DOĞATARİHGEZİ


İzmir'in tuzu ve kuşlarıyla ünlü yöresi

Çamaltı Tuzlası

Kuşlar; doğanın en güzel sesli, şen şakrak, bestekar çocukları. Her sabah, pencere kenarlarına ya da yakınlardaki ağaçların dallarına doluşmuş yüzlercesinden gelen incecik sesleri duyarak uyanırız da, onların bu minik bestelerine şükran borcumuzu hiç hatırlayamadan günlük işlerin girdabına dalıp gideriz. Ta ki, kestiğimiz ağacın, bozduğumuz doğanın acısıyla küstürdüğümüz bu sevimli dostlarımızı kaybettikten sonra, o melodik cik cik seslerinin eksikliğini anlayıncaya kadar. En minikleri olan, gri tüy yumağı şeklindeki serçelerin hareketliliği ve yerinde duramayan kıpır kıpır halleri ne kadar sevimlilik yüklüyse; kumrular sevginin dokunulmazlığını, bülbüller sevgiliye hasretin bestelerini, leylekler göçlerin duygusallığını ve sıcakları, turnalar yanık türküleri, baykuşlar ise ıssız gecelerin ürkütücülüğünü vurgulayarak etkilerler ruhumuzu.

Şehirlerin gürültüsü ve elektrik hatlarıyla dolan alanların geçit vermezliği, bu sevimli canlıların canına tak etmiş olmalı ki, insandan kaçar olmuşlar bir süredir. Avcıların kabaran iştahları da, ne yazık ki bu çorbaya bolca tuz olup dökülmüş. Kırsal alanları, ağaçların kümeleştiği yeşil tepeleri kendilerine daha sıcak yuvalar olarak seçen kuşları oralarda da rahat bırakmadığımızdan, zavallılar ne yapacaklarını şaşırmış durumda. Çoğu kuş, kaçıp gitmeyi seçmiş; hala memleket türküleri söyleyenleri ise, toplu halde yaşamayı tercih ettikleri su kenarlarını, bataklıkları, biraz da insan ayağının uzak düştüğü mekanları yurt edinmişler kendilerine. Tutup buralara kuş cenneti demişiz ama ardından da onların keyfini kaçırmak için elimizden gelen her şeyi yapmaya devam ediyoruz.

Bilinçsiz tarımsal ilaçlamalar, gölleri ve denizleri besleyen ırmak ve derelere boşalttığımız kimyasal atıklar ve şehir kanalizasyon sularıyla, doğanın bu öz evlatlarına buraları da dar etmenin peşindeyiz sanki. Erozyonlar ve kesip yakmalarla kel bıraktığımız tepelerin çirkinliğinden yeterince etkilenmemiş olmalıyız ki, rengarenk görüntüleri ve cıvıl cıvıl sesleriyle içimize neşe dolduran bu sevimli canlıları, kendi tapulu arazilerinde bile rahat bırakmıyor ve çevremizin canına okumaya devam ediyoruz adeta. Duyarlı insanlara üzüntü veren bu tür haberler, gazete ve televizyonlarda sık sık konu edildiğinden, İzmir'e gitmişken bu ünlü kuş merkezine de uğrayarak gerçekleri yerinde görmek ve Çamaltı Kuş Cenneti'nin son durumunu fotoğraflamak gerektiğini düşündük.

İzmir'den kuzeye, Menemen yönüne giderken, Çiğli girişinde sola dönerek Çamaltı Tuzlası ve Kuş Cenneti yoluna giriyoruz. Askeri havaalanının güneyinden dolanarak ilerleyen dar yolda, az sonra karşılaşacağımız güzel manzaraları hayal ederek ilerlerken, çevredeki bahçeli evleri ve yol kenarlarındaki dev ağaçları da zevkle izliyoruz. 15-20 km. kadar yolumuzun olduğunu biliyoruz ama yol boyunca herhangi bir uyarıcı ve yön gösterici tabelayla karşılaşmamak şaşırtıcı geliyor. Çevreyi izlemeye dalınca gözümüzden kaçmıştır belki diyoruz ancak, deniz kenarına ulaştığımızda fark ettiğimiz minik levhadan da anlaşılıyor ki, her yerde olduğu gibi burada da bir umursamazlık söz konusu. Kim bilir, belki de “insan ayağı kolayca ulaşmasın da, bu güzellikler bozulmasın diye fazla reklamı yapılmamış buraların” şeklinde olumlu bir bakış açısına kapıldık ama yabancılar için ulaşılması zor bir parkur olduğu da açık.

