DOĞA-TARİH-GEZİ
Yorgun
coğrafyanın hüzünlü hikayeleriyle
Anadolu'dan
İnsan Manzaraları
Havasına, suyuna, bozulmamış doğasına ve cennetten
köşeleriyle bakanları esir eden coğrafyasına aşık olup, Anadolu'yu
kendine yurt edinen ilk insandan başlayarak, günümüze kadar nice
uygarlıklar gelip geçmişse ve uzaklardan bu toprakların methini
duyup sahiplenmek üzere sayılamayacak kadar çok komutan ve ordusu
bu toprakları çiğneyip durmuşsa ve hatta önlerine çıkan bir çok
güzelliği yakıp yıkmışlarsa kör olasıca intikam hırslarıyla; sonuçta,
binlerce yılın ortak ürünü olan bu kültürel değerleri yok etme
gerçeği hüzün verici bir tarihi tespitse eğer tarihçilerin gözünde
ve günümüz Anadolu'su için nasıl büyük bir kayıpsa bu yıkımın
acısı; bütün bu tarihi gelişmeler içerisinde yerini almış uygarlıkların
sentezi olarak insanımıza miras kalan, gelenek ve inanç sistemiyle
örülü yaşama biçimi ve kültürümüz de bir o kadar gurur verici
bir zenginliği işaret etmektedir.
Kentleşme rüzgarının etkisiyle çehresi değişmeye başlasa da,
Anadolu'da hala, yaşam şekilleri ve kültürleriyle farklılıklar
sunan kırsal kesimin yoğun etkisi hissedilmekte. Yüzyıllardır
tarım insanı olarak yoğrulmanın her rengi; kıyafetleri, beslenme
biçimleri ve eğlencelerine kadar, Anadolu'da hayatın her alanına
damgasını vurmaktadır. Bu toprakları sahiplenip tarihi izler bırakanlar
kadar, dışardan göz dikip hevesleri kursaklarında kalanların da,
ne kadar çok olduğunu tarihi belgeler ispatlamaktadır. Bu kadar
zengin bir kültürel tortunun bugüne ulaşan meyveleri, doğal olarak
oldukça renkli ve lezzetli bir kıvamı sunmaktadır, sosyologların
ve antropologların ilgi alanına.
Aslında, gelip geçen çağların bıraktığı izler, insan hayatını
ilgilendiren pek çok alanda hissedilir değişikliklerin gerçekleşmiş
olduğunun örnekleriyle doludur. Ancak, sıcak Anadolu insanının
binlerce yıldır sürüp giden kaderciliğine, gözü karalığına, cömertliğine
ve mizah duygusuna, zamanın değiştirme gücünün yetmediği de ortada.
Günümüz değerleriyle, iyi ya da kötü pek çok özelliği hala bünyesinde
barındırmaya çalışan insanımızın, artan teknolojinin etkisiyle
bu özelliklerinden fire vermeye başladığının tespiti, zamana direnilebilse
bile, artık teknoloji denen durmak bilmez canavarın çekim gücüne
kapıldığının iyi bir örneği olsa gerek.
Kadercidir bizim insanımız; çünkü bu eşi bulunmaz cennetten yurdun
topraklarında yaşamanın kendisine nasip edilmiş olmasının kıymetini
düşündüğü kadar, bunca güzelliğe kolayca ulaşmanın bedelinin ağırlığını
ve çekilecek zorlukların sıkıntılarını da iyi bilmek-tedir. Zaten
kendisi de isyanları oynayıp duran o çılgın doğanın elinde bir
oyuncak değil midir hayatı, boyun eğmeyip de ne yapacaktır ki
? Yeni dertler açmaktansa başına, "oh buna da şükür"
demenin tok gözlülüğüyle ne güzel idare edip gidiyor işte !
