SEKTÖREL

Prof. Dr. Ahmet ÇINAR

Ülkemiz Turunçgil Tarımının Yapısı ve Son Yıllardaki Bazı Gelişmeleri

Ülkemizde turunçgil tarımındaki gelişme trendi son 10 yılda % 4 5 civarındadır. Bu trend son 15 yıldır güçlenerek artmaktadır. 1990 yıllarının sonunda rant gelirlerinin yüksekliği nedeniyle zayıflayan turunçgil yatırımı 2000 yılından itibaren tekrar artmaya başlamıştır. Nitekim 3 yıl önceye göre toprak fiyatları 10 misli artmıştır.

Halen yapılan üretim 2 milyon ton olarak kabul edilirse, gelecek15 yıl içinde turunçgil tarımı ikiye katlanarak 4 milyon tona ulaşacaktır. Ayni görüş Akdeniz İhracatçılar Birliği tarafından da dillendirilmiştir. Bunlar turunçgil üretimi için olumlu görüşlerdir. Sonuçta ülkemiz Akdeniz havzası içinde lider konumunda olan İspanya için ciddi bir rakip olarak ortaya çıkmaktadır. Bu husus tarafımızdan son yıllarda dile getirilmesine karşın İspanya bunu son çeyrek asırdır bilmektedir. Onların ifadesine göre İspanya turunçgil üretiminde sınırlarını 5 -6 milyon ton arasında tutma sıkıntısı çekerken, ülkemizde üretim alanlarının küçük bir kısmı kullanılmaktadır.
Bu durumda kendimize aşağıdaki soruyu sormak ve bunun yanıtı akıl yolu ile bulmak zorundayız.

Gerçekten önümüzde duran ve ülke olanaklarının sunduğu bu potansiyeli aktive etme başarısını gösterebilir miyiz?
Ben kendi adıma devlet ve özel sektörün bugünkü yapılanması içinde bu gelişmeyi pek olası görmemekteyim.

Neden?
Çünkü tüm sektörlerde ekonomik üretimin ANA ÖGELERİ olan Devlet Araştırma Kurumları, Özel Sektör bu gelişmenin gereği olan yapı ve düşünceye henüz ülkemizde sahip değillerdir.

Bu sorunun yanıtını ararken Turunçgil Endüst-risi gelişmiş olan ülkelerde bu ögelerin yapılarına bakmada yarar var.

DEVLET bu ülkelerde turunçgil tarımını belirlediği politikalar ile desteklemektedir. her şeyden önce üretici birliklerinin oluşturula-bilmesi için gerekli yasaları yaparak, onlara kendi üretim sorunlarını çözmede olanaklar sağlamışlardır. Devlet fidancılıktan satışa kadar tüm adımlarda politikaları doğrultusunda hem destekleyici ve hem de denetleyici konumundadır.

ARAŞTIRMA KURUMLARI bu tarım dalına özelleşmiş olup, yüzlerce uzmanı istihdam etmiş durumundadırlar. Ayrıca extention servislerine sahip veya bu birimlerle çok sıkı işbirliği içindedirler.

ÖZEL SEKTÖR ise üretici birliklerini oluşturarak gerek Devlet ve gerekse Araştırma Kurumları ile birlikte çalışmaktadırlar. Ayrıca sağladıkları ayrıcalıklar ile kurdukları fonlar onlara bu konuda geniş bir aktivite alanı sağlamaktadır. Nitekim bu konuda sayın Paksoy'un ilginç ve öğretici bir Florida raporu bulunmaktadır.

Bu gerçekler doğrultusunda ülkemizdeki turunçgil endüstrisinin yapısını irdeleyecek olursak, ortaya çıkan tablo hiç iç açıcı olmayacaktır.

