DOĞATARİHGEZİ


Hezarfen Ahmet Çelebinin izinde

Galata'dan Üsküdar'a

Adam, başarma hırsıyla kamaşan gözlerini güneşin yakıcı ışınlarından kaçırıp, korkuya yenik düşmemeye çalışan yüreğini dualarla desteklerken, aşağılarda merak ve heyecanla kendisini izleyen mahşeri kalabalığı süzdü bir süre. Karşı kıyıda, Sarayburnu'ndaki Sinan Paşa köşkünden kendisini gözleyen Sultan 4. Murat ve vezirlerinden haberli miydi bilinmez ama kendinden 6 asır önce benzeri bir uçma denemesi yaparken, cami minaresinden basit kanatlarıyla atlayıp yere düşerek ölen genç bilgin İsmail Cevheri'yi hiç aklından çıkarmadığı belliydi. Çünkü, onun yaptığı hataları incelemiş,
hava akımlarıyla ilgili sağlam hesaplar yapmıştı. Kartal tüylerinden yararlanarak diktiği iri kanatlara da oldukça güveniyordu. Zaten pek çok deney yapıp, buluşlar gerçekleştirdiğinden,
ahali ona “ Bin Fenli ” anlamına gelen “Hezarfen” adını takmıştı. Sonunda, bir kez de boğazın karşı kıyılarındaki Üsküdar sırtlarını süzdü şahin bakışlı gözleriyle ve kendini boşluğa bıraktı.

Çevredekilerin hayret dolu bakışları arasında, uygun rüzgar eşliğinde 8-10 kez kanat çırpıp kuş gibi süzülerek boğaz üzerinde uçmaya başlayan macera tutkunu adam, karşı yakadaki Üsküdar Doğancılar'da karaya indiğinde, ilk kez bir insanın kuş gibi uçmayı başardığını da ispatlamış oluyordu. O adam, Hezarfen Ahmet Çelebi'ydi. Olaya şahit olan Evliya Çelebi'ye göre; padişah ona bir kese altın vererek ödüllendirmiş ama uçmayı başaran bu adamın tehlikeli bazı yeteneklerinden şüphelenerek onu Cezayir'e sürmüştü. Dünyanın ilk uçan adamı olmanın şerefi ve gururuyla dolu hayatının geri kalanını da, bir daha İstanbul'u göremeden orada geçirdi ve ölünce oraya defnedildi.

Onun yaklaşık 400 yıl önce yaşadığı heyecanı bugün artık yaşamak mümkün olmasa gerek. O dönemde şehrin en yüksek 2-3 yapısından birisi olan Galata Kulesi, bugün çevresindeki beton binalarla boğazı sıkılarak nefessiz düşmüş gibi duruyor. Şu anki teknolojiyle, uçağından helikopterine, paraşütünden balonuna kadar türlü araçlarla keyifli uçuşlar yapmak çocuk oyuncağı olduğundan, üstelik çok daha yüksek yerlerden atlayıp, yamaç paraşütüyle saatlerce havada süzülmek söz konusu olduğundan, Hezarfen Ahmet Çelebi'nin çektiği sıkıntılara hayranlık yanında biraz da acımayla karışık bakabiliyor insan.

Galata sadece kulesiyle değil, etrafındaki tarihi yapılaşmayla da oldukça eski bir mimarinin etkileyici örneği olarak karşımızda duruyor. İstanbul'un ünlü tepelerinden birisini saran dar sokaklar etrafındaki tarihi yapıların farklılığı hemen dikkati çekiyor. Kulesiyle ünlü Galata semtini Cenevizliler kurmuş. 13. yüzyıldan itibaren bir para ve ticaret merkezi konumuna kavuşan bölge, İstanbul'un fethinden sonra da dokunulmazlığını korumuş, bankerleri ve bankalarıyla yakın yıllara kadar da hep gündemde kalmayı başarmıştır.

Yokuşlu yollarını tırmanırken duyulan yorgun-luğa değen bir etkileyiciliğe sahip olan yapının çevresi, çok katlı taş binalarla çevrili. Bu bölgede ayrıca bol miktarda kilise ve sinagog bulunmakta. Tüm sokakların kesiştiği küçük meydanda, kulenin insanı ürküten boyutlardaki dev bedeniyle karşılaşılır. Galata surlarının baş kulesi olarak, 1348 yılında Cenevizlilerce inşa edilen kule, 1509 yılındaki depremden sonra bir onarım geçirmiş ve Osmanlılar döneminde yangın gözetleme ya da tutsaklar için zindan yeri olarak kullanılmış. 1794 yangınından sonra onarılırken, dört yana çıkıntılı bir kat eklenip, en üste de külah biçimli bir çatı oturtulmuş. 2 yıl önce yeni bir onarım daha geçiren 61 metre yükseklikteki 12 katlı dev yapı, bugün için tamamen turistik amaçlı eğlence merkezi konumunda olup, asansörle çıkılan yapının tepesindeki cafe-restorandan çevreyi izlemek ve fotoğraflamak oldukça keyif vericidir. Hezarfen Ahmet Çelebi' nin ilginç uçuş macerasını hayal etmek de cabası.

