DOĞA-TARİH-GEZİ


Patikadan Otoyola ulaşan tarihi gelişimiyle

Yolların Hikayesi

İster yürüyerek, ister birbirinden enfes araçlarla olsun, üzerinden yağ gibi kayıp giderek uzaklıkları aştığımız, sevdiklerimize bir an önce kavuşmanın hevesiyle kilometreleri yutarak her gün çiğneyip durduğumuz o çileli toprak parçalarının halini hiç düşündünüz mü ? Çiğnenmedik bir yeri kalmamasının bedelini; kısa sürede bozulmaya mahkum olan derisinin yüzülmesi ve nazlı çehresinin çukur ya da tümseklerle dolması şeklinde ödeyerek hüzne boğulsa da, uzun yıllar boyunca hizmet vermekten kaçınmayan şirin coğrafya parçaları, selvi boylu toprak çocuklarıdır yollar.

Ateş küresi üzerinde yüzen yerkabuğunun, sertleşmeye başlamasından buyana geçen milyarlarca yıl boyunca süren kaya parçalanmaları yanında, su ve rüzgarlarla taşınan tozların aralara birikmesi sonucunda toprak tabakası ortaya çıkmıştır. Hayatın devamı için en gerekli ortamlardan birisi olan toprağın canlılık ve bereketine ters bir etki yapsa da, insanların ulaşımını sağladıkları, uzakları yakın ettikleri ve yolculukları rahatlattıkları için de oldukça önemlidir yollar.

Şüphesiz ki, ilk insanlar için yol bir ihtiyaç değildi. Tek başlarına her bir yana koşup, her engeli hoplaya sıçraya aşmayı becerebildiklerinden, yorgunluk nedir bilmeyen ilk atalarımıza, düz bir yolun gereği de olmamış haliyle. Kalabalıklaşan insan topluluklarının birbirine ulaşarak savaşması ya da ticaret yapması amacıyla değişik araçlar, arabalar kullanılmaya başlanmasından sonradır ki, daha hızlı ve daha rahat bir yol almayı sağlayacak düzgün rotalara ihtiyaç duyulmuş. Aynı yerin üzerinden geçen kalabalıkların sertleştirdiği zeminler, zaman içinde kendiliğinden yol haline gelse de, tarihi gelişimi içerisinde sürekli yenilenen yol yapım tekniklerinin katkısıyla, sayıları giderek artan kılcal damarlar gibi sarmalayıp durmaktalar yeryüzünü.

Bir uçurumun kenarında uzanan ürkütücü ve dar keçi yollarından ya da orman içlerinde dolanan patikalardan başlayarak, ilk yol yapıcıları olarak bilinen Çinliler ve İnkalardan günümüze kadar pek çok türü denenmiş olsa da; toprak yolların yerini alan ve şose denilen sıkıştırılmış yüzeylere sahip yeni yolların öncüsü de olan, Romalılardan hediye taş döşeli yolların katkısı bir başka olmuş bu tarihi gelişime.

Sadece çok önemli merkezler arasındaki ana yolların yapımıyla yetinilmesine rağmen; Roma-lılar, ordularının istila ettiği her köşeye ulaştırdık-ları, bu 1-1.5 m derinlikteki kat kat kum ve taşlar-la döşenmiş yolların uzunluğunu 80 bin kilomet-reye çıkararak, o dönem için büyük bir rekorun da sahibi olmuşlardır. 70-100 yıl kadar dayan-ması planlanarak yapılan bu yolların bir kısmı-nın batı ve güney Anadolu'dan da geçtiği ve Kral Yolu olarak bilinen tarihi yolların günümüzde de bir çok kalıntısına rastlandığı bilinmektedir.

Asırlar boyu kullanılan şose yolların yerini, 1836' da basınç merdanesinin kullanıma girmesiyle, sıkıştırılmış yeni yollar almaya başlamış ve 1900'lü yılların başında asfaltlama işleminin bulunmasıyla da, günümüzdeki kaliteli yolların gündeme gelmesi sağlanmıştır. Öyle ki, artık asfaltının kalın ve kaliteli olması kadar, neredey-se uçak pisti gibi geniş ve gidişli gelişli yol olması kaçınılmaz istek olarak beliriyor beyinlerimizde.

