SOYANIN BURUK HİKAYESİ

Anavatanı Çin ve Japonya gibi Uzakdoğu Asya ülkeleri olan Soya, yaklaşık 5000 yıl öncesine kadar uzanan tarımıyla, o bölge insanının pirinçle birlikte en temel iki besininden biri olagelmiş. Bugün Dünya üzerinde üretimi yapılan en önemli 6-7 bitkisel üründen birisi olmasına rağmen, soya 100 yıl öncesine kadar Uzakdou dışında pek tanınmayan bir üründü. 20. yüzyılın soyanın altın çağı olduğunu söylemek fazla abartma olmasa gerek.İmparatorun, soya ekimlerinin başlama törenlerine katıldığı Çin’de, insanların soyaya, “Tanrı bitkisi, kutsal bitki, doğunun kemiksiz eti ya da üreyen altın” gibi isimler vererek vazgeçilmezliğini vurgulamaları yanında, bir çok eski Çin tıp kitabında soyanın ilaç olarak karaciğer, mide ve böbrek rahatsızlıklarında kullanıldığı ya da cilt güzelliği ve saç parlaklığı amacıyla tavsiye edildiği biliniyorsa da, batılıların bu bitkiyle tanışması çok geç olmuş.1690’larda iki yıl Japonya’da yaşayan Alman botanikçi Kaempfer, dönüşünde soyayı ilk kez Avrupa’ya götüren kişi olmuş. 1740’da misyonerlerin yolladığı tohumlar Paris botanik bahçesinde ekilmiş, İngiltere’ye ise 1790’da girmiş. ABD’deki soya çalışmaları da ilk kez 1804’de başlamasına rağmen, 1854’de getirtilen Japon çeşitleriylebelli bir atılım yapılmış ve 1898’de Tarım Bakanlığının ilk ciddi tanıtımı gerçekleşmiş. 1919-1924 yıllarında 8 eyalette birden başlatılan soya ekimleri, çeşitlerin ve tarımda makineleşmenin artması sayesinde büyük miktarlara ulaşınca, soya sanayinin kurulması ve ticaretinin yaygınlaşması da gecikmemiş. Öyle ki, daha 1944’de, yaklaşık 400 milyon dolarlık bir soya endüstrisinin varlığı tespit edilmiş. 1936’da Chicago’da kurulan soya laboratuarları ve sanayi tesisleri, soya tarımının bugünkü dev boyutlara ulaşmasını sağlamış. Son yıllarda 140-145 milyon ton seviyelerine ulaşan soya üretimi içinde ABD’nin payı % 50 oranında olup, Dünya soya ticaretindeki ilk yerini korumaktadır. Yine son 20-25 yılda yaptıkları büyük atakla 2. ve 3. sırayı alan Brezilya ve Arjantin de soya ihracatından önemli miktarda paralar kazanma durumuna gelmişlerdir. Oysa, bu iki ülkeyle hemen hemen aynı dönemlerde soyanın farkına vararak, projelerle üretimini yaygınlaştırmaya kalkışan ülkemizin elde ettiği sonuç, oldukça üzüntü verici bir tablo çizmektedir.