Devletin ülkemizde turunçgil tarımı açısından bir politikasının olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Zaman zaman bazı hükümetler konuyu anımsar gibi olmuşlardır. Nitekim 1960 'lı yıllarda geniş bir introdüksiyona gidilerek Alata ve Antalya araştırma birimlerinde çeşit parselleri oluşturmuşlar, fakat devamı gelmeyerek bu çeşitler orada kendi kaderlerine terk edilmişlerdir. 1970 li yıllarda MEYSEB projeleri kapsamında Dünya Bankasından sağlanan düşük faizli krediler ile meyvecilik teşvik edilmiş ve bu arada Doğu Akdeniz bölgesinde turunçgil tarımı atılım yapmıştır. Bu proje esnasında Vaşington navel ve Enterdonat limonu ağırlıklı kurulan tesislerden çoğu bugün mevcut değildir. Bunun nedeni Enterdonat çeşidinin soğuğa duyarlılığı göz ardı edilmiş, Vaşington navel portakalında ise STUBBORN hastalık epidemisi kurulan bahçelerin % 80 den fazlasının sökümüne neden olmuştur. 1990 Yılında FAO destekli virüsten ari fidan üretimi, bu iş daha geniş boyutlarda Çukurova Üniversitesinde yapılmasına rağmen, Amerika lı uzmanlarla Antalya'da başlatılmış, ancak tüm altyapıya rağmen aşı gözü üretimi dışında bir etkinlik gösterememiştir.

Devletin bu konuya ilgisini vurgulamak için yaşadığımız çok çarpıcı bir örnek mevcuttur. 1990 lı yılların başında Çukurova Üniversitesi Mersin-Huzurkent yöresinde tüm dünya için yeni olan “Turunçgil Klorotik Dwarf” ismini verdiği bir virüs hastalığı bulmuştur. Bu virüs hastalığının turunçgil beyaz sineği tarafından taşındığı bulunduktan sonra Bakanlığa başvurarak bu il sınırları içinde turunçgil fidanı yetiştirilmesini yasaklamasını istemiştir. Bu talep Bakanlık tarafından da uygun bulunmuş ve bir genelge yayınlanmıştır. Fakat fidan üretimi, bir Bakanlık kuruluşu olan Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü ve özel sektör fidanlıklarında halen devam etmektedir. Hatta özel sektör internette Web siteleri kurarak fidanlarını tüm ülke bazında rahatlıkla satabilmektedir.

Araştırma Kurumları açısında ele alınacak olursa, bu kurumların etkinliğinde bahsetmek pek mümkün değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Antalya da kurulan NARENCİYE ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ yıllar geçtikçe etkinliğini yitirmiş, turunçgil tarımının Doğu Akdeniz'e kayması ile ülke çapında önemini yitirmiş ve bu nedenle Seracılık Araştırma Enstitüsü ile birleştirilmiştir. Halen turunçgil tarımının % 80 i Doğu Akdenizde yapılmasına karşın bu bölgede bu tarım dalına özelleşmiş bir araştırma kurumu mevcut değildir. Alata' da bulunan Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsünün bu konuda istenen etkinlikte olduğunu söylemek mümkün değildir.

Ancak 1980 li yılların başında Üniversite MEYSEB kredileri ile kurulan bahçelerde yaşanan Stubborn epidemisi ile birlikte konuya eğilerek, bugün tüm dünyada turunçgil tarımının bir numaralı sorunu olan “ Virüs ve virüs benzeri Hastalıklarının” araştırılması başta olmak üzere bu etmenlerden ari fidan üretimi tekniklerini geliştirmiş, belli ölçüde üretici ile birlikte çalışma olanağını yakalayabilmiştir. Bugün ülkemiz ve bölgemizde potansiyel tehlike oluşturan hastalıklar bilinmektedir.

Üniversite 1998 yılında yıllarca özlemini duyduğu TÜBİTAK-ÇUKUROVA İLERİ TARIM TEKNOLOJİLERİ ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME ENSTİTÜSÜNÜN bölgemizde kurulmasını sağlamıştır. Unutmayalım ki bu Enstitü, ülkemizde tarım sektöründe TÜBİTAK içinde kurulan ilk ve tek araştırma kuruluşudur. Tüm amacımız bunu uluslar arası bir kuruluş haline getirmekti. Ancak benim ve ekibimin gerek Merkez ve gerekse TÜBİTAK Enstitüsünden ayrılmamız bu hayalimizin gerçekleşmesine izin vermemiştir. Tüm ümidim yeni ekibin bu konudaki yarışa devam etmesidir.

