya çıkmıştır. Geçen yıl bu soya Birleşik Devletler’de bu ürüne ayrılan tarım arazilerinin üçte biri olan 10 milyon hektarı kaplamıştır. Monsanto’nun son zamanlarda ele geçirdiği Dekalp yan kuruluşu tarafından bakteriyel bir insektisit üretmek için üzerinde değişiklik yaptığı DekalBt dahil olmak üzere, böceğe dayanıklı mısır, ve Alman devleri, Hoechst ve Schering’den oluşan bir ortak girişim olan  AgrEvo tarafından üretilen StarLink Mısır önem bakımından ikinci sıradadır. Başlıca amacı Avrupa’nın mısır kurdunu defetmek olan, transgenik mısır geçen yıla kadar, Birleşik Devletler’de ülkenin toplam mısır ürününün beşte birini –6.5 hektarı- kapsamıştır.
Daha fazlası -çok daha fazlası- da yoldadır. 1995 yılında 75 milyon $ olan üzerinde mühendis sıfatıyla biyolojik değişiklik yapılmış tohum satışları geçen yıl 1.5 milyon $’rı aşarken, Avrupa  ve Amerika’daki yarım düzine devasa şirket kendilerini patlama eşiğinde olduğuna büyük ölçüde inanılan bir pazardan istifade etmek üzere konumlandırmışlardır. Birleşik Devletler Tarım Bakanlığı kayıtlarına göre yalnızca geçen yıl 1000’den fazla olmak üzere, bu ülkede 4.500’e varan  genetik olarak değişiklik yapılmış bitki çeşidi test edilmiştir. 13 mısır, 11 domates, dört soya, iki kabak türü ve bir de radicchio türü dahil yaklaşık 50’sinin sınırsız olarak serbest bırakılması onaylanmıştır. Bunların yüzlercesi boru hattındadır, aralarında sınai ve farmasötik kimyasallar üretecek bitkiler bulunmaktadır (Bknz. “The Next Biotch Harvest” in geçen sayısı).
Bu şekilde pazara hücum edilmesi, transgenik ürünlerin muhtemel çevresel sonuçlar anlaşılmadan serbest bırakıldığına inanan bazı biyologlara korku vermektedir. En yakındaki endişe, genetik olarak yönetilen ürünlerin hısımları ile kendi kendilerine çiftleşerek melez “süperyabaniotlar” yaratmalarıdır. Brezilyalı bir arı araştırmacısının kazara saladırgan Afrika arılarını yumuşak huylu yerel arılar ile melezleşmesine müsaade ederek kıta çapında bir dert yaratmasında olduğu gibi, yabancı genlerin serbest bırakılması da, teoride, sıhatte zarar veren “Katil-arı” bitkilerinin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Riversaide’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Norman C.Ellstrand doğal melezleştirme hakkında hayret uyandırıcı bir şekilde az şey bilindiğini açıklanmaktadır. Yakın zamana kadar, tarım bilimcileri çiftçileri koruma üzerine odaklanmışlardır; geçmişte yapılan az miktardaki araştırmalar aslında genlerin terbiye edilmiş türlerden yabani türlere tecavüz etmesi ile ilgili olmayıp aksi yöndeki tecavüz olayı ile ilgilidir. Ellstrand, “İnsanlar ( ürün-yabaniot melezleştirmesinin) çok alışılagelmiş veya ilginç bir olay olmadığı fikrine sahiptirler. Fakat sonunda olaya bakmayı akıl ettiklerinde, temelde çok zaman harcayarak neler olabileceği karşısında hayrete düştüler” demektedir.
Başlangıçta, bilim adamları genlerin transgenik ürünlerden yabaniotlara doğru akmasının olası olmadığını düşünmüşlerdir, çünkü bilinen ürün-yabaniot melezleri çoğu zaman meyve vermeyen bitkilerdir. Fakat geçen Eylül ayında, Bergelson ve Chicago’lu iki meslekdaşı, bitki genetik uzmanları tarafından çoğu zaman bir test organizması olarak kullanılan bir hardal türü olan, Arabidopsis Thailana’nın bir etüdü ile araştırmacıları korkutup şaşırtmışlardır.
(Sürecek)


BU HABERLE İLGİLİ DİĞER GELİŞMELER

Haber listemize üye olup tarım sektöründeki haberlere, geliştirici herkese açık tartışma platfomlarına katılabilirsiniz.
.
Mail adresinizi sol aşağıya yazın ve Listeye Gir butonuna tıklayın.
Karşınıza gelecek sayfadaki formu eksiksiz doldurun.

Powered by ListBot

SEKTÖREL
>>
Bioteknoloji çılgınlaşıyor
>>
Gübrede tartışma 

>> Bennet Modeli
>> Antepfıstıgı üretiminde gelenek engeli
>> Sık dikim yapılarak kaliteli elma yetiştiriciliğinin geleceği
>> Sığır Irklarımızın islahı





ANA SAYFAYA DÖN




Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır. Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.