Yollar sadece bir düzlenmiş alan ya da gri asfalt elbiseler giydirilmiş kuru toprak parçaları değil-dir. Yollar aynı zamanda, insanlara büyük ümit-ler taşıtan, hasretlikleri bitirip sevenleri kavuştu-ran ve de insanlara hizmetin her türlü yükünü çe-ken, canlılık dolu mekanlardır. Hedefe koşma-nın, ufukları aşmanın aracıdır yollar. Sevda üs-tüne ne türküler yakılmıştır onun aracılığıyla, ne sular dökülmüştür gidenlerin ardından, yollar sağlıkla kavuştursun diye gidecekleri yerlere.

Gidene de gelene de yoldaşlık edip durur yollar hiç bıkmadan, yeter ki kader arkadaşları bulun-sun sırtında. Onun dertleri eşliğinde yokuşları çıkarken, motorlar zorlanır yolların hüznünden. Kimi zaman da öylesine coşulur ki mutluluğu ve neşesinden yolların; dostluğun rehavetine kapı-lıp rastgele dalınır yokuş aşağıya, aşka gelip vi-tesi boşa alarak. Tabii ki, ötelerden göz kırpıp, el ovuşturan azrail beyin naniklerini fark ede-meden …

Yolların da bir doğası, nazı tuzu vardır, zıtlaş-maya gelmez. Sağı solu belli olmayan insanların ruh hali gibidir aslında yolların tepkileri de. Hani, neşe içinde gülücükler dağıtan bir sevgilinin, tadına doyulmaz albenisine kapılıp mest olunur ya; bahar aylarının yürek ısıtan güneşi altında, aralarında kıvrılıp dolandığı tepelerin yeşil de-senli elbiselerine dantel desteği gibi, rengarenk çiçekleri ve etrafında pervane olmuş kelebek-lerin dansıyla da, işte öylesine hevesle katılır yollar doğanın ritmine, zevk içinde ve gözleri do-yuran yolculuklar sunar müşterilerine. Yaz gelin-ce, azgın güneşin kavurduğu asfalttan yansıyan sıcaklık, ihanete uğramış insanların yüzlerine astığı kızgınlıktan, öfkeden farksızdır. Yenilen onca hakaret de, yolların bunalmışlığından fışkı-ran tozdur, kirdir, açık pencereden yüzleri yala-yan kavurucu poyrazdır.

Sonbaharda dökülen yapraklarla hüzne boğulurken doğa ana ve onun yüreğinden dökü-len yağışlarla türlü tuzaklar hazırlanırken kay-gan yoldan gelip geçenlere, tıpkı bitmek üzere olan bir sevginin son dakikalarındaki çırpınışla-rını oynatmaktadır figüranlarına yollar da. Kıza-ran gözlerin ve yanağa süzülen iki damla gözya-şının yakıcılığından kopyadır sanki, haşin şoför-lerin umursamaz hız tutkularına bedel diye ödet-tiği acılar. Hele kış yok mu kış; gözü kimseyi görmeyen insanların yüreklerinden taşan nefre-tin fırtınalara, gözlerdeki buz kesmiş acımasızlık hissinin lapa lapa kara, tipiye ya da sıradan yağ-murların borana dönmesi gibi, felaketlerin iç geçirten nice senaryoları yazılır, o buram buram hasretlik kokan Anadolu yollarında.

Bazen, yüksekliğiyle tafra yapıp duran bir uçuru-mun kenarını ürpererek dolaşan ve bazen de vadileri oymuş azgın bir dere boyunca, onun zig zaglar çizen nazlı rotasına boyun eğerek ilerle-yen yolların yine de keyfine diyecek yoktur. Hele şehir içi ve dışı mevkilerde olsun, denize sıfır rakımda, gündüzleri meltem esintilerine yanak verip, geceleri ay ışığında yakamozları izleyerek rehavet içinde uzanmanın mutluluğu içerisin-dedirler. Orman içinden dolanan dar patika yol-lar bile huzur içindedir aslında. Doğanın renkli evlatlarına kucak açmanın, gece gündüz dert-leşmenin sevinci vardır içlerinde. O kocaman gözleriyle geceleri yiyecek aramaya çıkan ürkek tavşanların sorduğu adreslere, kim cevap verir sanırsınız ? Av izi süren tilkilere, kışın mecburi-yetten köylere misafirliğe giden kurtlara, çakal-lara, soluklanma arasında olsun hal hatır soran, akıl veren o yollar değil midir ?