Özel sektörümüzün yapısı, hepimizin bildiği gibi bir organizasyon yoksunluğu içinde olduğu görülmektedir. 1980 yılı başında ilk araştırma grubunu kurduğumda beni en çok üzen konuların başında özel sektör içinde “Üretici Birliklerinin” olmayışı idi. Hemen hemen yaptığım tüm konuşmalarda bu noksanlığı vurguladım. Hatta Üniversite içinde bazı öncü üreticileri toplayarak teşvik ettim. İstek olmasına rağmen, bu organizasyonlara izin veren yasal altyapının olmaması hep karşımıza engel olarak çıktı. Daha sonra (TURUNÇGİL ÜRETİCİLERİ DERNEĞİ) TUYED kurucuları, dernekler yasasından yararlanarak bu sorunu kısmen aşabildiler. Ancak bu sorunların çözümü anlamına gelmemektedir. TUYED halen Adana içinde belirli üreticileri kapsayan bir üretici birliğidir. Sorun tüm üreticileri kapsamadıkça devam edecektir, görüşündeyim Bugün TUYED in faaliyetlerini izlemekten maalesef yoksunum. Son 20 yıldır Birliklerin kuruluşu için uğraşmama rağmen kurulan ilk birliğin içinde olma becerisini gösteremedim.


Üretici kesim ancak Birlikleri kanalıyla sorunlarını saptama, bunları devlet ve araştırma kurumları ile paylaşma imkanı içinde olacaktır. Ayrıca sorunlarının çözümü için gerekli olan finansmanı değişik yollardan fonlar oluşturarak sağlayabilecektir. Düşünün Adana da sınırlı sayıda üreticilerin kurdukları bir üretici derneği bile değişik konuların tartışılması ve paylaşımına olanak tanımaktadır. Bu vesileyle dernek yöneticilerine bana bu konudaki görüşlerimi sunma imkanı tanımaları nedeniyle bir daha teşekkür etmek isterim.

Sonuç olarak gelişmiş üretim birimlerine sahip hiçbir ülkede Üretici Birlikleri kurulmadan veya kooperatifleşmeye gidilmeden gelişme sağlanamamıştır. Kanımca önümüzdeki en büyük engel geniş çaplı Üretici Birliklerinin oluşturulması ve bunların bir çatı altında toplanmasıdır. Diğer ögeler için gerekli altyapının ülkemizde olduğuna inanmaktayım.
Konunun sahibi tam olarak belirlenmediği sürece yapılan tüm girişimler çok az etkiye sahip olacaklardır.

Burada izniniz ile kendimden örnek vermek isterim. 1970 yılından başlayarak Üniversitenin kuruluşu ve ağırlıklı olarak turunçgil sorunlarında çalışmakla geçti. Esas konum olan bitki patolojisi hariç yalnız turunçgil konularında ana başlıkları ile sıralayacak olursam uzunca bir listenin çıktığını görürüz. 1970 li yıllarda turunçgilin önemli sorunu olan Phytophthora ve uçkurutanın değişik sorunlarını araştırmak ile geçti. 1980 li yıllarda turunçgil virüs ve virüs benzeri hastalık etmenlerinin ülkemizdeki varlığı, bunların teşhisi ile uğraştık. Bu arada tüm dünya için yeni ve beyaz sinek ile taşınan bir virüs hastalığını bularak rapor ettik. Ülkemizde Stubborn hastalığının etmenini izole etme yanında, bu hastalık ile mücadelede neler yapılmasını ortaya çıkardık. Ülkemizde 16 virüs ve virüs benzeri hastalık etmeninin teşhisini yaparak, hangisinin hangi çeşitte tehlikeli olduğunu, nasıl bulaştıklarını ortaya koyduk. En basiti bugün en küçük üretici dahi budama makası ve aletlerini hipo ile dezenfekte etmeyi öğrendi. Kimyasal mücadelesi olmayan bu hastalıklar ile mücadele amacıyla virüs hastalıklarına karşı testlenmiş fidan üreterek üreticinin hizmetine sunduk. Bu arada tüm böcek ve nematod tehdidini ortadan kaldırmak için topraksız kültürde ve böcek korumalı seralarda fidan üretim tekniklerini ortaya koyduk. Bugün bölgemizde birçok fidan üreticisi bu teknikleri kullanmaktadır. Yeni çeşitler ile hasat dönemini tüm yıla yaymak için uğraş verdik ve bunda da kısmen etkili olduk. Sırta dikim, damla sulama ve fertigasyon için sürekli konferanslarımız ve yazılarımız oldu.

