DOĞATARİHGEZİ
Cennetten yaylalarıyla
Torosların
Arka Yüzü
Dağlar; yeryüzünün isyankar çocukları. Kabına sığamayan
magmanın, yer kabuğunu çatlatıp dışarı fışkırdığı alanlarda ortaya
çıkan ulu yükseklikler. Zirveleri ayrı iklimlere gebe, bulutların
geçici arkadaşlığına tav olan, her biri farklı bir dünya sunan
devasa oluşumlar. Hayatın her mevsimini bağırlarında sergilerler
adeta. Yaylaları, aralarda ovaları ve vadileri ile nasıl da cazibelidirler.
Her bir boşluktan akıp giden dere ve ırmakları, göz kenarından
yanağa süzülen bir damla yaş gibi hüzün doludur aslında. Zirvelerde
donan göller, binlerce canlının stoklanmış rızkı olan su yataklarıdır.
Çeşit çeşit ağaçları, her renk ve türden bitkileri, uçan kaçan
hayvanları ve çiçekleri ve sütü yerine geçen hayat kaynağı su
pınarlarıyla ne doğurgan bir dişidir. Kucağı herkese açık, şefkatli
bir anadır o.
Akdeniz'e tutkun Anadolu'nun en cazibeli coğrafyasını Toroslar
süsler. Antalya'dan Hakkari'ye kadar güneyi parselleyen bu sıradağlar;
Teke, Sultan ve Geyik dağlarıyla başlayıp, Bolkarlar, Aladağlar,
Hınzır ve Binboğalar ile devam edip, Amanoslar, Malatya, Munzur
ve Aras dağlarıyla son bulurken, çok çocuklu bir ananın eşit sevgi
dağıttığı evlatları gibi, ayrım yapmadan güzelliklerini dağıtmıştır
bu enfes toprak parçalarına. Torosların en yüksek yerleri, ülkemizin
en büyük buzullarını da barındıran 4135 metrelik zirvesiyle ünlü
Cilo dağı ve ardından da Aladağların 3756 m. yüksekliğindeki Demirkazık
tepesidir.
Denizden itibaren giderek yükselen bereketli ovaları göz ucuyla
süzüp duran Torosların her yüksekliği, ayrı bir dünyanın nimetlerini
sunar gözlere. 300-500 metreye kadarki yükseklikleri Akdeniz'e
özgü makilikler kaplarken, daha yukarılara gidildikçe meşe ve
kızılçam ormanları yer almaya başlar. 1200-1400 metreden sonra
da kara çamlar, sedir ve göknar ağaçları zirveleri yoklar. Batı
ve Orta Toroslar yemyeşil elbisesiyle raks ederken, Doğu Toroslar
çıplaklığı seçmiş olmalı ki, kel tepeleriyle sıcaklara meydan
okuma havasındalar.
Yapısındaki kalkerin bolluğu nedeniyle, bünyesinde çok sayıda
mağara yanında, pek çok yer altı ırmak ve göllerini de barındıran
Torosların orta bölümünü dolaşacağız bu sayıda. Aladağların eteklerine
yapışan yaylaları, yeşilliklere boğulmuş vadileri ve tarihi uygarlıkların
birçoğuna ev sahipliği yapmış çekici dokuyu gezeceğiz.
Kimbilir, belki defalarca gidilen o mekanlarda unutulmuş yeni
bir güzelliğin varlığını duyurur size bu satırlar, belki de daha
önce pek pas verilmeyen seçeneklere davetiye olur anlatılanlar.
Mersin ve Adana'nın ünlü sıcağından kaçanlar yaz boyunca kendilerini
bu bölgedeki yaylalara atarlar. Gözne'den Namrun'a, Tekir ve Bürücek'ten
Horzum'a kadar Çukurovalı'nın yükünü çeken bahar esintili köşelerdir
bu mekanlar. Geceleri püfür püfür esen rüzgarları ve buz gibi
sularıyla ne kadar cazibeliyseler, yeşilin her türlüsünü sunan
doğası ve iştah açan havasıyla da, öylesine vazgeçilmezi oynarlar
adeta. Sonbahar sonundan başlayarak, ünlü soğuğu ve karlarıyla
bir o kadar kaçırtıcı olsalar da...
Denize paralel uzanan dağların yalçın tepelerini aşmak her zaman
kolay değildir. Batı yamaçları oldukça dik ve sarp olan Torosların
fırsat verdiği vadilerden geçitler açmak uzun yıllarına mal olmuş
atalarımızın. Gülek boğazı karayoluna, Çakıt suyunun aktığı Horoz
boğazı ise demiryoluna izin vermiş sadece. Sık ormanlarla kaplı
şanlı dağların bu geçit vermezliği vız gelince, yüreği sevdalı
Karacaoğlan'a yurt olmuştur bu mekanlar. " Yüce dağdan aşan
yollar bizimdir .../ Ferman padişahın dağlar bizimdir " diyen
Dadaloğlu'nun at koşturduğu alanlardır bu yalçın tepeler. Bugünse
sıcağa isyan eden Çukurovalı'nın buzhanesi ...