Genç kuşaklar öyle mi ya ! Kaynayan kanlarıyla, oturdukları yerde
durmaya sabırları yetmeyip, türlü hayallerin etkisiyle büyük şehirlere
hücum eden, kaderinin dümenini eline geçirmek için, bilinmez maceralara
atılma cesaretiyle koştuk-ları, o elma şekeri süslerle bezeli
kentlerin varoşlarında kaybolup giderken bir çoğu, belki nadiren
kefeni yırtanların bir kaçının başarı ha-berleriyle mutlu olup,
kendilerini o hayatlarla kopyalaştırmaya can atmalarından da anlaşılı-yor
ki, "Dimyata pirince giderken evdeki bulgur-dan da olmaktadırlar"
yığınlarca kader isyancı-sı. Kemal Sunal filmleri gibi defalarca
izlemek-ten de hiç usanma belirtisi göstermeden üstelik.
Bir yandan da bir o kadar gözü karadırlar aslında. Yiğitliğin
şanındandır çünkü bileği bükülememek, pes etmemek, ne olursa olsun
başarabilmek ! Hırçın doğanın zorluklarla dolu coğrafyasında,
yüzyıllarca direnebilmenin getir-diği mücadele etme ve ayakta
kalabilme azmi de, bu sert tabiatı ortaya çıkarıyor sonuçta. Za-ten,
dağların o çetin coğrafyasında at nallarıyla nice tarihler yazmış
ataların bıraktığı genetik mirasla, korkulacak ne bulunur ki bu
toprak-larda? Köroğlu'nun, Dadaloğlu'nun abartılar içerisinde
anlatılan hayat hikayeleri de destan-larımız olup çıkmamış mıdır
? Şan için, yar için ne bedenler devrilmiştir ulu çınarlar gibi
de, bit için yorgan yakmanın nice ilginç örneğiyle dol-durulmuştur
yiğitlik kitaplarımız, kim bilir ?
Cömerttir, çünkü eli açık doğa ananın en güzel örnekleri her
an karşısında durmaktadır. Paylaş-manın o doyumsuz hazzını, babadan
oğula el verir gibi alıp sürdürmekten güzeli nedir ki ? Kentlilerin
unuttuğu bir zenginliği, yüreklerinin en ücra köşesinde bile olsa,
saklamaya çalış-manın bedelini, bozulmamış insanlıklar övgü-süyle
almaya ve onun gururuyla yaşamaya değ-mez mi dersiniz ?
Mizah duygusu ise hayranlık vericidir Anadolu insanının. Karadenizli
Temel'in adı çıkmıştır ama her köşesinden bir Nasrettin Hoca fırlar
aslında bu coğrafyanın. Acılardan sıyrılmanın, zorlukları unutmanın
bir yolu da işi şakaya vurmak değil midir ? Kendisiyle de hafiften
dalga geçebilmek, büyüklükten ve olgunluktan sayılmaz mı? Sadece
fıkralara değil; köy eğlencelerindeki oyunlardan, türkülere ve
manilere kadar hemen her alanda bu mizah duygusunun yoğun etkisi
seçilebilmektedir.
Anadolu insanının hamuru dert mayasıyla yoğrulmuş gibidir. Coğrafyasında
barınan aşılması güç zirveleri, hırçın doğasının ve sert ikliminin
getirdiği tüm zorlukları yenmesini bilmiş insanlarıyla değerlenen
bu topraklar, yüzyıllardır yiğitlerin harmanlandığı bir düğün
yerinde; ayrılığın acısını içine atıp gülmeye çalışan gelin anaları
gibi, dertlerin kaynağında gezinip durmaktadır aslında. Nasırlı
eller, yorgun bedenler, kırışıklıklarla erken yaşlarda tanışmış
Anadolu insanının yüzündeki neşeyi kaçırtmaya yetmese de, yeni
nesillerin sabırlarını zorlamaya başlamıştır artık.
