ARAŞTIRMA

Zir. Yük. Müh. Ahmet Nedim Nazlıcan
annazlican@yahoo.com
Koşuyoruz Kıyamete
Evrendeki varlıkların en üstünü ve en zekisi insandır"
tezi, konusu insan üstüne olan her bilim dalının dile getirdiği
şüphe götürmez gerçeklerdendir. Bu gerçeği destekleyen temel şartları
da, insanoğlunun konuşabilme ve düşü-nebilme yeteneği oluşturmaktadır.
Evrenin geri kalanında yaşam süren başka canlıların olup olmadığı
hakkında fazla bir bilgimiz olmadığına ve üzerinde yaşadığımız
bu cennet benzeri gezegenin efendisi olduğumuzdan da kimsenin
şüphesi bulunmadığına göre, krallığımıza laf söyleyen de çıkmaz
elbette.
Bilim adamları, bu tespiti doğanın bir gerçeği olarak yapar ve
sokaktaki sıradan insanlar da, ağızlarına sakız ettikleri bu görüşün
gururuyla tafra içinde gezinip dururlar doğanın koynunda yüzyıllardır
ama şu kendi bindiği dalı kesme hünerinin, yaşadığı dünyayı kirletmenin,
topra-ğı, suyu ve havayı hovardaca bozup tüketmenin hangi akla
ve düşünceye uyduğunu da bir türlü ifade edemezler.
Milyarlarca yılın birikimiyle ortaya çıkmış zenginlikleri ve
şaşmaz bir ölçüyle sürüp giden doğal dengeyi, özellikle son bir
yüzyılda mahvedecek kadar gözü dönmüşlüğünü niye dank ettiremez
bir türlü kafasına, o düşünen beyinler bilinmez. Aksine, o her
an ürküp korktuğumuz ölüme ve kıyamete doğru koşar adım, hatta
son sürat giden bir araçla kayıp gittiğini nasıl fark edemez ?
Ne körlüktür bu gidiş ve ne tutarsızlıktır bu hırs denizinde boğuluş
!
Tek başınayken herkesin rahatlıkla dillendi-rebildiği bu mantıklı
çözüm arayışı, kümeleşen insanların aklından niye uçup gidiyor,
topu hep başkalarına atma ve çözümü hep bir yerlerden bekleme
kolaycılığı niye toplum halinde yaşa-yan insanların aklını başından
almaya yetiyor ? Yeni bir buluşun gelmesini, yolunun, suyunun
ayağına kadar getirilmesini bir yerlerden beklemek iyi de, gözünün
önünde eriyip giden doğayı koruma ve kendi neslini daha sağlıklı
bir biçimde sürdürme ortamını kaybetme tehlikesini önlemeyi, niye
başka ellerin ve gözlerin insafına bırakıyor, dünya efendiliğiyle
tafra yapan o zeki yaratık ?
"Uyaran yok ki !" de denemez aslında. Hemen bütün dinlerin
kutsal kitapları çevreyi hor kullanmayı insanlara men ederken,
ağaçları amaçsızca kesmeme ve hayvanlara eziyet etmeme konusunda
türlü yasaklarla doludur. Gelip geçen pek çok uygarlığın kralı,
hanı, padişahı da kanunlarında bu konulara hassa-siyet göstermiş
ve uymayanları cezalandırmış. Ne gariptir ki, son 100-150 yıl
içinde insanlık büyük hızlarla ilerlemeye başlarken, doğanın yıpranması
ve kaynakların hesapsızca tüketil-mesi de o oranda artmış.
Bu dönemde bilim dünyası da elinden geldiğince uyarılarda bulunmuş.
Pek çok bilim adamı, cesaretle görüşlerini açıklamış, yakın gelecekle
ilgili felaket senaryolarını insanlara duyurmaya çalışmışlar.
Örneğin; 1800'lerin başında İngiliz iktisatçı Malthus, dünya nimet-lerinin
sonsuz olmadığını ve nüfus artış hızının böyle sürmesi durumunda
büyük sorunların gündeme geleceğini ileri sürmüş. Tabii ki, bir
iktisatçı olarak ortaya koyduğu çözüm önerileri bir çok çevrede
insafsızlık olarak görülmüş ve reddedilmiş ama 2 asır öncesinden
yaptığı tespitin doğruluğuna da diyecek yok doğrusu. O günkü tartışma
ortamına tez olan tespitler, yerküreyi mahveden günümüzün açgözlülüğü
yanında da ne kadar safiyane kalıyor üstelik.
Beyaz adamların geniş düzlükleri ellerinden almasına, yemyeşil
ovalarını demir at dedikleri trenlerle çiğnemesine tepki gösteren
ve bunu şiirsel bir dille yazarak ABD Başkanı' na yollayan kızılderili
reisinin uyarıları nasıl ara sıra şirinlik olsun diye basılan
bir anı olarak kalmışsa o diyarlarda; gelişmiş pek çok teknolojik
araç yardımıyla, yok olan doğal denge üzerinde çok çeşitli deneyler
yaparak, çarpıcı tespitleri dünyaya duyuran bilim adamlarının
idealistçe çırpınışları da yeterince dikkate alınmamış, hat-ta
çoğu kez şer cephesi sesi olarak değerlendi-rilmiştir.
Tuhaf olan başka bir nokta da, çevre kirlenmesi ve yeryüzü kaynaklarının
bilinçsizce kullanımı konusunda en fazla bilimsel çalışmanın yapıl-dığı,
bu konularda kamuoyunun en fazla uyarılıp bilgilendirildiği gelişmiş
batılı toplumların, bu kötü gidişin sorumluluğundan da en fazla
payı almasıdır. Hem bozmak için birbirleriyle alabildi-ğine yarışıyorlar
ve hem de büyük paralar harca-yarak felaketin panoramasını ortaya
çıkarmaya çalışıyorlar.
