ARAŞTIRMA

Zir. Yük. Müh. Ahmet Nedim Nazlıcan
annazlican@yahoo.com
Doğa Anaya Açık
Mektup
Ey benim, binlerce yıldır, bitmez tükenmez bir hevesle
evlatlarına şefkat dağıtan doğa anam ! Ne nankörlükler gördün,
ne kadirbilmezliklerle içini daralttın iyi bilirim. O yufka yüreğinin
nasıl paralandığını görmemek mümkün mü? Sen canına can katmaya
çalışırken yeryüzünün; en sevdiğin evlatların olarak biz insanoğullarının
sergilediği, acımasızlık ve vicdansızlık kokan davranışların,
senin emeklerini nasıl boşa çıkar-dığını artık bilmeyen kalmadı
belki ama sonuç yine de hüsran değil mi ?
Bu kadar bonkör, bu kadar verici olmasan belki kafalarımız daha
erken tanışacaktı taşlarınla. Güzelliklerine kavuşmak, onlardan
nasiplen-mek böylesine kolay olmasa, eminim ki çok daha vefalı
olmayı ve elde ettiğinin kıymetini bilmeyi, daha iyi öğrenirdik
hepimiz. Oysa, zafer sarhoşluğunun etkisiyle, yokuş aşağı bir
yolda bulmuşuz kendimizi, bendini aşan azgın sular gibi engelleri
yıka döke taşkınlıklar peşindeyiz; freni patlamış halde koştukça
koşuyor, nereye gittiğini bilememenin körlüğü içerisinde rotasız
bir hedefe doğru ilerlerken, şımarık çocuklar gibi habire oyuncaklarımızı
kırıp, yenilerini istemek-le meşgulüz. Gelecekte de ne kadar uslanacağı-mızın
ölçüsü ve garantisi yok üstelik.
Çok eski devirlerde atalarımız senin gök gürül-tünden korkar,
afetlerinden ürkerek yerlere yapı-şırlar, gazabından korunmak
için sana kurbanlar adarlarmış. Kurt kocayınca kuzunun maskarası
olurmuş örneği, şimdilerde heybetinden ürkeni-miz kalmadı da,
tek tük kalmış dişlerini de çek-meye çalışırız maskaralık olsun
diye, değil mi ?
Ey Anadolu, ey gelip geçen uygarlıklara karşı-lıksız kucak açmaktan
yorgun düşmüş, çileli topraklar yurdu ! Yavrusunun üzerine titreyen,
onu beslemek için türlü sıkıntılara katlanan ana yüreği gibi,
tüm bedenini insanlarının hizmetine sunan, onlara aş veren, suyla
serinleten, ev bark olan bereketli topraklar beldesi ! Ne kadar
şanslı olduğumuzu niye vurmazsın yüzümüze, niye to-kat gibi çarpmazsın
yıkıcılığımızı alnımızın tam ortasına. “Kendileri anlasın” deme
bilgeliğini sürdüreceksen eğer, “daha çok beklersin” demekten
alamam kendimi, bilesin !
Ey heyecanından çağlayan, ateşiyle kaynayan, hırsından köpüren
su ! İçine işleyen kiri pası te-mizlemek için, toprağın yüzlerce
metre derin-liklerine inip, farklı özellikteki katmanlardan işkenceler
çekerek geçmenin ve temizlenmenin coşkusuyla yer kabuğundan fışkırmanın
sevin-cini nasıl da çabuk kursağında bıraktırıyor, akıl almaz
dümenlerle seni yine kirletiyor, nasıl bir çırpıda yüzünü karartıyoruz,
değil mi ? Bazen tatlı suyunu, bazen de tuzunu ya da sodanı sunuyorsun
bizlere hevesle, hiç bıkmayacak mısın bilmem ki ?
Ya sen, ey gölgesini ve serinliğini inatla hizmetimize sunmaya
devam eden yaşlı ağaç ! Bu özverini; yamaçlarını acımasızca oydu-ğumuz,
erozyona yenik düşmüş kel tepeleriyle hala medet beklemekten sıkılmamış
olan, sana da ev sahipliği yapan yaşlı dağlardan mı ödünç aldın
? Kim bilir, belki yerin kaç metrelerce altında toprağı harmanlayarak,
sabırla su ve besin arayan zayıf köklerinden alırsın bunca direnci,
hoşgörüyü, büyüklüğü ? Bari, toprak üstünde olup biten nankörlükleri
anlatıp da heveslerini kırma onların da, ne olur !