Çeşitler bazında bakacak olursak Satsuma grubunun yalnız Satsuma ovari'den (Rize) ibaret olmadığını, diğer çeşitlerin de bulunduğunu, göbeklilerin yalnız Vaşington navelden ibaret olmadığını, bunların erkenci ve geçci çeşitleri bulunduğunu gösterdik. Bugün Üniversite de göbeklilerin (Navel grubu) 17 farklı çeşidi bulunmaktadır. Ayni hususlar Valensiya grubu, limon, greyfurt ve mandarinler içinde geçerlidir. Halen Üniversitenin elinde 100'e yakın çeşit bulunmaktadır.

Bugün ülkemizde tarımda extention servislerinin etkin olduğunu söylemek büyük iyimserlik olur. Bu boşluğu doldurmak ve üretici ile bire bir temasa geçebilmek için TURUNÇGİL BÜLTENİ isimli bir dergi çıkarılarak bine yakın üretici, teknik eleman ve araştırma kurumlarına bedava olarak 4 ayda bir gönderilmiştir. Bu dergideki konular turunçgilin tüm konularını kapsayacak içeriğe sahipti. Ancak 1990 ların sonunda çıkan ekonomik kriz bize bu derginin devamlı çıkmasına imkan vermemiştir. Ancak emekli olmama rağmen sizlerle ilişkimi devam ettirebilmek için tam olarak aktif olmamasına rağmen www.turuncgildergisi.com isimli bir web sayfası yapılmıştır.

Ülkemiz turunçgil tarımının gelişmesinde önemli katkıları olan büyük üreticiler ile sağlıklı bir işbirliği sağlayarak bölgemize getirilen yeni çeşitlerin virüs hastalıkları yönünden testlerini yaptık.

Çukurova'da 34 yılım az veya çok sürekli olarak turunçgil sorunları ile ilgilenerek geçti. 1980 yılında Stubborn epidemisi ile birlikte kurduğum Araştırma Grubu 1990 da Araştırma Merkezine,1998 yılında TÜBİTAK Araştırma Enstitüsüne dönüştü. Bu süre esnasında 15 Master, 20 Doktora çalişmasını bu konularda yönettim. Bu vesileyle benimle beraber bu konularda çalışan bugün her biri başarılı birer akademisyen olan arkadaşlarıma özverili çalışmaları nedeniyle teşekkür ederim. Bana zaman zaman büyük destek veren bölge üreticileri ve onların temsilcisi konumundaki kişilere şükranlarımı arz etmek isterim. Hatta bazıları benim öğrencilerime burs vererek onları yurt dışındaki eğitimlerine katkıda bulundular. Tüm bunlar beni motive eden ve mutluk veren desteklerdi.

Tüm bunları yaparken Araştırma Merkezine yapılan yatırım 3 Milyon A.B.D. dolarından fazladır. Bunun yarısı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından sağlanmıştır. Diğerleri projeler kanalıyla yurt içi ve dışından sağlanmıştır. Zaman zaman Üniversitenin bana büyük kaynaklar sağladığı söylenmektedir. Bunlara cevap olarak Üniversitenin katkısının % 2-3 ü geçmediğini söyleyebilirim.

