ARAŞTIRMA

 
Zir. Yük. Müh. Ahmet Nedim Nazlıcan
annazlican@yahoo.com

Buzdağının görünmeyen yüzü

Şu Transgenik Denen Elmaşekeri

Bilim dünyası insanları şaşırtmaya devam ediyor. Öylesine inanılmaz hızla ilerlemeler sergileniyor ki, yetişmek çoğu kez mümkün olmuyor. Her gün yeni bir keşif, yeni bir metot ortaya konuyor. Bilim ve teknolojinin sunduğu yenilikler de insanda epeyce bir alışkanlık yapıyor olmalı ki, her yıl yeni ve daha verimli bir tohumluk çeşidini arayan çiftçiler gibi, hepimiz aç gözlerle yenilikleri bekleyip duruyoruz. Sabun köpüğü gibi çabucak tüketilip eskitilen nesneleriyle hayat daha bir kolaylaşırken, kısa sürede eskitilen şeylerin hemen terk edilmesi de oldukça vefasızlık kokan bir davranış olsa gerek.

Fast food kültüründe sembolleşen bu aceleci tüketim alışkanlığı gözleri öylesine boyamış olmalı ki, piyasanın üretim yamacındaki kimi uyanıkların bundan anlamlar çıkarması hiç de zor olmuyor. İnsanlara gerçekten yararlı pek çok buluşun yanında, para ve ün kazanma amaçlı tonla sahte gelişmenin de söz konusu olduğu hepimizin malumudur sanırım. Bilimselliğin anlamı gereği; araştırıcı, şüpheci, uzun süreler bile sürse ikna olmayı bekleyici tavır ve düşünceler giderek yok olmaya başladı. Herkeste bir acelecilik, bir pay kapma telaşı var artık. Geç kalan kaybeder anlayışı, haklı olanın veya kaliteliyi, yarayışlıyı üretenin elinde bile bir dezavantaj olarak belirmekte.

Özellikle gıda ve ilaç sektöründe yeni bir buluşun devreye girişi, çok uzun yıllar süren çalışmalara, denemelere ve analizlere mal olarak sonuçlandırılmaya çalışılırken; son dönemlerde atlı kovalar gibi bir acelecilikle işler hallediliyor izlenimi verilmekte. Pek çok sektörde olduğu gibi, tarımsal uygulamalarda da doğruyla yanlış, bilime uygun olanla olmayan birbirine karışmış durumda. Herkesi ilgilendiren bir konu olarak, sağlıklı beslenme adına iddia edilen hangi metot ya da bilgiye tamamen inanmak mümkün ? Yakın geçmişte "iyidir, bolca tüketilmelidir" denen kaç besin bugün öcü listesine alınmış ya da "yararsızdır" denilen neler, bugün "bir yanlışlık olmuş, meğer çok faydalı bir madde imiş" diye yeniden gündeme taşınmakta. Gelişmiş ülkelerden yola çıkan bir çok tıbbi araştırma, günümüzde maalesef kafaları allak bullak etmiş durumda. İnsan neye inanacağını şaşırıyor.

Transgenik yani genetik değişikliğe uğramış gıdalar konusu da bundan farklı değil. Zaten mazisi yeni bir uygulama olduğundan hakkında toplumun geneline mal olmuş fazlaca bir bilgi birikimi yok. Son derece teknik bir konu olması yanında, konu hakkında istenilen her türlü bilgiye kolayca ulaşılamaması, hatta bazı konuların sır olması, bu yeni dönem teknolojik gelişmenin ürkütücülüğünü ister istemez ortaya çıkarmaktadır. Sonuç olarak; yanında olanlarla karşı olanların hemen hemen aynı miktarlarda olduğu bir alanda, ikna olmak oldukça zor olmakta.

10-12 yıl önceydi; bir dergideki kısa bir haber içinde ilk kez duymuştum transgenik kelimesini. Bilim adamları kot kumaşının üretimindeki boya masraflarından kaçınmak ve doğayı daha az kirletmek için, eskiden mavi renkli boyarmadde olarak kullanılan çivit otundan pamuk bitkisine gen transferi yapmışlardı. Tabii ki, bu örnek bugün için oldukça basit kalıyordu. Sonraları, tüm dünyada yılda 30 milyar dolar civarında zarara sebep olan yaprak bitine karşı, kardelen bitkisi çiçeklerinin salgıladığı lektin proteininin patatese aktarılarak yaprak bitlerinin kısırlaştırılmasının sağlandığını da okumuştum.

Minicik haberlerin müjdelediği gelişmeler müthişti ve büyük zararlardan koruma sağlayıcıydı. Sempati duymamak mümkün değildi.

