DOĞA-TARİH-GEZİ


Yedi Uyurlar diyarında, uyumaya devam eden bir tarihi zenginlik

Tarsus

Günümüzden 7500-8000 yıl kadar önce, Çukurova'nın bereketli topraklarına ulaşma şansını yakalayan ilk insanlar, denize 30-40 km. kadar uzaklıkta, yeşilliklerini kuşanmış zirveleriyle aşağıdaki kavruk ovalara efelenen ve başını gri yağmur bulutlarıyla serinletmeye çalışan şanlı Torosların sunduğu güzelliklerden de mest olarak, bu bölgeye yerleşmeye hemen karar vermiş olmalılar ki; Mersin Yümüktepe ile birlikte aynı dönemde, bugünkü Tarsus'un ilçe merkezinde bulunan Gözlükule'yi de Anadolu'nun ilk yerleşim yerlerinden birisi olarak seçmişler.


1833 yılından itibaren Anadolu'nun pek çok yerini dolaşan Fransız arkeolog ve gezgin Charles Texier'e göre; bir zamanlar kentin ortasından akan Tarsus Çayı (sonradan yatağı değiştirilmiş) denize ulaşımı sağladığından, tarihin gördüğü en ihtiraslı kraliçelerden birisi olan ve 39 yıllık ömrüne pek çok mücadeleyi, savaşı ve geziyi sığdıran güzeller güzeli Kleopatra'nın Mısır'dan kalkıp, kendisini Roma'ya davet eden İmparator sevgilisi Marcus Antonius ile M.Ö. 41 yılında buluşmak üzere, deniz yoluyla gelip konakladığı diyar da bugünkü Tarsus'tur. Anlatılanlara göre; altın yaldızlı yelkenlisiyle Akdeniz'i geçip, eski devirlerde adı Kydnos ve sonraları Berdan olan Tarsus Çayı üzerinden bu ünlü şehre gelen Kleopatra, tarihi surların en önemli kapısından girerek alkışlar arasında karaya çıkmış ve Antonius ile buluşmuş (1). 2000 yıl sonra bugün o surlardan geriye kalan da, sadece o ünlü kapının 10-12 metre uzunluktaki girişi olup, hala Kleopatra Kapısı olarak anılmaktadır.

Tarsus'un tarihiyle yakından ilgilenenlerin, buraya yapacakları gezi sırasında ziyaret edebilecekleri pek çok mekan var aslında. Ancak, yüzyılların ilgisizliği ve bakımsızlığın darbesini yemiş tarihi kalıntılara ulaşmak da öyle kolay olmuyor. Yine de özet bilgiler veren turizm broşürünü, kent merkezindeki antik yolun yanında yer alan turizm bürosundan alarak, birbirine yakın mesafelerdeki tarihi yapıları görme iştahıyla işe başlamak yerinde olur. Gerçi bol miktardaki tarihi yapıları gösteren yön tabelalarını arayan gözleriniz çoğu kez, olmayan tabelaları aramakla boşuna çaba sarf etmiş olacağından her yeri kolayca bulmak mümkün olmuyor ama sora sora Bağdat bulunur hesabıyla, bu da biraz macera oluyor işte (!).

Tarsus'un bir çok cadde ve sokağı, asfalt yerine yeni moda taş döşemeleriyle süslenmiş durumda. Ama 8-10 yıl önceki bir inşaat kazısı sırasında bulunan ve eski kentin ana caddelerinden birisi olduğu an-laşılan, 6-7 metre genişlikteki antik yolun 2 bin yıllık geçmişine rağmen sapasağlam duran harika görün-tüsü, tarih severleri daha bir heyecanlandırıyor. Kenarları beyaz taşlarla belirlenmiş yolun, gri bazalt taşlarla döşeli orta kısmı ise, günümüz yol yapıcıla-rına ders olacak biçimde, balık sırtı şeklinde bombli ve birkaç metre altında kanalizasyon bağlantılı olarak yapılmış. 2 bin yıllık dayanıklı yolun, şöyle üzerinde gezerek keyfini çıkarmanız yasak olsa da (!), kenarından izlemek ve fotoğraflamak bile oldukça haz verici. Hemen her tarihi yapının yanı başında eksikliği duyulan, ufak bir dinlenme ve seyir yerinin olmayışı da bir eksiklik doğrusu. Antik yolun 200 m. kadar kuzeyinde, Hristiyanlığın ilk tanıtıcılarından Aziz Paul'ün yaşadığı ev yer alıyor. Kalıntıların üzeri bugün bir cam tavanla örtülerek korunmaya alınmış. Evin yanındaki, suyu kutsal kabul edilen çıkrıklı kuyu ise o günlerden günümüze kalan tek sağlam yapı. Dar sokaklar üzerinde yer alan ve bazıları restore edilmeye başlanan, iki katlı ve cumbalı Tarsus evlerinin arasında gezinirken, bu mekan da görülebilir.