Düşünün tüm bu yatırımlar bölge turunçgil tarımının çözümü amacıyla yapılmışlardır. Ancak bugün arkama baktığımda bu çalışmaları yürütecek ve sürdürebilecek araştırıcıların artık bu birimlerde olmaması bölgenin büyük bir kaybıdır. Halbuki turunçgil tarımının tam bir sahibi bulunsaydı, bugünkü gelişmeler çok farklı bir yol izleyebilirlerdi..
Bu nedenledir ki, Üretici Birlikleri kurulmadıkça uzun yıllar içinde kurulan bu gibi araştırma birimleri kurumsallaşmayacaktır.

Temel sorun olarak gördüğüm bu konulardan sonra birazda Bölgemizde son yıllarda gelişen olaylara temas etmek isterim. Bunları da genelden özele doğru ele almakta yarar vardır.

Geleceğimiz bakımından bizleri en fazla ilgilendiren konu Avrupa Birliği (AB) konusudur. Turunçgil yetiştiriciliği bakımından güçlü rakiplerimizin bulunduğu bu Birlik, bizlere genelde tarımda olmak üzere turunçgilde de önemli engeller koyacaklardır. Bu nedenle AB ile tarım konusundaki gelişmeleri ve detayda turunçgil için olacak gelişmeleri yakından izlemek, bu konuda Ankara'yı bilgilendirmek ve aktif olarak bu gelişmelerde yerimizi almak zorundayız. Bu nedenle bölgemizin en gelişmiş ve etkin durumda olan “Çiftçiler Birliği” ile birlikte çalışmak bir zorunluluktur. Gelişmeler hakkında bilgi sahibi olabilmek için bu konularda etkin olan yerli ve yabancı bürokratları bölgemize davet ederek kendimizi bilgilendirmek ve neler yapabileceğimizi çok iyi saptamalıyız.


Önümüzde duran önemli konulardan biride ülkemiz araştırıcılarının uzun yıllardan beri üzerinde çalıştığı ve önemli bilgi birikimine sahip oldukları sürdürülebilir tarım konusudur. Tarım ürünlerinde agrokimyasalların (gübre + ilaç ) kullanımı AB ülkelerinde çok önemli koşullara bağlanmıştır. Biz üreticiler turunçgil üretiminde bu beceriyi sağlayamadığımız takdirde ihracatımız bundan büyük zarar görecektir. Bunun yanında henüz örneği olmayan “Organik Turunçgil Yetiştiriciliğini” gündemimize almak ve neler yapılabileceğini araştırmak zorundayız. İhracatta önümüzü açmak için ürün çeşitlendirmesine gitmek bir zorunluluktur. Ayrıca gelecek 15 yıl içinde öngörülen üretim miktarına ulaştığımızda tüm üretimin sofralık olması mümkün değildir. Meyve suyu endüstrisinin gelişebilmesi için bu sanayiye uygun çeşitler ile tesis edilmiş bahçelerimiz henüz yoktur. Böyle bir konu bildiğim kadar gündemimizde yoktur.

Diğer taraftan EUREGAP uygulamaları için büyük işletmeler dışında kalan küçük üretim birimlerde nasıl bir rehabiltasyon yapılacağı henüz tartışılmamaktadır.

Üretimle ilgili sorunların başında hala portakallar başta olmak üzere greyfurt çeşitlerini de tehdit eden Stubborn hastalığı önemini korumaktadır. Bu çeşitler ile tesis edilen bahçelerin büyük kesimi bu hastalık ile belirli oranlarda bulaşıktır. Etmen cüce ağustos böcekleri tarafından yabancı otlardan fidan yaşındaki bitkilere taşınmaktadır. Hastalık bölgenin tümünde ayni şiddette değildir. Bazı bölgelerde böcek daha etkin olduğu için hastalık ile bulaşıklılık daha fazla görülmektedir. Bahçeye dikilen fidanın sağlıklı olması hastalıktan korunmak için tam bir güvence sağlamamaktadır. Yukarıda değinildiği gibi hastalık etmenleri vektör böcekler ile taşındığından yeni kurulan tesisin 5 yıl süresince özellikle sonbahar aylarında hastalık yönünde kontrol edilerek hasta ağaçların sağlıklılar ile değiştirilmesi gerekmektedir. Bu uygulama dünyada Stubborn'un sorun olduğu bölgelerde uygulanan en iyi yöntemdir. Ayrıca bu bahçelerde ara tarım yapılması da bulaşma riskini artıran diğer önemli bir konudur. Bu hastalık açısından fidan ile hastalık arasında ilişkinin iyi bilinmesi gerekmektedir. Tüm diğer virüs ve virüs benzeri hastalık etmenleri ile % 100 taşınmasına karşın, Stobborn % 10 - 15 oranında taşınabilmektedir. Bunun nedeni ise hastalığın ağaçlarda homojen dağılmamasıdır. Ancak bu hastalığa duyarlı çeşit fidanlarının açıkta yetiştirilmesi bulaşma riskini artırmaktadır.