Geniş otoyolun rahat yolculuğuyla ulaşılır ilk durak olan Tekir
ve Bürücek yaylalarına. Daha varmadan da serin havası çarpar suratlara.
Tepelerin yamaçlarını süsleyen çam ağaçları müjdeler gibidir cennetten
köşelerin çekiciliğini. Yolun her iki yanını kaplayan, 18-20 bin
civarındaki bahçeli yayla evlerinin yeşilliklere boğulmuş görüntüleri
yürekleri mest etmeye yeter. Dar sokaklarından kıvrılarak ilerlediğiniz
bir yayla evinin bahçesini dolduran rengarenk meyve ağaçlarının
müthiş albenisi mide ve gözleri esir etmeye başlarken; ceviz ağaçlarının
rüzgarla fısıldaşan dallarıyla cilveleşmeye bayılmaktadır, keyif
şarkıları tutturmuş serçelerin pençeleri. Ninni dinler gibi uyku
ilacınız olur bu doğanın eşsiz sesleri ve kuş gibi hafifçe uyanmanızı
sağlar havanın kuru ama serin nefesi. Uzun ömrün sırrı da bu olsa
gerek, hele bir de o sağlık iksiri berrak kaynak suyunu ekleyince
midelere.
Yaz aylarında öylesine yoğun bir ilgi söz konusudur ki; bu yaylaların
yapılaşması ve nüfusu, neredeyse büyükçe bir ilçeye yaklaşır.
Artık marketleri, oyun alanları ve parklarıyla kentlerin bir parçası
haline gelmiş gibidirler. Sırtlarını dayadıkları dağların yalçın
tepelerinin ardında nelerin olduğunu fazla merak eden olmasa da,
yüzyılları yolculayan tepelerin çok sırlar gizlediği de bir gerçek.
Zamanın toprak altına gömdüğü nice tarihi kalıntı sadece çobanların
üstünde gezindiği mekanlar olmaktan, tarihe meraklı kaşiflerin
eliyle kurtulmuş olsa da, hala bir çok kalıntının gizini sürdürdüğü
de akıldan uzak tahminler olmasa gerek.
Yaylaların hemen çıkışında şirin Pozantı ilçesi yer alır. Tepelerin
arasında, yeşillikler içindeki bu beldenin de yaylalardan bir
farkı yok aslında. Pek çok piknik yeriyle, yaylacıların bile hafta
sonlarını değerlendirdiği bir doğal cennettir adeta. Yamaçların
arasından kıvrılarak ilerleyen yolların sonunda, buz gibi suyu
olan bir pınarın başında dinlenirken, baharın tüm canlılığını
yansıtan sarı çiçekli otların çam ormanlarını kucaklamaya çalıştığını
fark edersiniz. Çam kokuları sıcağın boğuculuğunu azaltırken,
ağaç gölgeleri de kebap keyfine ev sahipliği yapmaya amadedir.
Pozantı'dan sonra yol ikiye ayrılır. Sağa dönen ve dağları tırmanan
yol daha sakin bir trafik yoğunluğu altında sizleri Çamardı ilçesine
ve ünlü Aladağlar'a götürür. Tepelere doğru tırmandıkça, ufku
kuşatan peş peşe tepelerin farklı renklerdeki siluetleri harika
fotoğraflar olarak gözlerinize bayram ettirir. 45-50 km. boyunca,
çamlıklar arasında süren yolculuğun sonunda bir dehşet manzara
karşılar sizi. Yemyeşil meyve bahçelerinin arasında kıvrılan asfalt
yolun dönemeçlerindeyken fark edeceğiniz gibi; ağaçlar içindeki
şirin köy evleri ve hemen üstündeki buğday anızıyla boyanmış kahverengi
tarlaları ile daha yukarılarda Aladağların gölgelerle grilenmiş
dorukları ve de en üstte kirli beyaz renkteki bulut kümeleriyle
karşılaşmak, inanılmaz gelecektir gözlerinize. Kışın bu tepeler
Demirkazık'a tırmanma tutkunlarının ve baharda da trekking diye
moda edilen doğa yürüyüşlerinin en uygun parkuru olarak bilinir.
Yol boyu kendi tarlasında yetiştirdiği sebze ve meyveleri evinin
kenarında satışa çıkaran yaşlı çiftçilerin ürünlerini değerlendirmek
için yapılan alışveriş sırasındaki neşeli laflamanın ardından,
bu civarda bolca bulunan balık çiftliklerinde yemek molası vermek
de oldukça etkileyici oluyor. Yukarılarda bulutlarla sarmaş dolaş
olmuş tepelerin azametini, yemyeşil bahçelerde balık ziyafetiyle
yudumlamak hoş bir anı sayılabilir. Bu yolun 70 km. ilerisinde
Niğde ve daha ileride de bütün çekiciliğiyle Kapadokya sizleri
bekliyor. Evliya Çelebi ünlü seyahatnamesinde, bu dağlarda bolca
kaplan bulunduğunu yazmış, şimdi sadece sinekler uçuşuyor; hey
gidi günler hey !