Kuş Cenneti'nin girişinde, iki katlı şirin bir dinlenme tesisi mevcut. Kuşları görme hevesiyle hemen yola düşüyoruz. Arabaları tesisin bahçesinde park edip, çevreyi kuşatan denizi süzerek kuşları görmeye çalışırken, ağaçlı bir yolun başındaki kuş gözetleme yerini fark ediyoruz. Burada adeta pusuya yatan kuş severler, kuşlarla ilgili sayımları, gerektiğinde dürbünlerle buradan yapıyorlar. Bahar aylarının simgesi olan sert rüzgar, sadece yanaklarımızı okşamakla kalmıyor, elbiselerimizi de uçurmaya çalışıyor. Kuşlarınsa hiç umurunda değil, onlar rüzgarlarla zaten dost hayatı yaşıyorlar.

Su içinde güzellik banyosu yapan flamingoların bolluğuna rağmen, yüzlerce rakamı bile bu coğrafya için çok yetersiz olarak göründü gözlerimize. Sonradan öğrenmiştik ki; toplam

sayıları 20 bini bulan, farklı 205 kuş türü bu alanda barınmakta ve bunların 50 kadarı da burada kuluçkaya yatmaktaydı. Neler yoktu ki aralarında; Tepeli Pelikanlar, pembe beyaz karışımlı renkleriyle Flamingolar, Deniz Kırlangıçları, Leylekler, Kerkenezler, Uzunbacaklar, Yalıçapkınları v.s

8 bin hektarlık bir alanı kaplayan Kuş Cenneti, 1982 yılında “Su Kuşları Koruma ve Üreme Sahası” olarak tescil edilmiş ve 1994 yılında da “Yaban Hayatı Koruma Sahası” olarak sınıflandırılmış. 1998 yılında da Çevre Bakanlığı bu alanı kısa adı RAMSAR olan “ Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme ” ye dahil etmiştir.

Bütün bu tedbirlere rağmen; geçen zaman içinde Tekel'in yeni tuzla alanları oluşturma çalışmaları ve gözünü bakir alanlara dikmiş müteahhitlerin imara açma çabalarıyla epeyce bir zarar görmüş bu alanlar. Kuşların üreme sahaları civarında yeni liman ve değişik tesisler yapımının gündeme gelişi, doğayı koruma adına ne kadar üzüntü verici ise; kuraklık ve sedde yapımı nedeniyle sazlıkları besleyen tatlı su kaynaklarının azalması veya sanayi atıklarıyla kirlenmesi de bir o kadar tehlike sinyalleri verdiricidir. Oysa yirmi yıl öncesine kadar, bu alanlar kuşlar için tam anlamıyla bir cennetmiş. Belki tek amansız düşmanları, gözü kararmış avcılar olan deltadaki kuşlar, 1980-81 yılları av sezonunda avcılığa yasak getirilmesiyle epeyce rahata kavuşmuşlar belki ama insan elinin yıkıcılığı boş durur mu , çirkin yapılaşmayı bu kent dışı coğrafyaya bile ulaştırmışlar. Nedense, yasal tedbir alınmadan, tamamen insan vicdanıyla bir şeylerin korunmasını sağlayamıyoruz bir türlü. TEKEL'in

yeni tuz üretim tavaları oluşturma çabaları da, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, bu alanı 1. Derece Doğal Sit Alanı olarak ilan etmesiyle engellenebilmiş ancak.

Rüzgar altında yaklaşıp kuşların fotoğraflarını çekerken, insana iyice alışmış olan bu sevimli canlıların hiç kimseyi umursamadan, gagalarıyla deniz yaratıklarından nasiplenme telaşında oldukları anlaşılıyordu. Keşke doğayı bozma çabalarımız son bulsa da, görüntüleriyle bile gözlere ziyafet çeken, uzun boyunlu beyaz flamingoların keyifleri yerinde kalsa. İncecik pembe bacaklarıyla manken gibi salınarak yürürken; ince, uzun, kıvrık boyunları üzerindeki pembe gagalı başları nasıl da asil bir görüntü çiziyordu. Tüm vücutları beyazın saflığına bürünmüş olan bu çıtkırıldım kuşların, uçarken kanatlarının altının siyah renkte olduğunu fark etmekte ilginç gelmişti doğrusu.

