ARAŞTIRMA

 
Zir. Yük. Müh. Ahmet Nedim Nazlıcan
annazlican@yahoo.com

Transgenik Ürünler Öcü mü?

Son 200 yılda, genetik bilimiyle uğraşan uzmanların ortaya çıkardığı bilimsel gerçekler; bitki veya hayvan türlerinin, ya iki farklı türün doğal olarak melezlenmesi yoluyla ya da var olan herhangi bir türün çeşitli fiziksel veya kimyasal etkenler nedeniyle değişime uğrayarak üremiş olduklarını belgelemektedir.

Bugün bilinen 250 bin bitki türünden çoğunun, 5 bin yıllık bir tarihi geçmişe sahip olduğu, bunlardan ancak 3 bin kadarının insanlarca kullanıldığı ve sadece 150 civarında bitkinin yoğun olarak üretiminin yapıldığı bilinmektedir (1). Örneğin; buğday bitkisi günümüzden binlerce yıl önce, Anadolu'yu da içine alan Ön Asya'da, yabani tiplerinde oluşan değişimler sonucunda ortaya çıkmış ve geçen süre içinde evrim geçirerek bugünkü durumuna, ekmeklik ve makarnalık buğday formları haline gelmiştir (2). Yabani formları belirlenen pek çok bitki türü için bu tip bir gelişme söz konusudur.

Zaman içerisinde doğal melezlemeler yoluyla ortaya çıkan bitkilere, lahana ile yağ şalgamının melezlenmesinden oluşan Kolza (Kanola) örneği verilebilir. Biz klasik ıslahçıların yaptığı da zaten, doğada kendiliğinden gerçekleşen bu iki metodu taklit etmekten başka bir şey değildir. Tahıl ıslahçılarının, buğday ve çavdar melezi olarak elde ettikleri Triticale bitkisi, türler arası melezlemeye iyi bir örnektir.

Yeni bir bitki türünün ortaya çıkarılmasından çok, bir bitkinin yeni çeşitlerinin eldesinde de aynı teknikler üstelik daha yoğun bir biçimde kullanılmaktadır. Ya mevcut bitkiler arasından farklı özelliktekilerin seçimiyle yeni bir çeşit yakalanmış olur ya da bazı özelliklerinden şikayet edilen çeşitlere, aynı bitkinin başka çeşitlerinden melezleme yoluyla gen transferi yapılarak, dayanıklılığı veya verimliliği arttırılmış olunur. Burada doğaya ters bir durum yoktur. İnsan gıdası olarak tüketildiğinde, kafalarda şüpheler uyandıracak herhangi bir olumsuz gelişme söz konusu değildir çünkü.

İnsandan örnek vermek gerekirse; iki insanın evlenip çocuk sahibi olmasında, nadiren ucube tiplerin çıkışı görülebilir ama diyelim ki, insanlara kanat, gaga ya da kuyruk oluşturma geni ekle-nerek doğaya ters yeni bir insan tipi ortaya çıkar-tılırsa; bu, insanların kolayca kabul edebile-cekleri veya hiç şüpheye düşmeyecekleri, gelecek adına korkuya kapılmayacakları bir gelişme olabilir mi ? O halde, bilimsel çabaların sonucu bile olsa, insanları tedirgin etmeyecek gelişmelere ihtiyacımız var. İnanmakta güçlük çeken insanlara kızmanın ve bilimsel düşünmemekle suçlamanın da bir anlamı ve haklılığı olmasa gerek.

Günümüzde, yoksulların umudu, açların ilacı gibi sunulmaya çalışılan transgenik ürünlerin, bilinen klasik ıslah metotlarına göre bazı üstünlükleri olduğunu inkar etmek mümkün değil. Melezleme çalışmaları sonrasında 10-12 yılı bulan seçme aşamalarına gerek kalmıyor belki ve zamandan tasarruf yanında, bilinen hedefe doğru daha kestirmeden gitmenin getirdiği işgücü ve maliyet kolaylıkları da cabası.

