DOĞA-TARİH-GEZİ


Tarih ve kültürün tiyatro sahnesinde

Geçmişini Arayan Sokaklar

“Sokakların da kimliği mi olurmuş ki, geçmişlerini özleyebilsinler” diyen olur mu bilmem ama insani duyguların en güzellerini; sevmeyi, sıcaklığını hissedip mutlu olmayı, uzağına düşüldüğünde onsuz olunamayacağını anlayıp kavuşma isteğiyle dolmayı ve özlem duyma hislerini yaşattığına göre, kentler gibi evlerimizin bulunduğu sokakların da bir kimliği, bir ruhu var demektir. Şu her gün üzerinden geçip gittiğimiz cansız griliklerin, hayatımızın nice anısına şahitlik ettiğini, ne çok insanın sırrını yüklendiğini ve dedelerden torunlara uzanan kaç kuşağa, sabırla ev sahipliği yaptığını bir düşünün hele ! Sonra bunca vurdumduymazlığı, yıkıcılığı, bozuculuğu ekleyin üstüne ve kısa hayatlarıyla kiracılığa soyunmuş insanların elinden çektiklerini de. Asırlardır süren affediciliğine şapka çıkarmayacaksınız yine de, öyle mi ?

Sokaklar da yaşayan organizmalardır aslında. Onlar ki; dar geçitlere sıkışmış sıcak ilişkiler yurdudur, üst üste binmiş gibi birbirine kaynaşmış, dostluk yarışındaki evlerin arasında akan, taş ya da asfalt elbiseli nehirler ordusu. Her gün üzerlerinde gezinip duran insan yığınlarının gölgeleriyle serinleyen, aşın-mış yüzeyleri ya da yamalı çehreleriyle tarihin türlü filmlerini çekmiş, nostaljik anılar cenneti. Yüzlerce hatta kimileri binlerce yıldır yaşayıp gelen bu anlı şanlı mekanlar, tarihin tüm ayrıntılarına tanıklık etmiş yaşlı bilgeler gibi çevrelerinde dolanıp duranları kanatları altına almakta, koruyup, onlara ruhundan damıtılmış huzur damlaları vermektedir.

Şimdilerde, çoğu birbirinin kopyası olan, soğuk beton blokların egemenliğine boyun eğip, modern esintile-rin kurbanı olan sokakların renkliliği ve kendine has ö-zelliklerinden bahsedilemese de, bir zamanlar her so-kağın ayrı bir havası; tarihi dokusu kadar, yaşayan in-sanlarıyla bütünleşen farklı bir kimliği de vardı. Zaten, kentler gibi sokakların vazgeçilmezliği de bu farklı huzur ve keyif ortamları oluşundan gelirdi. Dertler de, zevkler de birlikte paylaşılırdı sokak sakinlerince.

Gölgesiyle etrafındakileri boğan, burnu havalarda, tafralı gökdelenler yokken, sokakların silueti de belli bir düzen ve tutarlılık içindeydi eskiden. İki üç katlı, sevimli ve dostluk kokan yuvalardı onlar. Bazen bir te-levizyon kanalındaki diziye konu olan mahalleli daya-nışmasını görünce, kaybolan komşuluk ilişkilerinin değerini daha iyi anlıyor insan. Aslında bugün de, evinden, sokağından, kenti veya ülkesinden bir süre-liğine ayrı kalan insanların da büyük özlemler duydu-ğunu ve her neresi olursa olsun yaşadığı yerlerin bir-den gözünde kıymetlendiğini sıkça duyuyoruz ya da kendimizde yaşıyoruz. Ancak, eski halleri sanki daha bir bizden olan, bozulmamışlığın görüntüleriyle dolu alanlardı bu atalarımızdan kalan orijinal mekanlar.