Ziyaret dönemimiz Nisan ayına denk geldiğin-den göçme veya yumurtlama mevsimi nedeniy-le, sayıları ve çeşitleri fazla görülmese de, var o-lan kuşları gözetleyip fotoğraflamanın ardından yorgunlukla dinlenme tesisine dönüldüğünde, çay eşliğinde doğa sohbetleri yapmak ilaç gibi geliyor insana. İlk kez kendinizin aklına geldiğini sandığınız koruma önerileriyle bir güzel vicdanı-nızı rahatlatıp, doğayı bozanlara kızarak kuş gi-bi hafiflemiş de oluyorsunuz. Tesisin duvarlarını süsleyen değişik kuşlara ait yakın çekim fotoğrafları da görmenin hayıflanması arasında, gerekirse canlı olarak izleyebileceğiniz kapalı devre yayınla, yanına fazla yaklaşamadığınız kuşları daha iyi inceleme şansınızın da olduğunu görüp rahatlıyorsunuz.

Dönüş yolunda yine kenarından geçilen, seddelerle birbirinden ayrılmış geniş tarlaların

yüzeyini kaplayan su birikintileri, buranın tuzla olduğunu adeta haykırmakta. Bahar aylarındaki bu görüntü, asıl tuz çökeltme işlemi öncesinde-ki, parselleri temizleme aşamasına aitmiş. Gediz deltasını oluşturan 20 bin hektarlık alanın büyük bir kısmında tuz üretimi yapılmakta. Yaz aylarında buharlaştırma ve kristalleştirme alanlarından elde edilen ham tuzlar vagonlarla taşınarak başka bir tesiste rafine hale getiriliyor.

Aslında bu bölgede çok eski tarihlerden beri tuz üretilirmiş ama Foça civarındaki eski tuz alanları Gediz'in taşmasıyla zarar gördüğünden, 1910 yılında Çiğli civarı yeni alan olarak seçilmiş ve ülkemizin en büyük deniz tuzlası olan Tekel Çamaltı Tuzlası, gerçek anlamıyla tuz üretimine o yıllarda başlamış. 1950 ve sonrasında 3 kez genişletilerek, tuzlanın kapasitesi ve üretim teknolojisi arttırılmış. 1964 yılında TEKEL'den aldığı tuzu işleyerek modern tekniklerle sofra tuzu haline getiren özel sektör firması olarak Billur Tuz A.Ş. faaliyete geçmiş.

Damağı yakan tadı ve besinleri koruyucu etkisiyle yiyeceklerin sadık dostu olan sihirli beyaz kristaller yani sodyum klorür (NaCl) kimyasal formülüyle tanınan tuz burada, buharlaşarak arkadaşlığına son veren suyun bıraktığı miras olarak elde ediliyor. Deniz suyunun bin metre küpünde 30 kg. oranında tuz bulunduğundan, kaynağın tükenmesi de söz konusu değil. Eski devirlerde denizlerin buharlaştığı yörelerdeki toprakta da bol miktarda tuz yataklarına rastlanmakta olup, kaya tuzu diye bilinen hammadde o alanlardan elde ediliyor. Ayrıca göl tuzları da ülkemizde önemli tuz potansiyelini oluşturmakta. Yılda yaklaşık 2 milyon ton civarında tuz üretimimiz mevcut ve bunun 600 bin ton kadarı da Çamaltı tuzlasından sağlanmakta.

 

 E-MAIL LİSTESİ
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.
Ekle Sil
 DOĞATARİHGEZİ

>> Çamaltı Tuzlası / Ahmet Nedim Nazlıcan



 
ANA SAYFAYA DÖN
 

 

Yazı ve Fotoğraflar;
A. Nedim NAZLICAN
Yüksek Ziraat Mühendisi

 

 

Copyright©19962000 CineTarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
CineTarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.