Bizler, yeni bir çeşidin elde edilmesinde kişisel bilgi birikimi ve tecrübe yanında, dikkatli gözlemler yapma ve iyi bir özelliği yakalama şansına da ihtiyaç duyarken; transgenik ürünleri geliştiren meslektaşlarımız laboratuarlarında, sadece istedikleri genin transferini sağlayarak daha kısa sürede sonuç almaktalar. Her şey iyi güzel ama sağlık adına riskler taşıması konusunda rahatlatıcı garantiler verilememesi ne olacak ?

İnsan nüfusu sürekli artıyor. Üstelik gelişmemiş ülkelerde bu artış daha fazla. 50 yıl sonra 9-10 milyar insana ulaşacak olan dünya nüfusunun doyurulamayacak olma endişesi, çözümü güç büyük problemleri bugünden düşündürtmeye başlamıştır bile. Bunca insan nasıl doyurulabilir diye düşünen bilim adamlarının, ürünlerde verim ve kalite artışı yoluyla üretimde bolluk yaratma çabaları, bu tür teknolojik yeniliklere haklı bir kılıf olarak gösterilmekte. (Birkaç gün önce gazete ve televizyon haberlerinden öğrendiğimiz kadarıyla, ABD Başkanı G.Bush da, Afrika'da bu kadar aç insan dururken, AB ülkelerinin transgenik teknolojisine uzak duruşunu eleştirmişti, sanki AB ülkelerinin böyle büyük bir tarımsal potansiyeli varmış gibi ... )

Ancak, her yeni metodun başlangıçta taşıdığı bilinmezlikleri ve riskleri nedeniyle, transgenik ürünlerin de insanları ürkütmeye devam ettiğini unutmamak gerek. Geçen sayıdaki yazımda da vurguladığım gibi; bu alana ayrılan pastanın büyüklüğü ve giderek artan üretim miktarları dikkate alındığında, üretici firmaların risk belirleme ve giderme konularında da yoğun emek ve para harcamaları gerekiyor. Bu teknolojinin zararsızlığı konusunda ikna edici araştırma sonuçlarının ortaya çıkarılması, bağımsız bilimsel kurumlar yanında bu tür üretici firmalara da oldukça fazla görev düşmektedir.

Transgenik teknolojisini pazarlayan lobiler ne yapıyor ? “Yaptığım iş bilimseldir, bana güvenin” diyerek kestirip atıyor. Bazı ülkelerde, tarımsal girdilerin yüksekliğinden yılmış üreticilerin kolayca ikna edilmesi ve miktarı artan düzeylerde bu tip çeşitlerin ekilmesi yoluyla, transgenik ürünlerin artışı dev adımlarla ilerliyor. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, kimi ülkelerin çekingen davranmaları bu eğilime daha ne kadar direnç gösterebilir bilinmez ama diğer yandan, aynı dünyanın başka köşelerinde tam tersi bir uygulamayla, klasik üretimlerdeki pek çok uygulamayı yerden yere vuran organik tarım gerçeği de büyümeye devam ediyor. Her iki güçlü lobinin hedefleri, birbirine ters ufuklara doğru hırsla koşup dururken, arada kalansa bizim normal rotasında ilerleyen klasik üretim modellerimiz oluyor nedense.

Transgenik ürünler, kelime anlamı olarak gen aktarımlı gıdalar demek. Yani, bir bitki çeşidinin herhangi bir hastalık veya zararlıya karşı dayanıksızlığı söz konusuysa, transgenik teknolojisini kullanan çevreler, başka bir canlıdan, istenen gene sahip bir başka bitki veya hayvan türünden o geni alıp, üzerinde çalışılan bitkiye aktarılarak daha dayanıklı yeni çeşitler elde edilebilmekte. Zararlılarla mücadele dışında, ürünün tadını ve görünümünü değiştirmek, taşıma ve depolamaya uygunluğu arttırmak, besin değerini arttırmak amacıyla da gen transferi işlemi uygulanmaktadır (3). İleride aşıların meyvelere yüklenmesi gibi şaşırtıcı bir tıbbi kullanım için de yoğun çalışmaların sürdürüldüğü bildiriliyor.