Birkaç sokak ötede, yarısı yıkık durumdaki Roma Hamamı “altından geçme” uyarısıyla da tanınıyor. Güneye doğru ilerlenince karşınıza çıkan Makam Camiinde, günümüzden 2500 yıl kadar önce bu topraklarda yaşayan Danyal peygamberin mezarı bulunuyor. 1135 yılında Ramazanoğulları tarafından yaptırılan yakınlardaki Ulu Cami'de de Şit Peygamberin, Lokman Hekim'in ve Halife Memun'un mezarları yer almakta. Aziz Paul Kilisesi, ilginç mimarisiyle kentin her yerinden fark edilebilen Amerikan Koleji binası ve çevresindeki diğer tarihi evler ile, hemen arkalarındaki Gözlükule Höyüğü kentin güney bölümlerindeki görülebilecek yerleri oluşturmakta. Ancak, Truva kenti gibi, 7-8 tarihi katmandan oluştuğu anlaşılan höyüğün girişini bulmak bile epeyce zor oluyor. Üzeri ağaçlarla kaplı tepeden Tarsus'u izlemek ise, hayal olmaktan ileri gidemiyor ne yazık ki !

Benzer bir durum, broşürlerde önerilen ama yine güçlükle sora sora bulunabilen ve etrafı eskiciler ya da tamircilerle çevrili, içerisi bina boyunca ot ve ağaçlarla kaplandığından ne tür bir yapı olduğu bile anlaşılamayan, yüksek duvarlı Donuktaş için de geçerli. Yine broşürde tanıtılan Özgürlük Anıtı'nı fotoğraflamak isteyenler maceraya hazırlanmak zorunda. Birkaç kişiye sorup, tuhaf bakışlarla karşılanmanın ardından, tahminler sonucunda, Kleopatra Kapısı'nın hemen arka tarafında, çalımsı çit bitkileri arasında kaldığından yoldan görüleme-yen, 1 metre boyunda ve kararmalar nedeniyle üzerindeki yazıların zorlukla fark edilebildiği taş sütunu bulabiliyoruz. Biraz daha yüksek bir kaide üzerine oturtulsa, kararan renk temizlenerek açılsa, yazının Türkçe anlamı bir plaketle yanına eklense ve tabelalarla yeri gösterilse başımıza taşlar yağacağından, kuzu gibi yattığı yerde bekletme-deyiz böylesi nice tarihi varlığı.

Şehrin 3 km. kadar kuzeyinde Tarsus Çayı üzerindeki şelaleyi görme işi öğle vaktine bırakılmalı ki, nefis görüntüler ve suların sağladığı serinlik eşliğinde, ızgara alabalık ziyafetiyle mideler de şenlendirilsin. Şelalenin M.S.6 yüzyılda doğal olarak ortaya çıktığı, bazı kısımlarında kaya mezarları olduğu söylenmekte. Hafta sonlarında artan ziyaretçi akınıyla Tarsus'un en ünlü piknik alanı olan şelalenin hemen girişinde büyük bir otel ve alanın içerisinde de değişik yeme içme yerleri bulunmaktadır. Hazır sudan konu açılmışken, ülkemizde elektrik enerjisinin ilk kez Tarsus'ta, 1902 yılında bir su değirmeninden sağlandığını belirtmekte de fayda var. Bu tarihten 3-4 yıl sonra da bir hidroelektrik santralı kurularak, kent sokaklarıyla bazı evler aydınlatılmaya başlanmış (1).