Yolların korkulu rüyaları ise; ciğerlere dolan nikotin gibi, üstlerine yağan kaya ve toprak yığınlarının müteahhidi olan heyelan canavar-ları ve kolunu bacağını kıran acımasız fay hatla-rıdır belki ama bir de Anadolu bozkırında, çevre-sinde bir tek ağacın ve selam verip geçecek bir tek sevimli hayvanın bulunmadığı ıssız coğraf-yalarda sıkıntılar arasında bunaldığı ortamlar-dır. Tek tük çekirge ve kertenkele sesiyle kulak-larının pasını aldırmaya hasret giderek ...

Eminim ki, yolların dili olsa da haykırsalar; belki onları, tam da can evinden vuran asıl korkunun, bu yolların tapusuna sahip insanoğlunun, gad-dar ve düşüncesiz hız tutkunlarının arenaya çe-virdiği dert yüklü bedeninde yitip giden canların, akan kanların oluşturduğu korkunç görüntünün verdiği eziyettir diyeceklerdir.

Yollar hüzün yüklüdür kimi zaman, bozkırın orta-sında mest olmuş uzanırken; kimi zaman da ruh dinlendirici keskin bir aromanın sahibi olur, sun-duğu eşsiz manzaraların coşkusu arasında. Anadolu coğrafyasının pek çok yerinde rastlar-sınız o şahane desenli haritalara ama özellikle Adana'dan Gaziantep'e giderken, eski adıyla Gavur Dağlarından aşağıya, İslahiye Ovasına inen dolambaçlı yolların yerini şimdilerde otoyol-ların almasına bakmadan, saçları uçuran rüz-garları arasında gözleri esir eden bir güzelliği içi-nize çeker durursunuz. Aynı görüntüler Gazi-paşa Anamur arasındaki yalçın tepeler arasın-dan aşağılardaki yemyeşil ovalara nazlı nazlı i-nen yol boyunca da yaşanır belki ve kim bilir da-ha nicelerinde.

Yollar ne yaman tırmanıcılar, ne korkusuz inici-lerdir. Zirvesini bulutlara kaptırmış o alımlı tepe-lerin yamaçlarında, teğel yapan usta terzilerin mahareti içinde dolanır dururlar da, burnu hava-larda gezinen tepelerin ruhu bile duymaz. Ara-baların içinde, sevdiklerine kavuşmak için çırpı-nıp duran insanların dualarına ortak olurmuş gi-bi, öylesine bir tez canlılık içinde koyverip inerler ki yollar yokuş aşağıya, lastiklerin siyah izlerini belge diyerek kabul ederler, teşekkür mesajının izi olarak belki de.

Ah, o yollar; umudun, idealin, hasretin birlikte harmanlandığı, imkansızın oyuncağa döndüğü ve geçilmezin defterinin dürüldüğü acılı kıvrım-lar, nazlı akıp kayboluşlar, kutup yıldızının pabu-cunu dama atan yön bulucular, dert yüklü grilik-ler coğrafyası. Mezarlığa kadar yol veren rotalar, her yüreği farklı biçimlendiren çatallı kader çizgi-leri. Selam durun, o dost canlısı yollara !

 E-MAIL LİSTESİ
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.
Ekle Sil
 DOĞA-TARİH-GEZİ

>> Yolların hikayesi / Ahmet Nedim Nazlıcan



 
ANA SAYFAYA DÖN
 

 

Yazı ve Fotoğraflar;
A. Nedim NAZLICAN
Yüksek Ziraat Mühendisi

 

Copyright©19962000 CineTarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
CineTarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.