Kulenin en üst katında, 9 metre çapındaki silindirik yapının bütün dış yüzeyini çevreleyen balkon şeklindeki seyir yerinden, kentin pek çok yerini izlemek mümkün. Aşırı rüzgar ve yükseklik nedeniyle bir an ürperse de insan, bu ortamın gözlere çektiği ziyafet vazgeçilir gibi değil doğrusu. Deniz seviyesinden 140 metre yukarıdaki izleme yerinden; iki Haliç köprüsünü, Sultanahmet'i ve Ayasofya'yı, Sarayburnu'na doğru büyük bir alanı kaplayan yeşillikler içindeki irili ufaklı kuleleriyle süslü Topkapı Sarayı'nı, yoğun trafiği, insan seslerine karışan motor gürültülerini, rüzgarla burunlara ulaşan keskin balık kokusunu ve aşağılara serpilmiş duran 6-7 asırlık geçmişi yansıtan tarihi dokuyu içinize sindirme fırsatını bulursunuz.

Yine, kulenin dibinde kalmış gibi görünen Tophane'yi, daha ilerideki Kabataş'ı ve limanlara yanaşmış dev gemileri; karşı kıyıdaki devasa yapılar arasından seçilen, kuleleriyle ünlü Selimiye Kışlası'nı, Harem İskelesi'ndeki yoğun deniz trafiğini ve hemen üstündeki eski Haydarpaşa Lisesi'nin ünlü taş binasını; Kızkulesi'ni; televizyon vericileriyle kaplı Çamlıca Tepesi'ni; her nasılsa korunmayı başarabilmiş tarihi dokusuyla gözlere nostaljik tatlar veren Üsküdar'ı ve boğazın masmavi sularını yukarılardan izleyen havalı Boğaziçi Köprüsü'nün etkileyici güzelliğini seyretmek gözleri müthiş dinlendiriyor.

Hezarfen'in rotasından giderek, her iki yakayı da karşı taraftan inceleyebilmek için, ayakların su seviyesine inmesi gerekiyor. Yani kuleden inip yollara düşmeli ve hatta deniz turuna katılmalısınız. Galata köprüsünde balık tutanların heyecanlı bekleyişine rastgele diyerek ortak olmanın ardından, acıkan mideleri kıyıdaki teknelerde satılan balık ekmekle doyurup, sırayı gözlerin açlığını doyurmaya vermeli.

Sık aralarla kalkan beyaz yolcu gemileriyle Üsküdar'a gitmek ya da çok daha uzun bir yolculukla tüm Boğaziçi kıyıları boyunca gezmeye çıkmak mümkün. Kalkış düdüğüyle birlikte, çalışan gemi motorlarının köpürttüğü bembeyaz sular türlü girdaplar oluşturmaya başlar. Kıyıdakileri geride bırakıp denizin koynuna doğru ilerlerken, birbirinden çekici görüntülerle süslü bu kentin ne kadar çarpıcı bir afet olduğunu daha iyi anlamaya başlarsınız. Sarayburnu'nu geçerken, birbiri üstüne yığılmış duran yüzlerce mimari zenginliğin harika uyumunu da fark edersiniz. Şehrin ünlü siluetini oluşturan camilerin, sarayların, kulelerin arasına düşüncesizce sokuşturulmuş, dev beton blokların varlığından hüzünlenip, belki dudaklarınızı kemirmeye başladığınızı da ...

Kabataş İskelesi'nin hemen gerisindeki dokuya ihanet edercesine yükselen gökdelenin anlamsızlığına kafa yorarken, çay ya da ayran içimine davetlerde bulunan garsonların tiz sesleriyle kendinize gelirsiniz. Sağ tarafta kalan Kızkulesi, son yıllarda yenilenmiş haliyle, estetik ameliyatlardan geçip daha da çekicileşen dilberlere özenmiş gibi, sevenlerini hayran bırakma pozlarında. O döküntü halinden kurtulalı beri, İstanbul gecelerine farklı bir eğlence mekanı olarak lezzet katmakta.

Kıyıya yaklaştıkça, Harem'den Üsküdar ve Beylerbeyi'ne kadar yeşillikler içindeki sahil bandının üstüne kümelenmiş renk cümbüşü yapıların boğulmuşluk ifade eden sıkışıklığını fark eder, cumbalı ahşap evleriyle ünlü bu sayfiye yerlerinin son haline üzülürsünüz. Artan nüfusun beslediği mimari saldırganlıkla, tarihi dokuların bir bir tüketilmesinin sonucu, bugün fazla bir çekiciliği olmayan, soğuk yüzlü beton duvarlarla alınmış olsa bile; İstanbul hala çok etkileyici, çok güzel. Kim bilir, belki Hezarfen Ahmet Çelebi kadar seyir tadı alınamasa da, boğaz turlarıyla bu cennet doğa parçasının güzelliğinden yudumlamak hala mümkün.

 

 E-MAIL LİSTESİ
Kendinizi Mail listemize ekleyin sitemiz ve sektörle ilgili gelişmelerden sizide haberdar edelim.
Ekle Sil
 DOĞATARİHGEZİ

>> Galata'dan Üsküdar'a / Ahmet Nedim Nazlıcan



 
ANA SAYFAYA DÖN
 

 

Yazı ve Fotoğraflar;
A. Nedim NAZLICAN
Yüksek Ziraat Mühendisi

 

 

 

 

 

 

 

Copyright©19962000 CineTarım A.Ş. Her hakkı saklıdır.
CineTarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.