İlkbaharda bedenine su yürüdüğünde; misafir-lere yemek hazırlamanın
telaşıyla günün nasıl geçtiğini anlayamayan çalışkan ev hanımları
gibi, yaprağa, çiçeğe ve de meyveye emek har-camaktan yorgun düşünce;
yanı başında, acımasızca kesilip, boylu boyunca devrilen kader
arkadaşlarının feryadını belki duyamıyor, hemen fark edemiyorsun
ama sonbaharda her yer sarıya kesip, yaşlı bedenini terk eden
renkli elbiselerinden sıyrılıp, kuru dallarınla kafa dinlemeye
başladığında da göremiyor musun, komşu ağaçlardan birkaçının daha
eksildiğini ? Uzun kış gecelerinde rüzgar uğultularına eşlik edecek
fısıltılı konuşmalarına ses veren çıkmayınca kızmıyor musun sebep
olanlara, intikam yemini etmiyor musun yine de ? Bu ne affedicilik
böyle ?
Ey doğa ananın öz evlatları olan tez canlı tazılar, ceviz düşkünü
sincaplar, kurnaz tilkiler, can yakan bakışlı ceylanlar; keserek
ya da yakarak bitirmeye ant içtiğimiz ormanlardan kalan çalılık-lar
olsun, sizlere ev olmaya değmez mi ? Sizler de terk edip gidecek
misiniz buraları ? O minicik, tertemiz yürekleri ve henüz kirlenmemiş
duygularıyla sizleri çok seven çocuklarımıza göstermeyecek misiniz
o güzel yüzlerinizi, onlara sadece kitap ve ansiklopedi sayfala-rındaki
soluk fotoğraflarınızı mı hatıra bıraka-caksınız yoksa ?
Ey kurumuş, çatlamış toprak ! Asırlardır kuşan-dığın yemyeşil
elbiseni sıyırıp üstünden, üstelik aç ve susuz bıraktığımız için
çok mu kızgınsın bize. Tarih boyunca üstünde tepindiğimiz ve iliğini
sömürdüğümüz için kırgın mısın yoksa. Ne bilelim biz ? Senin koca
midenin üç beş yaprak ve dal parçasıyla doymaya kanaat edeceğini
dü-şünemedik, bağrına diktiğimiz devasa, beton hilkat garibeleriyle
seni doyururuz sanmıştık belki de. Demek ki, yanlış bilgiler almışız
bes-lenme kitabından, zaten kendimizi de yanlış besleyip dururuz
biz, bilirsin !
Ey minik serçe ! Asırlardır kendine yuva diye bil-diğin ama sayemizde
giderek yok olmaya başla-yan ormanların, bataklıkların ve sazlıkların
dra-mını yaşarken, ince uzun ağaç dallarına benze-tip üzerine
tünediğin, o tuzaklarla dolu elektrik tellerinin kaç kardeşine
mezar olduğunu senden iyi kim bilebilir ki ? Bazen bunun bedelini;
buğ-day başağı, mısır koçanı ya da ayçiçeği tabla-sına değen obur
gaganla çiftçilerimize ödettiğin de oluyor ama yine de o ahenkli
seslerin koro-suyla bizlere şarkılar söylemenizden de anlaşı-lıyor
ki, sizler de kin tutmayı bilemeyenler-densiniz.
.... ve ey duyarlı yürekleriyle doğa için pembe ufuklar hayal
eden, çevre dostu olmanın aşkıyla yorgun düşen, ağaç ve hayvan
sevgisi uğruna idealist çırpınışlar içinde boğuşan, kelaynakvari
bir yalnızlığa itilmiş olan doğa tutkunu insanlar; bu medeniyet
ve akıl çağında bile, en vicdani hislerle dolu olmanın bedelini
azınlığa düşme acısıyla yaşamanıza rağmen, vurdumduymaz çoğunluğa
inat, daha bir hırs ve tutkuyla doğayı sevmeye ve de korumaya
çalışmaktan vazgeç-meyin ne olur ? Doğa ana ve onun dilsiz çocuk-ları
için, bu kadarcık vefa duygusu ve eziyet çekmeye razı olma düşüncesi
de, çok ağır bir bedel olmasa gerek !
Belki bu haykırışların sonuna bir de esprili dilek eklemek gereklidir
diye düşünerek dua ediyor ve diyorum ki;
Ey evrendeki her şeyin yaratıcısı olan ulu Tanrım ! Giderek gözü
dönmeye başlayan bizim neslin de artık kurtulacağı, düzeleceği
yok belki ama bari bizden sonraki nesillere biraz daha faz-la
akıl ve vicdan nasip eyle, yüreklerini doğayı koruma bilinci,
ağaç ve hayvan sevgisiyle dol-dur. Yoksa, Anadolu insanımızın
deyişiyle “sonumuz vallah çok kötüdür !” lafı bir gün ger-çek
olacak yakın gelecekte. Amin !
|
|