Son 15 yılda çığ gibi büyüyen bir alan olarak transgenik ürünler konusu, birden yoğunluk kazanmaya başladı. Bir yandan cansiperane savunucuları vardı reklamını yapan, öte yandan da ateşli nutuklar atarak olumsuzluklarını sıralayanlar. Büyük çoğunluksa, içinde gerçekte neyle karşılaşacağını bilemediği bir elmaşekeri gibi elinde bulduğu bu yeniliğin tedirginliğini yaşıyordu. Bazı ürünlerde birkaç yıl içinde % 30-40'lara ulaşan transgenik ürün üretimine ABD, Brezilya ve Arjantin gibi ülkeler sıcak bakarken, Avrupa ülkeleri ise bu konuya oldukça soğuk bakmakta ve hatta yasaklama bile getirmekte.

Okuduklarımızın ürkütücülüğü daha ağır bastığından, bu tip ürünlerin yarayışlılığı ve gerekliliğine inanarak ikna olmak zordu. Bilimsel çevrelerdeki hassasiyetlerin giderek esnemelere uğraması da bu konudaki tedirginlikleri ve olumsuz görüşleri haklı bulma yönünde kitleleri etkilemekteydi. Meslek hayatını klasik ıslah teknikleriyle renklendiren bizler bir yana, okuduklarının etkisiyle toplumun bir çok kesimi de kararsızlığını öcü psikolojisi yardımıyla netleştirme durumundaydı.

Bir gün, bu yeni uygulamayı kullanan bir büyük uluslararası firmanın yetkilileriyle tanışma fırsatım oldu. Bu konuyu bizlere de tanıtma ve sevdirme düşüncesiyle geldikleri toplantıda bulduğu sentetik maddeler, örneğin kimyasal gübreler ve ilaçlar birden hızlandırmış, verim seviyelerinde inanılmaz artışlar sağlamışken, bugün onların torunları ekolojik tarım denen ve her türlü sunilikten uzak durup tekrar doğala dönen bir tarım politikasını gündeme getirmiştir. Aynı şey; babalarınızın hormonlarla yaptığı atılımın da bugün öcü pozisyonuna düşmüş olmasıyla bir kez daha ortada.

Bizim mehter takımının adımları gibi, bilim dünyası da iki ileri bir geri gitmeye başladı son zamanlarda. Bir zorunluluk olarak ortaya konulan katkı maddelerinin zararlarını anlatan ne çok yazı okumaktayız. Her gün yeni bir iddia beslenme dünyamızı allak bullak eden bir bomba gibi kucağımıza düşüyor. O halde bunca acelecilik niye? Niçin, hakkında pek çok olumsuz değerlendirmeler de bulunan bir bilimsel gelişmeyi, bu derece hızla yaymaya, hem de her yönüyle bilgilendirmeler yapmadan sunmaya çalışıyorsunuz? Acaba, diğer örneklerde olduğu gibi, bir kuşak sonrasını bile beklemeden, kısa bir süre sonra yine aynı şey olur ve gündeme taşıdığınız iddialı uygulamaların verdiği zararlar ortaya konulursa, bundan vicdan azabı duymayacak mısınız ? ”

Uzmanlar, aydan gelmişiz muamelesiyle yüzlerimize bakarak, transgenik uygulamalarının son derece güvenilir ve bilimsel olduğuna nasıl inanmadığımızın hayreti içerisinde, üstü kapalı bilgilerle bizleri ikna

 

 
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.

 

ARAŞTIRMA

>> Tarımın mevcut durumu ve önemi

>> Şu transgenik denen elmaşekeri

>> Meyve ağaçlarında zararlı yaprakbiti türleri ve doğal düşmanları

>> Veriticillium solgunluğu

>> Yağlık ayçiçeği



 
ANA SAYFAYA DÖN
 


etmeye koyuldular. Bu inanılmaz gelişme, yakın zamanda tüm dünyayı kaplayacaktı, çok uzun seneler boyu süren klasik ıslah tekniklerinin yerini, daha ucuz, daha kolay ve daha hızlı bir teknik almaktaydı. Bizlerin şüpheyle karşılaması veya direnmesi boşunaydı. Zaten her toplumda böyle birkaç muhalif ses bulunurmuş havasında basit cevaplar vererek kalabalıkları ikna etmeye koyuldular. Doğru olabilir ama bunun yolu daha fazla bilgiyi, hem de tüm çıplaklığıyla ortaya koyup, şüpheleri gidermekten geçer.