Kışın zorluklarıyla toprak damlı evinin altında yaşamaya mahkum
olan Anadolu köylüsünün, ilkbaharda ağaçlara su yürümesiyle canlanan
doğadaki bereketin rüzgarına kendisini kaptırıp, hüznünü başka
baharlara, o güz denen kış öncesi uyutucu dönemlere bırakması
ve doğanın sunduğu tertemiz havayı ciğerlerine çekmek üzere tarlalara
koşması, güneş ışınlarının gözlerde ve ruhlarda estirdiği o sıcak
ve renkli sahneleriyle, yeni bir filmin dümen suyunda mutluluk
türküleri çığırmasına yeter de artar bile belki. Ah, bir de ekinler
bol para müjdesi verecek canlılıkta olabilse, değmeyin keyfine
! Aza kanaat etmenin, ufak şeylerle bile mutlu olabilmenin, elde
ettiklerini birileriyle paylaşmanın ve doğa ananın koynunda hiç
mutsuzluk hissetmeden yaşayıp gitmenin keyfi içerisindedirler.
Mayıs sonunda Çukurova'da buğday başak-larına sallanan tırpanların
akıttığı teri, yaşlı başlı Karadeniz kadınının o çırpı gibi ama
atik bede-nine yük ettiği mısır saplarını, iki büklüm olmuş belleri
üzerinde taşıyarak yaptıkları yolculuk-larda da görmek mümkündür.
Aynı anda, başka diyarlarda, onlarca dekar alanda serili soğan
ya da patatesleri usanmadan toplama gayretindeki minik ırgat kızların
hevesleri de, belki renkli bir mintana kavuşma özlemiyle karışıp
gitmektedir terlerine.
Urfa'da, Antep'te yaz sonunda, kırmızı renkteki alımlı meyvelerini
sunmaya hazır fıstık ağaçla-rının dibinde, silkelenen dallardan
toplanmış fıstıkları elemeye çalışan tarım işçilerinin hayalleri
de fıstık gibi bir hayata kavuşmaktır çoğu kere ama annelerinin
sırtına dayanmış minik çocukların perişan kıyafetlerinden de anlaşılır
ki, bu hayaller, daha pek çok kez, boşa kürek çekme hikayesiyle
sonuçlanacak gibidir.
Kışlık gıdalarını hazırlama telaşındaki kırsal ke-sim insanında,
örneğin bulgur kaynatma işi nasıl bir tören halini alıyor ve pişse
de yesek telaşındaki köy çocuklarının gözlerindeki acelecilikler
nasıl komik görüntülere bürü-nüyorsa; yaylalarda gün boyu güdülen
davarların peşinde, bazen yavuklu yüzünün ve bazen de büyük şehirlerdeki
renkli görüntülerin cazibesine kapılmış genç çobanların gözlerin-deki,
tutkuya dönüşmüş gelecek günlere ait isyankar hayaller de, yanık
türkülerdeki hüznün kıvamına eşlik edicidir.
Köyünde bitirip tükettiği ömrünü, yaşlılık günlerinde olsa bile,
bir duvar üstünde yün eğirerek eğlenceye dönüştüren Ayşe teyzenin
sabrı; kasabalarda artık nesli tükenmekte olan ve binek hayvanlarında
kullanılan eğerlerin üretimi işinde inatla test ederek gösteren
Hüsmen dayının ya da kentlerin nostaljik kısımları olarak kalan
tarihi çarşılarda, bakır tencereleri döven ustaların ellerinde
de aynı yürek zenginliği içerisinde sahnelenmeyi sürdürmektedir.
Genciyle, yaşlısıyla Anadolu insanının sergilediği, yaşananlara
şükretme psikolojisi, şartları ne olursa olsun, karınca kararınca
yararlı olmaya adanmış hayatların taşıdığı mutlulukları da aksettirmektedir,
gülücüklerle dolu yüzlere. Anadolu'nun tüm canlılığı ve bereketi,
türlü hınzırlıkları kuşanmış o muzip bakışlarında da saklıdır,
o hala bozulmamışlığın saflığını taşıyan insanlarının.
|
DOĞA-TARİH-GEZİ
>>
Anadolu'dan insan
manzaraları

ANA
SAYFAYA DÖN


Yazı ve Fotoğraflar;
A. Nedim NAZLICAN
Yüksek Ziraat Mühendisi
|






|