Düşünün şimdi ! Bir pazar gününde kısa bir tatil yapmayı kararlaştırmış, öncelikle bol uyku ve ardın-dan da kafa dinlemeyle günü geçirmeyi planlamış-ken, aniden apartman aralarına dalan satıcıların me-gafonlarla kulakları rahatsız edici tonlardaki bağırış çağırışlarını yaşadığınızı hatırlayın ! Eskiden akla bile gelmeyen bir çok modern ihtiyacın karşılanabilmesi için,örneğin elektrik, su, doğalgaz ya da telefon hat-ları nedeniyle sık sık delik deşik edilip çamur deryası içinde sıkıntılar yaşatıldığını ekleyin üstüne ! Bir de a-ralarında bir metre bile boşluk kalmayacak şekilde dizilmiş arabalardan fırsat bulup da yürüyemediğinizi ya da çocukların oyun alanlarının da ellerinden alın-malarını görüp hayıflanmanız artınca, eskinin o hu-zurunu ve sadeliğini aramayın bakalım!

Komşulardan çoğunun yüzünü bile hatırlamadığınızı, yıllardır aynı binayı paylaştığınız halde bazılarıyla he-nüz tek laf bile etmemiş olduğunuzu, bayram günleri geldi mi, rahatsız olmamak için uzaklara bir yerlere kaçmak isteyişinizi, değil birlikte mahalleliyi koruma-yı, bir apartman içindeki sakinlerin bile ortak kararlar-da buluşamayışını, aidat ödemelerinde bile kan kusturucu oluşlarını da geçirin gözünüzün önünden.

Bunca gelişmişlik, eğitimlilik ve televizyonların beyinlere çivilediği insanlık derslerine rağmen, yaşadığımız ortamların eski hallerine özlem duyuyor-sak eğer, “vay halimize” diyesi geliyor insanın. Her ne kadar, “eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” demişse de atalarımız, insan her bozulan ve kötü yönde değişen durum karşısında, eskinin o tadına doyamadan geçip giden güzelliklerini hatırlamadan edemiyor. Ah, bir de o güzelliklerin, o dönemde yaşa-yan insanlar sayesinde öyle olduğunu anlayabilsek ! Kent, kasaba ya da köyler olsun, o özlemler içerisinde boğulduğumuz anıların baş müşterileri olan hanıme-fendi ve beyefendilerin yerinde yeller estiğinden, eski güzellikleri de aramamız boşuna aslında. Beldeleri-mize bu çarpık çurpuk yaşam şartlarını getiren ve kül-türsüzlüğün tabelalarını her yere asmayı marifet bil-menin, şu an yaşamakta olan kuşakların eseri oldu-ğunu unutmamalıyız. Geri gelmeyeceğini iyi bilse bi-le, insan yine de hatırlamadan duramıyor, özlemler besleyip durduğu o eski günlerini ve her bir köşesine çocukluk anılarını gömdüğü vefalı sokaklarının fark-lılık kokan sadeliğini.

Eski İstanbul'un sokakları daha bir ünlüdür nedense. Üsküdar'ın, Beylerbeyi'nin ya da karşı kıyıdaki Arnavutköy'ün, Beşiktaş'ın ahşap binalarla dolu eski günlerini, sabahları “ Youğ, youğ” diye tuhaf bir seslenmeyle müşteri çağıran yoğurtçuların, boyunlarında taşıdıkları iri terazilerin bir kefesine koydukları yayvan kaplardaki enfes yoğurtlarına çağrıları şenlendirir, gün boyu sokaklardan geçen damacanalı sucuların, bozacıların, sebzecilerin, çocuklara macun, pamuk helva ya da dondurma satan satıcıların hareketlendirmesiyle sokaklar gezici çarşılara döner, insanlar ayaklarına gelen hizmetten memnun, günün değişik saatlerinde farklı melodilerle kulaklarının oyalanmasından yorgun düşerlerdi.

Mahallenin çocukları, nadiren geçen atlı arabaların dışında bölünme fırsatı olmadan oyunlarını keyif içinde sürdürürler, iki taştan oluşan kalelerini kurarak futbolun cambazlıklarını sergilerler ya da kız çocukları kiremit parçaları veya tebeşirle çizdikleri asfaltta seksek oynarlardı. Pencere ve balkonları ıslak çamaşırlarla dolduran annelerin karşı komşularla olan muhabbeti, ağlayan bebelerin ya da taşan yemeklerin yanık korkusuyla kesilse de, gerçek dostlukların imrendiren tabloları süslerdi o neşeli sokakları. Düğünler orada yapılır, sevgililer gidecek başka mekanları olmadığı için merdivenlerin aralığında dertleşir, sokak sakinlerinin vokali eşliğinde sevdalara dalarlardı.