Türkiye’de Soya

 Ülkemize girişi, 1. Dünya savaşı sonrasına rastlayan soyanın, bazı kaynaklara göre ilk kez, yeni kurulan Turhal şeker fabrikasında Almanlarla birlikte, pancarla ekim nöbetine girmek üzere denenmesi ve o civarda yayılması, Çorum fasulyesi adıyla tanınmasını sağlamış ve daha sonra Karadeniz bölgesinde yaygınlaşarak 10-12 bin tonluk seviyeye ulaşan üretimi gelecek için ümit vaat eden bir durum sergileyince, Polonyalı bir firmaya ihale edilen çalışmayla, Ordu ilinde Sümerbank Soya Sanayi Tesisleri kurulmuş, ancak hiçbir zaman yeterli kapasiteyle çalışma şansı bulamayan fabrika, fındık ve diğer yağlı tohumların işlenmesi yoluyla asıl amacını aşan bir işleve sahip olmuştur.Karadeniz’de mısır ve fasulye karşısında uygun bir pariteyle rekabet etme şansı bulamayınca soyanın gelişmesi istenen seviyelerde olamamış ve üretim 1970’li yılların sonunda 2000 tona kadar düşmüş. Zaten, yaşanılan dönemin estirdiğirüzgarların etkisiyle, bazı bilim adamlarının siyasi tavırlarla soyanın önünü kesmek istemesi ve “ Bizden güzelim zeytinyağını alan Amerika’nın, kötü soya yağını yine bizlere satmaya kalkıştığını ” öne sürerek engellemeye çalışmaları yeterince etkili olmuş ki, uzun yıllar boyunca soya ithalatı da, soya üretimi de yerinde saymış veya gerilemiş.1973-74 yıllarında, Çukurova Bölgesinde yoğun beyaz sinek zararından etkilenen pamuk üretimine alternatif olabilecek yeni ürünler aranırken, soyanın 2. ürün olarak üretimi gündeme gelince, Tarım Bakanlığı bu konuya daha ciddi yaklaşımlar getirmiş ve yurt dışından temin edilen birkaç soya çeşidi .bölge çiftçisine dağıtılarak soya üretimine hız verilmiş. Ancak, başlangıçtaki acil tedbirlerle yetinilen çalışmalardan istenen sonuç alınamayınca, daha kapsamlı bir hedef çizilerek; o dönemde ortaya çıkan bitkisel yağ açığını kapatmak ve gelişen hayvancılığımızın yem ihtiyacını karşılamak üzere Tarım Bakanlığınca 1981 yılında uygulamaya konulan, ülkesel 2. Ürün Araştırma Yayım>  Projesi kapsamında yürürlüğe giren projeler ve sağlanan teşviklerle soya üretiminde kısa sürede önemli artışlar elde edilmiştir.

Türkiye'de Soya Üretiminin Gelişme Durumu
Yıllar Ekim Alanı (Ha) Üretim (ton) Verim (Kg/Da)
1981 17.000 15.000  
1984 28.000 60.000  
1987 112.000 250.000  
1990 74.000 162.000  
1993 26750 63.000  
1996 20449 50.000  
1998 23.000 60.000  