Bu nedenle sorular devam etti. "Bu konunun hiç riski yok mu, insanlar rahat rahat bu tür ürünleri alıp yiyebilirler miydi ?" "Tabii efendim, ne demekti, zaten ABD'de bile fast food zinciri içerisinde bu tür ürünler büyük miktarlarda tüketiliyordu." "Peki, ne yediklerini bilerek mi tüketiyorlardı, yani sokaktaki insan yediği yiyeceğin paketi üzerinde bu ürünlerin açıklamasını okuyabiliyor muydu? "Bundan sonrasında tatmin edici bir şeyler duymak mümkün olmuyordu.

" Avrupalılar niye bu bilimsel gelişmelerden ikna olmayıp, bu metodun sağladıklarından yararlanmıyorlardı, yoksa onların o ünlü, "çıkarlarına olan şeylerin peşine düşme hırsları" körelmeye mi başlamıştı ? " Cevap hazırdı;
"Deli dana hastalığından bu yana Avrupa piyasalarında yaşanan sıkıntılara karşı bu ülkelerin tepkisi, ABD malı transgenik ürünlerin gelişimini önlemek olmuştur." Buna yanlış demek mantıklı olmaz belki ama Avrupalı pek çok çevrenin sırf sağlık sebepleriyle bu yeni gelişmeye karşı çıktığı, toplantıları basıp, protestolar yaptığı da unutulmamalı. Yani, ticari kaygıların dışındaki bilimsel itirazlar da dikkate alınmalı aslında.

Birlikte çalışabilir miydik teklifine, şimdilik gerek yok cevabını vermiştik. Zaten hedeflerimiz de çakışmıyor. Biz daha verimli ve kaliteli yeni çeşitler için uzun uğraşlar vermeyi göze alıyor ama sonuçta kimsenin kendisini risk altında hissetmeyeceği ürünleri afiyetle yemesini arzuluyorduk, onlarsa örneğin soyada yabancı ot ilaçlarına dayanıklı çeşitler geliştirerek, bol bol ilaç atımı yoluyla tertemiz üretimler elde edip, dolaylı yoldan verimi yükseltmeyi öne sürüyorlardı ama ekolojik tarımın yaygınlaşmasına sempatik bakan beyinlerin, ilaç kullanımını teşvik eden bu tip uygulamalara sıcak bakması da mümkün olmuyordu. Kaldı ki, bizim gibi nüfusunun yarıya yakını, tarım alanında çalışarak karın doyuran ülkelerde, her şeyi mekanize etmenin ve kimyasal yollarla büyük kolaylıklar sağlamanın bedeli, iş arayan yığınların sayısındaki hızlı artışlarla almak durumunda kalırdık. Olayın sosyal boyutu da önemliydi bizim önerilerimiz açısından.

Bir ürünün risk taşıyıp taşımadığının sorumluluğu alıcıya değil satıcıya düşerdi, bu nedenle pazarlamacıların çok iyi bildiği gibi, doğru bilgilerle ikna edilmeye ihtiyaç var. Belki biraz da zamana. Bilim çevreleri, gerekli analizleri yapıp insanları yeterince bilgilendirmeden, olumlu görüşler belirtmeden, kraldan çok kralcı kesilenlerin abartılı tanıtımları ve güven aşılamaya çalışmalarından fazla etkilenilmeyecektir diye düşünüyorum.

Hele, bu ve benzeri konularda olumsuz eleştiri getirenlerin hemen bilim dışı olmakla suçlanmasına çok bozuluyorum. Üstünde son model bir cep telefonu taşıyan herhangi birinin hemen çok bilimsel bir kişilik olduğunu öne sürmek ne derece inandırıcıysa, yeni olan her şeyi körü körüne benimseyenleri de hemen bilim dostu olarak tanıtmak ya da eleştirenleri bilim düşmanı olarak tanımlamak da o derece haksızlıktır. Bilimin yolu, felsefesi belli oysa ki; şüpheyle karşıla, incele, dene, etraflıca bilgilen, yarar ve zararını net olarak belirle ve iddianı karşındakileri ikna ederek benimset. Biraz da sabırlı ol !

Bu sayıda işin biraz hikaye kısımlarını yazmak zorundaydım. Gelecek sayılarda, bu yeni gelişmeyle ilgili olarak ortaya konulan olumlu ve olumsuz görüşlerden bazı derlemeleri sunmaya çalışacağım. Belki bu satırlar kendi platformumuzda yararlı bir tartışmanın başlamasına da sebep olur. Herkesin eteğindeki taşı dökmesi, bizleri karşılıklı aydınlanmaya götürür. Daha çok bilgiden ne zarar gelecek ki ? Evhamlı yüreklerin dışında .....!

 

Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.