Fidan sorunu tüm uğraşlarımıza rağmen bölgede tüm ağırlığı ile yaşanmaktadır. Bir bahçenin ekonomik olmasında en önemli faktör aşı gözüdür. Bunun adına doğru ve aşı gözü ile taşınan hastalıklardan ari olması gerekir. Hemen hemen üreticilerin büyük kesimi bunu gözardı ederek, en ucuz fidan nereden ve nasıl alınır hesabındadır. Bu nedenle fidancılığında Üretici Birliklerinin ele alması ve disipline etmesi gereken konuların başında gelmektedir. Yoksa yasaklamalar ile bu gibi sorunların giderilmesi mümkün değildir. Nitekim Mersin yöresinde fidan yetiştirilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının genelgesi ile yasaklanmasına rağmen kendi kurumları başta olmak üzere özel sektör dahil serbestçe fidan üretmektedirler. Bu gibi uygulamalar bölgedeki turunçgil yetiştiriciliğini her gün daha zor hale getirmektedir. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken önemli konulardan bir diğer de yurt dışından aşı gözü getirilmesidir. Defalarca diğer konuşmalarımda da değindiğim gibi günümüz turunçgil yetiştiriciliğini tehdit eden en büyük sorun bir virüs hastalığı olan TRİSTEZA etmenidir. Bugüne kadar dünyada 60 milyon ağacın ölümüne neden olan bu hastalık özellikle turunç anacı üzerine aşılı portakal, greyfurt ve mandarin çeşitlerini olumsuz etkilemektedir. Hastalık hemen hemen turunçgil tarımının yapıldığı tüm ülkelerde mevcuttur. Yarım asır önceye kadar bu hastalığın bulunmadığı Akdeniz havzasında ilk defa hastalık 1950 li yılların ikinci yarısında İspanya'da görüldü, daha sonra İsrail ve en sonda Kıbrıs adasından rapor edilmiştir. İspanya'dan getirdiğimiz 3 çeşitten ikisinde bu hastalık bulunmuştur. Bu nedenle Üniversite tüm yeni çeşitleri Kaliforniya çeşit üretim merkezinden getirmiş ve her seferinde yaptığı virüs kontrollarında negatif sonuç almıştır. Ancak Kaliforniya dahil özel sektör üretim birimlerinden alınacak aşı gözleri bizler için önemli riskleri taşımaktadır. Dışarıdan getirilen aşı gözleri mutlaka virüsler açısından kontrol edilmesi gerekmektedir. Bugün A.B.D. de tristeza hastalığının yaygın olduğu Florida ve Kaliforniya eyaletlerinde anaç olarak bu hastalığa tolerant turunç dışında anaçlar kullanılırken, hastalığın bulunmadığı Texas eyaletinde % 80 oranında turunç kullanılmaktadır. Turunç anaçlar arasında hemen hemen tüm çeşitlerle uyum sağlayan Phytophthora fungusu ve toprak stres faktörlerine tolerant tek turunçgil anacıdır. Ülkemizde tristeza virüsünün yaygın olmadığı sürece turunç anacı bizlerin işini kolaylaştıran bir lütuftur. Ancak buna rağmen tristeza tehlikesi de gözardı edilmeden yeni anaçlarla ilgilenmemiz ve bunlar hakkında da bilgi olmamızda yarar vardır.