Projeli çalışmaların ilk 6-7 yılında soya üretimi 15 bin tondan 250 bin tona ve ekim alanı da 17 bin ha.’dan 112 bin ha.’a çıkmıştır. Kısa sürede soya üretiminde yaşanan 15-16 katlık bir artışa karşılık,  izleyen yıllarda ortaya çıkan çeşitli olumsuzlukların etkisiyle üretim aynı hızla iniş sürecine girmiştir. Üretimdeki iniş çıkışlara rağmen, proje süresince verim değerlerinin istikrarlı bir şekilde artış göstermiş olması, sıkıntının verim düşüklüğünden kaynaklanmadığını belgelemektedir. Kaldı ki;1. ürün ekilişlerine göre % 25-30 daha düşük verim veren 2. ürün ekimlerinin ağırlıklı olduğu Türkiye’de soya veriminin önemli üretici ülkelerin birçoğunun verim değerlerinden daha iyi durumda olması, çiftçilerimizin soya tarımını arzulanana yakın düzeyde yaptığını işaret etmektedir. O halde, üretimdeki gerilemenin gerçek sebepleri nelerdir? Projeli yılların başlangıcında birçok kamu ve özel sektör kuruluşu soya alımı ve değerlendirmesinde işbirliği içinde sorumluluk paylaşırken, son dönemde Çukobirlik dışında ciddi bir alıcı kurumun kalmaması ve bu kurumun da maddi imkansızlıklar nedeniyle düşük fiyat açıklama ve sadece ortaklarından soya alımı yapma zorunluluğu ile karşı karşıya kalması nedeniyle, üreticiler ürününü satabileceği sağlam pazarlar bulma imkanından mahrum bulunmakta ve soyadan kaçmaktadır. Ülkemiz, 1998 yılında, 101 milyon doları soya yağı ve 79 milyon doları da soya tohumu ya da küspesi olmak üzere toplam 180 milyon dolarlık yani bugünkü fiyatlarla yaklaşık 120 trilyon liralık soya ürünleri ithalatı yapmıştır ( Kaynak : Yağ Der.-1999). Oysa, bu topraklar soya üretimi için oldukça uygundur ve yıllardır kapatılamayan yağ açığımızı gidermek yanında, kanatlı hayvanlar yemine % 25 oranında katılması durumunda 500 000 tonluk küspe ihtiyacını hele yerli üretimle karşılamak ülke ekonomisine büyük oranlı katkılar yapacaktır. Üstelik, Avrupa Birliği uzmanlarının GAP bölgesine yaptıkları teknik geziler sonrasında, yılda 15 milyon tonluk soya ithalatı yapan AB ülkeleri için, bu bölgede üretilecek soya ürününün ABD’den alınana göre fiyat bakımından daha tercih edilebilir bulunacağını bildirmeleri, soya üretimine verilmesi gereken önemin iyi bir göstergesi olmaktadır.Türkiye için olduğu kadar, Çukurova Bölgesi için de tam anlamıyla bir üvey evlat pozisyonuna itilmiş olan soyanın tekrar ilgi görmesi ve 200’den fazla kullanım alanına girdiği sanayisinin ülkemizde de gelişmesi için sanayicilerimizin gereken ilgiyi göstermesi, ithalat yerine yerli üretimin tercih edilmesini sağlayacak fiyat dengesi yanında, ithalatı cazip olmaktan çıkarıcı tedbirlerin alınması da pazarlama imkanlarını arttıracak ve bu durum çiftçinin soyayı yeniden tercih etmesini mümkün kılacaktır.Nitekim, geçen yıl alımlarda uygulanan prim sistemi üreticilerin dikkatini yine soyaya yöneltmiş ve tohumculuk açısından hazırlıksız yakalanılmasına rağmen çok yoğun bir soya ekme isteği ortaya çıkmıştır. Bu yıl da, Çukobirlik’in açıkladığı 150 bin liralık taban fiyatı ve 8-9 centlik prim uygulamasıyla 200 bin lirayı aşan bir soya fiyatına ulaşılacağı anlaşılmıştır ki, mısıra karşı 2.0-2.1 oranında bir parite düzeyinin yakalanacağı bu durumda, gelecek yıllar adına Çukurova çiftçisinin soyaya tekrar yönelmesi sürpriz olmayacaktır. Buna bir de, değişik sanayi tesislerinin soya alımı yapması gibi bir gelişme de eklenecek olursa, ki Adıyaman’da ilk soya entegre tesislerinin kurulmakta olduğu yolunda bazı duyumlar kulaklara ulaşmakta ve başta unu ve yağı olmak üzere çeşitli soyalı ürünlerin yerli üretim soyayla üretilmesi durumunda, ister yağ açığının kapatılması, isterse hayvancılık sektörünün ya da insan gıdası olarak kullanımı olsun, soyadan beklentiler kolayca karşılanmış olabilecektir.