Sokakların bir diğer süsü de, bakkallar, berberler, terzilerdi. Özellikle o küçücük dükkanlarında müşterileriyle sıcak dostluklar kuran bakkalların veresiye defterlerine yazılarak yapılan alışverişler, karşılıklı güvenin getirdiği sıcak değerlerdendi. Mahallenin bakkalları dert babası gibi olur, fakir fukarayı koruyan, yardım eden bir güç kaynağına dönerlerdi. Oysa onlar da ufak sermayelere sahiptiler ve ay başlarında aldıkları paralarla dükkanlarını döndürüyorlardı ama gönülleri zengindi onların ve ahalinin babası gibiydiler

Belirli aralıklarla evleri ziyaret eden çingene kadınlarının, eğri büğrü bohçaları açarak hanımlara ve ille de genç kızlara çeyizlik nakışlar ve giysiler sunma hizmeti sıcak bir ticaret ortamı doğururdu eski zamanlarda. Bugün internet yoluyla soğuk bir ticaret akımına doğru hızlanılmışken, çingeneliklerinden sıkılıp yeni adlarıyla “Roman” olan o ticaret ustası kadınlar da, kim bilir yeni sokakların hangi modern kiracıları olmuşlardır artık.

Sıcak yaz akşamlarında, kahvehanelerin kapı önlerini ıslayan çaycıların serinlettiği duvar diplerinde, nargilelerini içen amcaların keyifli sohbetlerine, masalarda oyun oynayan tavla veya pişpirik tutkunlarının rekabetinden yansıyan şen kahkahalar karışır; yoldan geçen güzel kızlara kesik atan sevdalı gençlerin hevesleri, mahallenin namusunu korumaya yeminli bıçkın delikanlıların kabadayı pozlarıyla sekteye uğrardı.

O günlerin tek eğlencesi olan radyoların cızırtılı sesleri, her saat başı ajans haberlerine dikkat kesilen meraklı dedelerin kulaklarının pasını siler, son-rasında da günün sevilen melodileri sokaklara taşa-rak ahaliyi keyiflendirirdi. Şimdilerde, uykuları bölen araba alarmlarının uyarıcılığını, o zamanlar geceleri belirli aralıklarla sokaklardan geçen yorgun bekçilerin uzun soluklu düdük sesleri gerçekleştirmekteydi. Caddelerin tafralı efendileri olan uzun kuyruklu Cadillac'lar, İmpala'lar ya da Desoto'lar dar sokaklara fazla girmez, süslü püslü yolcularını keyifli yolculuk-larla yerlerine ulaştırmanın gururunu, şoförlerinin durakta beklerken kaportalarını bezle parlatmalarıyla daha bir racona uygun yaşatır, sonrasında da yeni yolcularını beklerlerdi.

O eski sokaklar şimdi kabuk değiştirdi. Artan kalabalıkların ve park yeri sıkıntısı yaşatan arabaların doldurduğu sokaklar; aceleyle yapılmış ince asfaltların bağrında açılan çukurlar, sürekli kazılıp durmanın ardından yapılan yamalar ve birbirini tanımayan, selamlaşmayan insan yığınlarının öne çıktığı bir kimliğe dönmüş durumda. Bir zamanlar, tarihi ve kültürel zenginliğinden gelen kimliğiyle etkilediği insanlarına, dostluğun, sevginin ve birlikteliğin en güzel örneklerini yaşatmış olan o sıcacık mekanlar, bugün yerlerini, geçmişini özlemle aradığını belli eden teknoloji vurgunu sokakların, dev ve soğuk yüzlü binaların gölgesinde kalmış buruk çehresine bırakmış durumda. Bilmem ki, şimdi sokağından mutlu olan çok kimse var mıdır ?

 E-MAIL LİSTESİ
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.
Ekle Sil
 DOĞA-TARİH-GEZİ

>> Geçmişini arayan sokaklar / Ahmet Nedim Nazlıcan


 
ANA SAYFAYA DÖN
 

Yazı ve Fotoğraflar;
A. Nedim NAZLICAN
Yüksek Ziraat Mühendisi

 

Copyright©19962000 CineTarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
CineTarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.