Ancak virüs taşınmasından korunmak için seralarda yapılan fidan üretiminde başka bir tehlike bölgede etkin olacak gibi görülmektedir. Bir akar çeşidi olan broad mite sera koşullarında fidanlara daha kolay bulaşmakta ve ovaya yayılmaktadır. Bu akar birçok fidan üreticisi için tanınmadığından önlem alınmamakta ve yayılmaktadır.

Hepimizin bildiği gibi yeni anaç çeşitleri bölgemizde de popüler olmağa başlanmış ve bu husus uzmanlar tarafından da desteklenmektedir. Genellikle Carrizo sitranj popülerlik kazanmaktadır. Tristeza hastalık etmenine de tolerant olan bu anaç seçimi biz bitki patologları tarafından da desteklenmektedir. Ancak burada üzerinde durulması gereken çok önemli bir husus bulunmaktadır. Nedense bu anaç çeşidini öneren uzmanlarda bu hususu pek dile getirmemektedirler. Üç yaprak gibi bunun melezi olan sitranjlar da EXOCORTİS viroidine duyarlıdır. Bu hastalık etmeni ülkemiz turunçgil ağaçlarında en fazla yaygınlık gösteren hastalıkların başında gelmektedir. Bölgede yaygın olarak kullanılan turunç anacı bu hastalık etmenine dayanıklı olduğu için üreticiler hastalıktan doğal olarak korunmakta ve hastalığın varlığını bilmemektedirler. Ancak Carrizo anaçları, exocortis viroidi ile yaygın olarak bulaşık üretimdeki ağaçlardan alınan aşı gözleri ile aşılanacak olursa, 5 10 yıl sonra bu fidanlarla kurulan tesislerde yeni ve üreticilerin tanımadıkları bir hastalık ile karşı karşıya gelinecektir. Carrizo sitranjın anaç olarak kullanılmasında tüm dünyadaki kural, bunların virüslerden arıtılmış aşı gözleri ile aşılanmasıdır.


Turunçgil üreticisinin değişmez gündem maddelerinin başında çeşit konusu gelmektedir. Ülkemizin, ihracat göz önüne alındığında en büyük eksiği Klemantin grubu çeşitlerin üretimindeki eksiğidir. Avrupa pazarının alışkın olduğu bu çeşitlerde ülkemizde henüz bir atılım görülmemektedir. Üniversitenin getirdiği ve birkaç üreticiye verdiği Marisol maalesef isteneni verememiştir. İspanya'nın hala gündeminde olan bu çeşit bu günlerde bunun bir mutasyonu olan ve Marisol'e göre meyve kalitesi daha iyi olan Lorenta çeşidi ile yer değiştirmektedir. İspanya nın klasik klemantin çeşitleri ülkemize getirilerek üretici ile buluşturulamamıştır. Konuşmamın başında sözünü ettiğim büyüme trendi göz önüne alındığında bu çeşitlerin ivedilikle bölgemize getirilmesi bir zorunluluktur.

Portakallardan göbekli (Navel) grubunda yaygın olarak Vaşington, ülkemizde bilinmeyen ismi ile Parent çeşidi yaygındır. Üniversite Bakanlığın 1960 yıllarda getirdiği Frost çeşidini isteyen birkaç üreticiye vermiştir. Eskiden erkenciliği için bölgemizde yetiştirilen Thomson son yıllarda tamamen önemini yitirmiştir. Son yıllarda erkenci ve geçci navel çeşitlerine talep başlamıştır. Üniversite son yıllarda erkencilerden Navelina ve geçcilerden Lanalate ve navalate çeşitlerini kısıtlı oranlarda dağıtımını yapmıştır. Son yıllarda yine geçci çeşitlerden Spring den bahsedilmektedir. Ayrıca renkli navel olarak bilinen Cara cara çeşidi az sayıda üretici tarafından tesis edilmiştir. Bunlara ilave olarak benim erkencilerden önereceğim çeşit Fukumoto'dur. Bunun navelina yanında ülkemizde yaygınlık kazanması gerekmektedir. Turunçgil endüstrisini geliştirmek isteyen bir çok ülkenin gündeminde olan bir çeşittir.