Bir Soya Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, günümüzden 5 bin yıl kadar önce, Mançurya denen diyarda, Soya namlı bir bitki yaşarmış. Bu bitkinin anavatanı Çin ve Japonya gibi Uzakdoğu Asya ülkeleriymiş ve o bölge insanının pirinçle birlikte en temel iki besininden biri olarak tanınırmış. Çinliler için o kadar önemli bir ürünmüş ki; imparator bile soya ekimlerinin başlama törenlerine katılırmış ve insanlar soyaya, “Tanrı bitkisi, kutsal bitki, doğunun kemiksiz eti ya da üreyen altın” gibi isimler vererek vazgeçilmezliğini vurgulamaktaymışlar. Dünyanın diğer köşelerindeki insanlar bu konudan habersiz olsa da, Çinliler ve Japonlar bir çok eski tıp kitabına da yazdıkları gibi, soyayı ilaç olarak karaciğer, mide ve böbrek rahatsızlıklarında kullanmışlar ya da cilt güzelliği ve saç parlaklığı amacıyla tavsiye etmişler. Binlerce yıl ayakta uyuyan batılıların bu bitkiyle tanışması ise ancak 18. yüzyılda sözkonusu olabilmiş. 1690’larda iki yıl Japonya’da yaşayan Kaempfer adlı bir Aman botanikçi ülkesine dönüşünde soyayı ilk kez Avrupa’ya götüren kişi olmuş. 1740’da misyonerlerin yolladığı tohumlar Paris botanik bahçesinde ekilmiş, İngiltere’ye ise 1790’da girmiş.ABD’deki soya çalışmaları da ilk kez 1804’de başlamasına rağmen, 1854’de getirtilen Japon çeşitleriyle belli bir atılım yapılmış ve 1898’de Tarım Bakanlığının ilk ciddi tanıtımı gerçekleşmiş. 1919-1924 yıllarında 8 eyalette birden başlatılan soya ekimleri, çeşitlerin ve tarımda makineleşmenin artması sayesinde büyük miktarlara ulaşınca, soya sanayinin kurulması ve ticaretinin yaygınlaşması da gecikmemiş. Öyle ki, daha 1944’de, yaklaşık 400 milyon dolarlık bir soya endüstrisinin varlığı tespit edilmiş. 1936’da Chicago’da kurulan soya laboratuarları ve sanayi tesisleri, soya tarımının bugünkü dev boyutlara ulaşmasını sağlamış.Son yıllarda 140-145 milyon ton seviyelerine ulaşan soya üretimi içinde ABD’nin payı % 50 oranında olup, Dünya soya ticaretindeki ilk yerini korumaktadır. Yine son 20-25 yılda yaptıkları büyük atakla 2. ve 3. sırayı alan Brezilya ve Arjantin de soya ihracatından önemli miktarda paralar kazanma durumuna gelmişlerdir. Oysa, bu iki ülkeyle hemen hemen aynı dönemlerde soyanın farkına vararak, projelerle üretimini yaygınlaştırmaya kalkışan ülkemizin elde ettiği sonuç, oldukça üzüntü verici bir tablo çizmektedir.