Pozantı'dan sonra sola dönerek Niğde-Ankara karayoluna girildiğinde;
yol boyunca dağlardan aşağılara, düz alanlara geçişin filmi izlenir.
10 km. ilerde Niğde'nin en ünlü kaplıcalarından Çiftehan'a, oradan
da Ulukışla'ya varılır. Sarp tepelerin eteklerinde yol alırken,
2-3 km. uzunluktaki demiryolu tünellerinden aniden çıkan trenlerin
dumanlarını savurarak çılgın atlar gibi dağların böğrüne girip
çıktığını fark edip duygulanırsınız. Bu azametli dağların insan
elinde oyuncak oluşuna şaşarsınız belki. Üstelik, bunun 100 yıl
önceki teknolojiyle yapıldığını ve Hicaz demiryolunun bir parçası
olduğunu hatırlayıp hüzünlenirsiniz de.
Niğde'ye doğru yükseklikler azalır. Kent merkezine 20 km. mesafedeki
Bahçeli'de, yolun solunda yer alan bir tarihi kalıntıda mola vermek
iyi bir seçenek olsa gerek. Burası eski bir Roma Havuzudur. Dev
boyutlardaki havuzun mermer kenarlıkları hala sağlam duruyor.
Hafta sonları bu alan oldukça büyük kalabalıkları konuk ediyor.
Buraya suyu taşıyan su kemerleri 1.5 km. ileriden, adını verdiği
Kemerhisar bucağından buraya su getirmek için Romalılarca yapılmış.
Birkaç km. ilerideki, Romalıların önemli merkezlerinden olan Poros'tan
günümüze ulaşan Bor ilçesi ve yakınlarındaki ünlü Hitit kenti
Tuvanna'dan su kemerlerini miras alan Kemerhisar bucağı gezilip
görülebilecek mekanlardır. Bazı yerlerde 8-10 metrelik duvar yüksekliğinde
süren kemerin,yerleşim yerinde insan boyuna inişi ve hatta daha
içerilerde iyice yere yakınlaştığını görünce, zamanla toprak altında
kalan tarihi yapıların feryatlarını daha bir içinde hissediyor
insan. Bugün pek çok bahçeli eve duvar oluşturan ve çocukların
oyun alanı haline gelen bu eşsiz yapının, daha fazla elden çıkmadan
korunma altına alınması gerekli belki ama bu derece evcilleştirilmiş
haliyle de pek bir umut ışığı vaat etmiyor doğrusu.
Dokumacılığı kadar elmacılığıyla da ünlü bu diyarda, sebze ve
meyve yetiştiriciliğinin oldukça eskilere dayandığı biliniyor.
1330'larda bu yöreye gelen ünlü seyyah İbn-i Batuta, Karasu deresinden
su dolaplarıyla alınan su ile bölgenin meyve cenneti haline getirildiğini
yazmış. Bir asır kadar önce Amasya'dan getirilen elma çeşitleri,
bugün Niğde'nin ünlü misket elması haline gelmiş. Kokulu ve dayanıklı
olması kadar kırmızı rengiyle de albenili olan elması dışında,
bağcılığı ve son dönemde patates tarımıyla da öne çıkan Niğde'de,
kışların sert ve karlı geçtiği kara iklimi hakimdir.
Volkanik yapıdaki Hasan ve Melendiz dağlarının püskürttüğü lavlar
nedeniyle toprak yüzeyi taşlarla kaplı olduğundan, Niğde-Bor civarı
"Ağaçsız Ülke" olarak bilinirmiş eskiden. Mahalli yerleşimlerde
taş-kerpiç karışımı evler çoğunlukta. Kışın soğuğu, yazın sıcağına
karşı duvarlar taştan ya da iki sıra kerpiçten örülürmüş.
Küçük pencereli, iki katlı bu şirin evlerin duvarlarında sarmaşıklar
gibi asmaların sardırılması, bu evlere daha bir cazibe katmakta.
Özel gidilemese bile, Kapadokya gezisi için yola çıkanların bu
diyarlarda kısa molalar vermesi; Çamardı'nda Aladağlar'ın haşmetini,
Kemerhisar'da ise tarihi yapıların mimari değerini görüp, nefis
kokulu elmalardan nasiplenerek gezilerine daha bir lezzet katmaları
yararlı olacaktır.
|
DOĞATARİHGEZİ
>>
Torosların
arka yüzü / Ahmet Nedim Nazlıcan

ANA
SAYFAYA DÖN


Yazı ve Fotoğraflar;
A. Nedim NAZLICAN
Yüksek Ziraat Mühendisi
|
|






|