Yıllar önce büyük dirençle karşılaşan Valensiya grubu portakallardan bölgemizde en yaygın yetiştirilen çeşit Valensiya late'dir. Bunun yanında Şubat Mart aylarında yetişen Valensiya midknight çeşidi belirli oranda yetiştirilmektedir. Ancak Kaliforniya'nın gündeminde olan Rohde red, Olinda gibi Valensiya çeşitleri ülkemizde bilinmemektedir. K.K.T.C. AB'ye girdikten sonra Kıbrıs valensiyası ülkemize gelmiyeceği gerçeğini de düşünmekte yarar vardır. Bu çeşitler ülkemizde mevcuttur.

Turunçgil meyve suyu sanayisi için gerekli çeşitlerde ülkemiz çeşit koleksiyon parsellerinde bulunmaktadır.

Klemantin dışı mandarin çeşitleri üretiminde ülkemizde de bir zenginlik görünmektedir. Satsuma grubundan en yaygın olanı bölgemizde Rize olarak bilinen Satsuma ovari çeşididir. Bunun yanında erkenci çeşitlerden Okitsu, Clausellina'ya göre daha yaygın olarak yetiştirilmeğe başlanmıştır. Bunun yanında dış kabuk rengi daha koyu olan Satsuma ovari'ye göre 5-10 gün daha erkenci olan Debashi beni Satsuma çeşidi Ege bölgesinde denenmeğe başlanmıştır. Bu gruptan da ülkemize getirilmesi gereken başka çeşitlerde bulunmaktadır.

Aralık-Ocak aylarında hasadı yapılan Robinson ve Nova mandarin çeşitlerinde ağırlık ikincidedir. Ancak gerek meyve çatlaması ve gerekse yer seçiciliği bakımından Nova üreticiyi kısmen ürkütmüş çeşitlerden biridir. Fremont dünyada yaygın olarak bölgemizde yetiştirilmektedir. Gerek zaman zaman Arap ülkelerine ihracat imkanı gerekse iç pazarın tüketmesi nedeniyle hala küçük üreticiler tarafından sorulan bir çeşittir.

Şubat ayından itibaren mandarin bakımından pazarda bir boşluk doğmaktadır. Üreticiye verilen Fortune çeşidi maalesef beklenen performansı sağlayamamıştır. İspanya'da üretimi yapılan bu çeşitte bölge başarı sağlayamamıştır.

Üniversitede bulunan Ellendale ve Ortanique ümit var görülmektedir. Bunlardan birinci Şubat, ikincisi Mayıs ayında hasat edilmektedir. Bunun yanında bir Ortanique seleksiyonu olan ve Kıbrıs'ta yetişen Mandora çeşidinin bölgemizde denenmesinde yarar vardır. Bunun çekirdeksiz olanı bulunmuş, Üniversiteye getirilerek arıtılmıştır.

Son iki yıldır bölgede yeni limon çeşitlerine olan ilgide artmaya başlamıştır. Bildiğiniz gibi bölgemizde yaygın olarak Enterdonat, Kütdiken ve Meyer çeşitleri yetiştirilmektedir. Soğuğa diğerlerine göre daha dayanıklı olan Meyer çeşidi büyük oranlarda ihraç edilmemesine karşın iç talebin yüksek olduğu bir çeşit konumundadır. Son yıllarda Euraka limon çeşidi adından en fazla söz ettiren bir çeşittir. Ancak Euraka limon çeşidine karar vermede yeni Lizbon grubu çeşitlerinden Limoneria çeşitleri hakkında bilgi edinilmekte yarar vardır.

 
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.

 

SEKTÖREL

>> Ülkemiz turuncgil tarımının yapısı ve son yıllardaki bazı gelişmeleri

>> Üretici de tüketici de zor durumda...

>> Turunçgil beslenmesi yönünden temel sorunlar

>> Su ürünleri

>> Keçi boynuzu


 
ANA SAYFAYA DÖN
 

Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.