Türkiye'de Soya

Ülkemize girişi, 1. Dünya savaşı sonrasına rastlayan soyanın, bazı kaynaklara göre ilk kez, yeni kurulan Turhal şeker fabrikasında Almanlarla birlikte denenmesi ve o civarda yayılması, Çorum fasulyesi adıyla tanınmasını sağlamış ve daha sonra Karadeniz bölgesinde yaygınlaşarak 10-12 bin tonluk seviyeye ulaşan üretimi gelecek için ümit vaat eden bir durum sergileyince, Polonyalı Jakop firmasına ihale edilen bir çalışmayla, Ordu ilinde Sümerbank Soya Sanayi Tesisleri kurulmuş, ancak hiçbir zaman yeterli kapasiteyle çalışma şansı bulamayan fabrika, fındık ve diğer yağlı tohumların işlenmesi yoluyla asıl amacını aşan bir işleve sahip olmuştur.Karadeniz’de mısır ve fasulye karşısında uygun bir pariteyle rekabet etme şansı bulamayınca soyanın gelişmesi istenen seviyelerde olamamış ve üretim 1970’li yılların sonunda 2000 tona kadar düşmüş. Zaten, yaşanılan dönemin estirdiği rüzgarların etkisiyle, bazı bilim adamlarının siyasi tavırlarla soyanın önünü kesmek istemesi ve “ Bizden güzelim zeytinyağını alan Amerika’nın, kötü soya yağını yine bizlere satmaya kalkıştığını ” öne sürerek engellemeye çalışmaları yeterince etkili olmuş ki, uzun yıllar boyunca soya ithalatı da, soya üretimi de yerinde saymış veya gerilemiş.1973-74 yıllarında, Çukurova Bölgesinde yoğun Beyaz sinek zararından etkilenen pamuk üretimine alternatif olabilecek yeni ürünler aranırken, soyanın 2. ürün olarak üretimi gündeme gelince, Tarım Bakanlığı bu konuya daha ciddi yaklaşımlar getirmiş ve yurt dışından temin edilen birkaç soya çeşidi . bölge çiftçisine dağıtılarak soya üretimine hız verilmiş. Ancak, başlangıçtaki acil tedbirlerle yetinilen çalışmalardan istenen sonuç alınamayınca, daha kapsamlı bir hedef çizilerek; o dönemde ortaya çıkan  bitkisel yağ açığını kapatmak ve gelişen hayvancılığımızın yem ihtiyacını karşılamak üzere Tarım Bakanlığınca 1981 yılında uygulamaya konulan, ülkesel 2. Ürün Araştırma Yayım  Projesi kapsamında yürürlüğe giren projeler ve sağlanan teşviklerle soya üretiminde kısa sürede önemli artışlar elde edilmiştir.

Türkiye’de Soya Üretiminin Gelişme Durumu

---------------------------------------------------------

Yıllar   Ekim Alanı    Üretim     Verim

                  (Ha.)          (Ton)     (Kg/Da)