2000 yılı rakamlarıyla, endüstrileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde toplam 3.5 milyon üreticinin, 44 milyon hektar alanda transgenik ürün yetiştiriciliği yaptığı tespit edilmiştir. Bu alanların 30 milyon hektarını tek başına ABD sağlamakta, onu 10 milyon hektar ile Arjantin ve 3 milyon hektar ile de Kanada izlemektedir. Zaten bu 3 ülkenin toplam üretim içindeki payları da % 98 oranına ulaşmaktadır. En fazla soya, pamuk, mısır, kanola, patates ve çeltik olmak üzere çok sayıda bitkide transgenik ürün üretimine devam edilmektedir (4).

Zararlı böceklere karşı, Bacillus thuringiensis bakterisinden gen transferiyle doğal bir böcek öldürücü yapıya kavuşturulan (Bt) veya herbisitlere dayanıklı (Ht) bitkiler yanında, yağ asitleri kompozisyonu değiştirilerek kuraklığa ve tuza dayanıklı yeni çeşitlerin ortaya çıkarılması, çiftçilerin beklentisi açısından oldukça tatmin edici.

 
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.

 

ARAŞTIRMA

>> Transgenik ürünler öcü mü?

>> Tritikale yetiştiriciliği

>> Kuşburnu deyip geçmeyin

>> Adaçayı


 
ANA SAYFAYA DÖN
 


Risklerine gelince, ilginç bir örnekle başlamak yerinde olacak sanırım. 1990'larda, Brezilya kestanesinden alınan bir gen, proteinini zenginleştirmek üzere soyaya verilir. Böylece soya küspesinin besleyiciliği arttırılmış olacaktır. Ancak, Brezilya kestanesinde bulunduğu bilinen bir allerjik maddenin insan gıdasına karıştığında ne olacağı araştırılıp, insan vücudunun bu maddeye tepki gösterdiği görülünce proje iptal edilmiş. Aynı şey, 2000 yılında ABD'de, yemlik bir transgenik mısır çeşidinin sindirim sırasında yavaş parçalanması nedeniyle allerji belirtileri vermesi üzerine, üretici firma tarafından piyasadan tamamen toplatılmış (5)

Gen aktarımıyla elde edilen transgenik ürünlere ait çiçek tozlarının, ekildikleri araziye komşu bitkilere de bu geni transfer edebilecekleri kuşkusu bilim dünyasının henüz çözemediği bir karabasan gibi duruyor. Hele bir de bu dayanıklılık genleri, kurtulmak için türlü masraflara yol açan yabancı otlara geçerse ve onlarda dayanıklılıklarını arttırırsa vay halimize. Mücadele ilaçlarından büyük tasarruf sağladığı ileri sürülen (1999'da dünya çapında 700 milyon dolarlık bir avantaj sağlandığı iddia ediliyor) transgenik ürünler, bu yolla tam tersine canavarlaşan otlar bile yaratabilir. Bir süre önce, saldırgan Afrika arılarının, Güney Amerika'daki yumuşak huylu arılarla melezlenmesine göz yuman bazı araştırmacıların, kıta çapında dert yaratan bir katil arı ırkının ortaya çıkmasına sebep oluşu gibi, transgenik ürünlerin bünyesinde yer alan aktarmalı genlerin de istenmeyen gelişmelere yol açabilmeleri şüphesi bilim dünyasını epeyce meşgul etmiş durumda(6).