Eski sayılarımızın birkaçında bu konulara pek çok bilimsel örnek
vermiş ve çevre kirliliği konu-sunda konu uzmanlarının yayınladığı
bazı rakamları tekrar gündeme getirmiştim. Çarpıcı olan konu ise,
başta ozon deliği olmak üzere, yağmur ormanlarının yok oluşu,
denizlerin kirletilmesi, radyasyon yayıcı atıkların ve zehirli
maddelerin usulüne uygun olarak depolan-mayışı, kitlesel imha
silahlarının sebep olduğu tehdit v.s derken, iç karartıcı ne çok
faktörün geliştiğine şaşma yanında, bütün bu baş belası faktörlerin
hep gelişmiş ülke kaynaklı olduğunun anlaşılmasıyla ilgilidir.
O halde, global sorunların üstesinden geleme-yeceğimize göre,
yan gelip yatalım mı ? Zaten yıllardır bu yapıldığı için yaşanan
olumsuzluk-ların katlanmasına neden olan bu tembellik kokan anlayışın
da çözüm getirmediği ortada.
Aslında her gün bir yerlerde, yüreğindeki idealist fırtınalar
yüzünden rahat duramayıp, bilimsel doğruları haykıran bilim adamlarının
ifadelerini duyuyor, görüyoruz. Artık günümüz şartlarında bilgilendirilmediğinden
dem vurmak fazla bir haklılık taşımıyor bence. Genel kanı şu ki;
her birey büyük küçük demeden kendi yakın ve uzak çevresindeki
sorunların çözülmesi ve kirlen-menin engellenmesi için bir şeyler
yapmalı, topu başkalarına atmamalı. Bol keseden atıp, sadece eleştiriler
yapmak en kolay şey. Uygula-mada çırpınışlar göstermek ve zararlı
olana karşı direnç göstermek ise ne büyük bir zorluktur değil
mi ?
İnsanların kendi el ve beden temizliğinden başlayarak, sokak
ve şehirlerindeki temizliğe kadar daha titiz olmaları ve en azından
kirliliği yaratmamaya çabalamaları; işletme sahipleri-nin daha
çok para uğruna toprakları, dereleri ve denizleri zehirli atıklarla
mahvetmemeleri; çevrelerindeki fakir insanlara yardım etmeleri;
evcil hayvanlara eziyet etmemeleri ve doğadaki diğer canlılara
da sırf keyif olsun diye acı çektir-memeleri, hesapsız kitapsız
ilaçlama uygula-malarıyla doğal dengeyi bozup yok etmemeleri için,
her birimizin başına bir denetleyici mi konması gerekir ? Biz
düşünen beyinler, bu doğruları kendi vicdanımızda test edip, layıkıyla
yerine getirmekten bu derece aciz miyiz yani ?
Televizyon ekranlarından yüreklerimizi burkan çirkinlikler olarak
gündeme taşınan gıda sahte-karlıklarından ve başta çocuklar olmak
üzere hepimizi zehirleyen sağlıksız ürünlerin satışın-dan haksız
ve kirli paralar kazanan vicdansız-ların sunduğu ucuzluk fırsatından
faydalanmayı reddetmek için daha hangi felaket senaryola-rının
gerçekleştiğini görüp ikna olmamız gerekir acaba ?
Kendi tüketimine ayırdığı bölümün dışındaki ge-niş alanlara,
en ufak bir hastalık ve zararlı izi gördüğünde bilinçsizce ilaçları
basıp duran üreticinin, yemeklere atılan tuz alışkanlığıyla kullandığı
hormonlar sayesinde büyüttüğü ürün-lerinin Avrupa kapılarından
daha kaç kez geri dönmesiyle ders almayı akıl edeceğini de merak
ediyor insan. Her gün bir tarım uzmanının kapısına dikilip kontrol
etmesi midir tek çözüm ? Ya akıl, vicdan, izan nerededir? Hepsini
cüzdan-ların katları arasında mı yitirdik ?
Anız yakılmasın diye çıkan genelgeler kulak arkası edilirken,
su tasarrufu es geçilirken, hatalı sulamalar ya da yanlış işlemelerle
topraklar el-den çıkarılırken, otlandırılan tarlalar ilaçlarla
kirletilirken, doğal dengeyi sağlayan zincirin hal-kaları bir
bir kırılırken, kurutulan bataklıklardan kalkıp uzaklara göçen
kuşların küslükleri nesil-ler boyu sürerken, hangi yeni metot
bize kurtu-luşu müjdelemeye yetecek ?
Ah ! Bir de düşünülebilse ki; yeni diye esiri oldu-ğumuz teknolojik
gelişmeler her zaman mutluluk vermeye yetmiyor, iyice denenmeden
ortaya ko-nan alelacele gündeme getirilmiş buluşların ceremesini
hep birlikte çekiyoruz. Hiç dikkat edi-liyor mu ki; eskiden çevremizde
bu kadar çok alerjiden yakınan insan var mıydı ?
Bunca katkı maddesini boğazımızdan, türlü sentetik maddelerle
süslenmiş giysileri sırtımız-dan geçirmenin bedelini, bedenimizi
direnç eksikliğine ve alerjilere boğdurtarak misliyle geri aldığımıza
ne zaman dank edecek kafalarımız ? Boş ver demeye devam etmenin
ya da tekno-lojinin körü körüne esiri olma sevdası ve inadıyla
sürüklenmenin, kıyamet koşuculuğuna aday yetiştirdiğini belki
de hiçbir zaman anlayamadan tükeneceğiz, kim bilir ?
|
|