-------   ---------------   ---------   -----------

 1981          17000        15000       88.2

 1984          28000        60000     214.3

 1987        112000      250000     223.3

 1990          74000      162000     218.9

 1993          26750        63000     235.5

 1996          20499        50000     243.9

---------------------------------------------------------

Projeli çalışmaların ilk 6-7 yılında soya üretimi 15 bin tondan 250 bin tona ve ekim alanı da 17 bin ha.’dan 112 bin ha.’a çıkmıştır. Kısa sürede soya üretiminde yaşanan 15-16 katlık bir artışa karşılık,izleyen yıllarda ortaya çıkan çeşitli olumsuzlukların etkisiyle üretim aynı hızla iniş sürecine girmiştir. Üretimdeki iniş çıkışlara rağmen, proje süresince verim değerlerinin istikrarlı bir şekilde artış göstermiş olması, sıkıntının verim düşüklüğünden kaynaklanmadığını belgelemektedir. Kaldı ki;1. ürün ekilişlerine göre % 25-30 daha düşük verim veren 2. ürün ekimlerinin ağırlıklı olduğu Türkiye’de soya veriminin önemli üretici ülkelerin birçoğunun verim değerlerinden daha iyi durumda olması, çiftçilerimizin soya tarımını arzulanana yakın düzeyde yaptığını işaret etmektedir. O halde, üretimdeki gerilemenin gerçek sebepleri nelerdir? Projeli yılların başlangıcında birçok kamu ve özel sektör kuruluşu soya alımı ve değerlendirmesinde işbirliği içinde sorumluluk paylaşırken, son dönemde Çukobirlik dışında ciddi bir alıcı kurumun kalmaması ve bu kurumun da maddi imkansızlıklar nedeniyle düşük fiyat açıklama ve sadece ortaklarından soya alımı yapma zorunluluğu ile karşı karşıya kalması nedeniyle, üreticiler ürününü satabileceği sağlam pazarlar bulma imkanından mahrum bulunmakta ve soyadan kaçmaktadır.Ülkemiz, 1998 yılında, 101 milyon doları soya yağı ve 79 milyon doları da soya tohumu ya da küspesi olmak üzere toplam 180 milyon dolarlık yani bugünkü fiyatlarla yaklaşık 120 trilyon liralık soya ürünleri ithalatı yapmıştır ( Kaynak : Yağ San. Der.-1999). Oysa, bu topraklar soya üretimi için oldukça uygundur ve yıllardır kapatılamayan yağ açığımızı gidermek yanında, kanatlı hayvanlar yemine % 25 oranında katılması durumunda 500 000 tonluk küspe ihtiyacını hele yerli üretimle karşılamak ülke ekonomisine büyük oranlı katkılar yapacaktır. Üstelik, Avrupa Birliği uzmanlarının GAP bölgesine yaptıkları teknik geziler sonrasında, yılda 15 milyon tonluk soya ithalatı yapan AB ülkeleri için, bu bölgede üretilecek soya ürününün ABD’den alınana göre fiyat bakımından daha tercih edilebilir bulunacağını bildirmeleri, soya üretimine verilmesi gereken önemin iyi bir göstergesi olmaktadır. Türkiye için olduğu kadar, Çukurova Bölgesi için de tam anlamıyla bir üvey evlat pozisyonuna itilmiş olan soyanın tekrar ilgi görmesi ve 200’den fazla kullanım alanına girdiği sanayisinin ülkemizde de gelişmesi için sanayicilerimizin gereken ilgiyi göstermesi, ithalat yerine yerli üretimin tercih edilmesini sağlayacak fiyat dengesi yanında, ithalatı cazip olmaktan çıkarıcı tedbirlerin alınması da pazarlama imkanlarını arttıracak ve bu durum çiftçinin soyayı yeniden tercih etmesini mümkün kılacaktır.Nitekim, geçen yıl alımlarda uygulanan prim sistemi üreticilerin dikkatini yine soyaya yöneltmiş ve tohumculuk açısından hazırlıksız yakalanılmasına rağmen çok yoğun bir soya ekme isteği ortaya çıkmıştır. Bu yıl da, Çukobirlik’in açıkladığı 150 bin liralık taban fiyatı ve 8-9 centlik prim uygulamasıyla 200 bin lirayı aşan bir soya fiyatına ulaşılacağı anlaşılmıştır ki, mısıra karşı 2.0-2.1 oranında bir parite düzeyinin yakalanacağı bu durumda, gelecek yıllar adına Çukurova çiftçisinin soyaya tekrar yönelmesi sürpriz olmayacaktır. Buna bir de, değişik sanayi tesislerinin soya alımı yapması gibi bir gelişme de eklenecek olursa, ki Adıyaman’da ilk soya entegre tesislerinin kurulmakta olduğu yolunda bazı duyumlar kulaklara ulaşmakta ve başta unu ve yağı olmak üzere çeşitli soyalı ürünlerin yerli üretim soyayla üretilmesi durumunda, ister yağ açığının kapatılması, isterse hayvancılık sektörünün ya da insan gıdası olarak kullanımı olsun, soyadan beklentiler kolayca karşılanmış olabilecektir.

BU HABERLE İLGİLİ DİĞER GELİŞMELER

Haber listemize üye olup tarım sektöründeki haberlere, geliştirici herkese açık tartışma platfomlarına katılabilirsiniz.
.
Mail adresinizi sol aşağıya yazın ve "Listeye Gir" butonuna tıklayın.
Karşınıza gelecek sayfadaki formu eksiksiz doldurun.

Powered by ListBot

SEKTÖREL

>>
A. Nedim NAZLICAN /  Soyanın Buruk Hikayesi
>>
Mehmet EREL (TAVAŞ AŞ Genel Müdürü) / Mısır Operasyonu
>> Muhammed DÖNMEZ / Özdel ve Yöntemler





ANA SAYFAYA DÖN




A. Nedim NAZLICAN
Ziraat Yüksek Mühendisi

 

 

 

 
 
Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır. Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.