AB ülkelerinde Frankeştayn gıdalar adıyla protesto edilen transgenik ürünlerin tonlarcasının imha edilmesinin perde arkasında da, sonuçları yeterince incelenememiş olan bu tür ürünler nedeniyle, gelecekte ne tür ürkütücü senaryolarla karşılaşabileceğimiz konusundaki şüpheler yatmaktadır. ABD'de bile yayılmaya başlayan tepkiler yüzünden, bu tür ürünlerden elde edilen gıdaların üzerine genetik değişikliğe uğramış ( Genetically modified-GM) etiketi konularak insanların bilgilendirilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Yine de bilmeden bu tür gıdaları tüketen insan sayısının milyonlarca olduğu ortada.

Sonuç olarak; biyoteknoloji tutkunları için bu tür ürünler, geleceği kurtaracak olan mucizevi bir formül şeklinde değerlendirilse de, tüketici koruma örgütleri ve çevreciler içinse, risk ve şüpheler yumağında dönüp duran bir çok bilinmeyenli denklem. Kimin haklı çıkacağını görmek için daha uzun bir süreye ihtiyaç var ve geniş kapsamlı araştırmalara da. Ancak, birkaç yıl önce İngiltere'de yaptığı laboratuar çalışmalarıyla, genetik değişikliğe uğramış patateslerle beslediği farelerin beyinlerinde küçülme olduğunu ve bağışıklık sisteminin zayıfladığını tespit eden Macar asıllı bilim adamı Arpad Pusztai'nin kısa bir süre sonra işinden uzaklaştırılmasıyla yarıda kalan çalışmaları gibi olursa, gerçeklerin ortaya çıkmasını beklemek de başka baharlara kalacak herhalde. Üstelik bu bilim adamının çalışmasını yeniden deneyerek haklı bulan 20 bilim adamının, aynı yöndeki bilimsel ilanları da fazlaca dikkate alınmadığına göre, çevreye duyarlı insanların işi zor demekten başka bir şey kalmıyor geriye. Yine de, idealist klasik ıslahçıların bildikleri yolda dirençle yol almalarının da önemli olduğuna yürekten inanıyorum.

Transgenik ürünler hakkında gündeme getirilen olumlu ya da olumsuz görüşlerin sonu yok. Bu makalede her iki görüşten de örneklere yer verilmiştir. Gerçekleri ise, gelecekteki bağımsız çalışmaların tespitleri, daha net bir şekilde ortaya koyacaktır. Yazıları karamsar bir havayla bitirmek pek hoş olmasa da, iki hafta önceki bir gazete haberinde konu edilen kıyamet senaryosunu eklemeden içim rahat etmeyecek. Cambridge Üniversitesi profesörlerinden Martin Rees'in iddiasına göre; kıyametin, gelecek yüz yıl içerisinde gerçekleşme ihtimalinin % 50'lilere ulaşmasında, insanların kontrolsüz teknolojik gelişmeler yoluyla olan katkısı (!) büyük pay sahibi olacaktır. Nükleer terörizm, laboratuarda geliştirilen ölümcül virüsler ve insanın yapısını radikal biçimde değiştirebilecek genetik müdahaleler, göktaşı çarpması gibi doğal afetlerden bile daha büyük bir risk taşımakta gelecek adına. Bile bile lades der miyiz hala, bilinmez !


KAYNAKLAR:

1- Gökçora, H., 1973. Tarla Bitkileri Islahı ve Tohumluk. A.Ü.Z.F. Yayın No: 490.
2- Kün,E., 1983. Serin İklim Tahılları. A.Ü.Z.F. Yayın No: 875.
3- Zülal,A., 2003. Gen Aktarımlı Tarım Ürünleri. Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı:426.
4- May Agro Tek, 2000. Sayı: 14.
5- National Geographic-Türkiye. Gıdalar Nasıl Değişiyor. Mayıs,2002
6- Cine Tarım, Sayı: 31, Aralık-2000.

Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.