CİNESANAT
Ölümle
Kalkan Sis Perdesi
insan hayatı bu
bilinmez nice sürprize gebe olduğu
güle oynaya yaşıyorken
dört mevsim bahçesinde hayatın
birden dank eder kafalara
zehir acılığında gerçekler
kuşanır çehreleri hemen
ölümle boyanmış maskeler
ve duvar gibi yaslandığı
güven kaynağı birinin daha
bir yıldız gibi kaydığını anlar insan
işte tam o anda
bir yalnızlık korkusudur düşer
yüreğinin bilmediği bir köşesine
çaresizliğin acısıdır artık
yudum yudum içilen
inanılmaz bir merak
ve kuşku kaplar bedeni
yiyip bitiren bir kurttur
gelecek korkusu sanki
sanki biten hayattır o anda
ve dünyanın sonudur sanki
güzellik ve zenginlik de ne
önemsiz ve anlamsız iki sözcük
sergilenen bir tezatlar filmidir
beyinde, gözde, gönülde
alışılmaz gelir uzunca bir süre
ölümün acı gerçeği
daha dün yanındaydı oysaki
yerdi, gülerdi, severdi
şimdi ise yok
bıçak kesiği gibi ani bir değişim
biz varız ama o yok
ve bir daha hiç olmayacak
ne zordur bu gerçeği kabullenmek
yokluğu çaresizce yüreğe gömmek
acıyla dolar insan günlerce
şok bitip yara dağlanana dek
kimi ölesiye ağlayıp
diz döver, saç yolar
kimisi de durgun ve sessizdir
duygusallığında boğulur
ne ortalığı birbirine katmak azaltır
acının önlenemez büyüklüğünü
ne de pınar kuruturcasına ağlamak
ölü evinin hüznünü
çünkü dönmez giden geri
çıkmaz azrailin kana girmiş eli
ve acının gerçek delili
sadece akan gözyaşları olamaz çünkü
taziyete gelir birileri
sizden fazla dökerler gözyaşını
ağızlarından bal damlar neredeyse
gidenler de badem gözlü
kördür nedense
sergilenen riyakarlık filmidir belki
kızan, küsen, söven bile yumuşar
gülsuyuyla yıkarlar
gelmemecesine gideni
insanlıkmış bu
kem söz olmazmış gidenin ardından
be adam dersiniz
ardından atıp tutmak yaşarken
ve dedikodu yapmak çok mu farklı
kus kusabildiğince şimdi
ikiyüzlülük rolünü bırak
ne çare anlayan kim sizi
üstelik garip suçlamalar
ne günahkar olursunuz birden
kemikleri cız edermiş ölünün
hatalarından söz edilirken
vah vah dersiniz içinizden
ne zaman sızısız kaldı ki
garibin kemikleri
yaşarken mi
diyelim ki ölen yakın biridir
ama ağlamak gelmez içinizden
bağlayan bağ kopuktur sanki
gözyaşıyla yüreği
dışa vuramazsınız görüntüyü
gerçekten duyulan acı ve kederi
hiç acımadan
hem de beklemeden vururlar damgayı
ruhsuz ve sevgisiz diye
gözyaşı dökeneyse ne sıcak hisler
aferinler neredeyse
ne çok üzüldü
paraladı kendini diye
madalya eksik belki de
dört döner çevrede kralcı kesilenler
ışık aşığı sinekler gibi
sizden çok hatırası varmış meğer
öleni bir kere görenin bile
bir anlatmadır sürer gider
bitmek tükenmek bilmeyen
sıkılır patlarsınız neredeyse
sağır ya da kör müydüm diye
hayıflanırsınız ama ardından
bir çırpıda anlar
hayrete düşersiniz
ne çok dost ve akrabanız olduğu için
bunca sevenimiz varmış meğer derken
ve kanmanın eşiğindeyken birden
bir ses çınlar kafanızda
hadi canım sen de
inanma der kötü gün abonelerine
bir yıldızdır kayan sanırsınız
oysa kuru bir bedendir giden
bu evden, şu odadan
insan boşluğa düşünce anlarmış
habersiz çekip gidenin cüssesini
yıllarca bilmeden yaslandığı
çelimsiz vücudun yüceliğini
dolduramazsınız kaç kişi onun yerini
şaşar kalırsınız düşününce belki
bunca işi nasıl becerdiğini
ve bir defa daha dolar kalbiniz
minnet, şükran ve hayranlıkla
yad edip durursunuz içtenlikle gideni
giden gider der kimisi
kalan sağlar bizimdir
hayat devam ediyor bak
üzülmek çare midir
bilirsiniz ama
inanmak gelmez elinizden
yeni bir dünya kurmak gereğine
ve dalarsınız boş gözlerle
silgiler uzatılmış kederinize
hatırlarsınız az önceki sözleri
bir yerden
ben de kullanmıştım dersiniz
bir zamanlar
demek ki ölüm gibi herkese hakmış
söylemek de dinlemek de aynı şeyleri
bilirsiniz ki çıkınca unutacaklar kapıdan
ah vah edenlerin hepsi
dalacaklar girdabına günlük hayatın
hiçbir şey olmamış gibi pişkince
oysa sen
kalacaksın yine acınla baş başa
hayali gelecek sık sık karşına gidenin
ve kızacaksın belki kendine
elin kolun bağlı çaresiz kaldığın için
bir an tekrar canlanacak
geçmişin tatlı hikayesi
seyrederken o pişmanlık dolu günleri
birden film kopacak
kara bir bulut gibi kaplayacak
her yanını
karanlık yüzlü bir gelecek
ve belki daha kaç defa
seyredeceğini bilemeden aynı filmi
savrulacaksın dümen suyunda kaderinin
acılar
içtikçe sertleştirecek yüreğini
ve demirden bir ağ kaplayacak sanki
çöker sandığın et yığınını bedenini
A. N. NAZLICAN- Antalya,1986
|