Şehir turu bittiğine göre, biraz daha uzaklara gidilebilir artık deyip yola koyulunca, 12 km. kuzeydeki Eshab-ı Kehf'e otoyol ve asma bahçeleri manzaraları arasında ilerleyerek varılan mekan, yüksek bir tepenin eteklerine kurulu camisiyle uzaklardan bile hemen fark edilebiliyor. Eshab-ı Kehf (doğrusu Ashab-ı Kehf ) söylencesi Anadolu'nun başka yerlerinde de anlatılır ve Tarsus dışında, örneğin Efes ya da Elbistan'daki mağaralar için de ileri sürülür ama ilginç olan, bu olayın diğer dinlerde de yer bulması ve Yedi Uyurlarla ilgili rivayetlerin (2) İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye ve Hindistan'da da anlatılmasıdır. Kur'an-ı Kerim'in Kehf suresinde bahsedilen olay, 300 yıldan uzun bir süreyi, putperest bir kralın zulmünden kurtulmak için kapandıkları bir mağarada uyuyarak geçiren yedi arkadaşın mucizevi hikayesini konu almaktadır. Yedi uyurların yattığı yerler ve arkalara doğru dar dehlizler fazla büyük olmayan mağaranın ışıklandırılmış mekanında görülebilecek yerlerdir. Parlak taşlara el sürüp duranlar ya da dar boşluklardan koca gövdeleriyle geçmeye çalışıp günahsızlığına kendilerini inandırmaya çalışan kadınların kan ter içinde kalma çabaları bir yana, içerisi ve dışarısıyla bu mekanın, asma bahçeleriyle kaplı vadiyi seyretme zevkiyle birleştirilerek yeniden bir elden geçirilmesine ihtiyaç var. Bu haliyle oldukça bakımsız bir görüntü veriyor ve çoğu kez, “bu kadarcık şey için mi bunca yolu tepip geldik ” pişmanlığıyla dolduruyor insanın aklını.

Tarsus denince görülmesi gereken yerlerde birisi de, Ankara asfaltına çıkıp 10 km. ilerde otoyol gişelerinden hemen sonra sola dönülerek 5 km.'lik bir yolla ulaşılan Sağlık köyünden, keçiboynuzu ağaçları ve meyveli dev kaktüsler arasından gözlerinizi dinlendire dinlendire, yine kuzeye doğru 400-500 metrelik bir yolu kat ederek varılabilen tarihi Roma yolu olmalıdır. Son kısmı biraz bozuk olsa da, bu ilgisizliğin kızgınlığını, 2 bin yıl önce bu dağları tepeleri aşarak geçirilen, kaliteli taş yola duyulan hayranlıkla biraz olsun atıp rahatlı-yorsunuz. Çobanların kendilerine yurt bellediği bu mekanı yoğun keçi kokuları arasında turlarken, böylesine değerli bir tarihi dokunun sahipsiz-liğinden, bakımsızlığından utanıyor; uzaklardan iyi görünmesine rağmen yaklaştıkça, basit gecekondu tekniğiyle yapıldığı izlenimi veren Zafer Takı'nın özensiz yapısıyla şaşırıyorsunuz. Ovayı ayak-larınızın altına seren bir tepede yer alan yolun, sponsorların desteğiyle biraz temizlenip, yeniden düzenlenmesine, tepeye kurulacak bir dinlenme yeriyle burada ziyaretçilerin daha fazla tutulmasına ve ille de tepeye çıkış yolunun elden geçirilmesine ihtiyaç duyulmakta. Klasikleşen yön tabelası eksikliğini yazmaya bile gerek yok aslında ama şimdilik, yol boyu her gördüğünüz kişiye danışarak yönünüzü bulmanız, en eski metot olarak hala geçerliliğini koruyor. Ne de olsa tarihin kucağında yol alınıyor, metotların da konuya uygun olması (!) şaşırtıcı gelmez herhalde.

Uzun yıllardır il olmaya can atan ama iki büyük kentin ortasında kaldığından henüz bu fırsatı bulamayan Tarsus'un, tarihten bu yana süren önemiyle belki çoktan hak ettiği il olma pozisyonuna kavuşmasından daha önemlisi, bu eşsiz güzelliklerini daha fazla ortaya çıkarması, tanıtması ve restore ettirdiği yapılarından kentin daha çok gelir kazanması için çaba sarf etmesi olacaktır. Toprakları gibi zenginlerinin sayısıyla da bereketli Çukurova'nın sahipsiz kalmadığını da, tarih dostu zengin insanlarının sponsorluğu ve yöre halkının kendi zenginliklerine daha fazla sahip çıkmaya çalışması kurtarabilir ancak. Eleştirilere de fazla kızmadan tabii ki !

1- Yurt Ansiklopedisi, Anadolu Yayıncılık,
Cilt: 5, 1982.
2- İslam Ansiklopedisi, Türk Diyanet Vakfı Yayınları,
Cilt: 3, 1991.

 E-MAIL LİSTESİ
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.
Ekle Sil
 DOĞA-TARİH-GEZİ

>> Tarsus / Ahmet Nedim Nazlıcan


 
ANA SAYFAYA DÖN
 

Yazı ve Fotoğraflar;
A. Nedim NAZLICAN
Yüksek Ziraat Mühendisi

Copyright©19962000 CineTarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
CineTarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.