ARAŞTIRMACI GÖZÜYLE

SOYALI YILLAR

Soya bitkisiyle tanışmam ve yoğun bir ilgi duymam, geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan rahmetli hocam Prof. Dr. Kamil İlisulu’nun, 19-20 yıl önce, derste anlattıklarından müthiş etkilenmemle başlamıştı. Ülkemiz için soya üretimi, henüz emekleyen bir bebek konumundaydı. Birkaç yıl önceki başarılı bir üretim artışına karşılık, o dönemde soya üretiminde bir azalış söz konusuydu ama oldukça idealist bir insan olan Kamil hocam, soya bitkisini ve yetiştiriciliğini öylesine etkili bir biçimde anlatmıştı ki; sanki Afrika’da safariye gidiyormuşum gibi bir heyecan ve merakla soya defterini açıvermiştim. Mezuniyet sonrası bu bitki üzerinde çalışma hedefim bir tutkuya dönüşmüş gibiydi.Şansım da yardım ediyordu ki; daha ilk görev yerimde, soyanın da yoğun biçimde yer aldığı ülkesel  2. ürün projesinin içinde buluverdim kendimi. Soya araştırmacıları ailesine katılmıştım artık. Yeni bilgilere olan açlığım, kısa sürede bu ürünü ve tarımsal uygulamalarını öğrenmemi sağlamıştı.  İlk 3-4 yıl güzel bir dönem olarak geçmişti. Her tür çalışmanın yapıldığı, üretim artışının gözle görülür bir biçimde arttığı ve araştırmacıların gayet hevesli olarak koşuşturduğu günlerdi. Soyanın geleceği hakkında olumsuz düşüncelerin gündeme gelmesi söz konusu bile değildi. Aksine, hepimiz daha parlak günlerin beklentisi içindeydik.Hiç unutmam, 3 yaprakçıklı soya çeşitleri arasından, nadiren görülen 4-5 yaprakçıklısını bulmak için sergilediğimiz  heves ve meraklı incelemelerin sonunda, Pella çeşidinde aradığımızı bulduğumuzda ne kadar da sevinmiştik. Pratikte pek bir önemi olmasa da, çalışma zevkinin bir ufak göstergesi olması bakımından ilginç bir örnekti bu.Çoğu ABD’den olmak üzere yurt dışından temin edilen 400-500 soya çeşidi ile harmanlanan araştırma faaliyetlerimiz kısa sürede meyvesini vererek, ülkemizin ihtiyacı olan birkaç kaliteli çeşidin adaptasyonunu ve tohumluk üretimini gerçekleştirmemizi sağlamıştı. O günkü başarılarda hepimizin, ekip ruhu içinde çalışan bütün araştırmacıların payı vardı ama soya konusuna yürekten inanarak bizlere her türlü desteği veren üst yetkililerin ve kurum idarecilerimizin hakkını da teslim etmem gerekir.  Devlet teşviklerinin de yardımıyla, üreticilerin soyaya ilgisi giderek artıyor ve bu gelişme bizleri son derece mutlu ediyordu. Üretimimiz 2-3 bin tonluk seviyesinden hızla yukarılara fırlamış, 20 -30 bin ton derken, 5-6 yıl sonunda hedeflerin de üstüne çıkarak 250 bin tona ulaşmıştı. Zafer sarhoşluğundan olsa gerek ki, yolunda gitmeyen ayrıntılara pek dikkat edilmemişti. Üretici kitlesine kısa sürede sevdirilebilse bile, fiyat ve özellikle pazarlama konusunda sağlam ve sürekli  bir zemin oluşturulamazsa, aksamaların, soğuma ve vazgeçmelerin peşpeşe geleceğini düşünmek gerekiyordu oysa.Özel sektör tohumculuk firmaları tohum üretimine balıklama girerek, devletin yükünü epeyce bir hafifletmişlerdi belki ama önce furya şeklinde transfer edilen teknik elemanlar nedeniyle kamu çalışmalarında büyük bir boşluğun doğmasına yol açılmış ve kamu kuruluşlarınca denenerek önerilen veya üretim izni alınarak piyasaya sunulan bir çok çeşit, ilgili yabancı firmalarla ortaklığa giren yerli firmalarımızın doğrudan sahiplenmesiyle, bir anda elimizden uçup gitmişti. Artık o çeşitleri üretme imkanımız kalmamıştı. Zaten ortaya çıkan yetişmiş eleman sıkıntısı da kamudaki araştırmalarda hız kesilmesine neden olmuştu.  Çok geçmeden duraklama sürecine giren soya üretimine yeterince tohum satışıyla devam edilemeyince de, bugün bile soya üretimine inatla devam eden 2-3 özel sektör kuruluşunu minnetle anıp ayrı tutmaya çabalasak dahi, birçok firma için soya çalışmalarından kaçış başlamıştı. Öyle ki, bir dönem tescil edilen çeşit sayısındaki bolluktan şikayet eden bizler, ilerleyen yıllarda piyasada iki üç çeşide düşen tohum arzının yetersizliğinden dertlenir olmuştuk.Bu gelişme kaçınılmazdı. Çünkü, özel sektör ağırlıklı olarak soya entegre tesislerinin kurulmasını sağlayamamış, sadece Çukobirlik’in ya da bazı yem fabrikalarının alım yaptığı bir pazar ortamında,üreticileri memnun edecek bir kazanç cazibesi yaratılamamıştı. ABD’de 70-80 yıl önce kurulan dev tesislerde yüzlerce soyalı gıda ürününün tüketime yönlendirilişini örnek alarak, bizim de çoktan bu tip tesislere kavuşmamız gerekirdi. Bu olmayınca, zaten fazla bir gelir elde edemediği ve sağlam bir alıcı bulamadığı soya ürünü için çiftçi, bir de yüksek tohumluk parası vermek istemiyor ve kendi ürününden ayırdığı tohumlukla yetiniyordu artık. O zaman da tohumculuk firmalarının malları ellerinde kalıyor ve vazgeçme psikolojisi ağır basıyordu. Parlak günler geride kalmaya başlamıştı. 250 bin tonluk bir rakam bile giderek nostaljik hayaller arasına katılmıştı. Soya üzerinde çalışan araştırmacı sayısı bir elin parmakları kadar kalmıştı ve firmalar birbiri ardına piyasadan çekiliyordu. Olaya tamamen ekonomik gerekçelerle yaklaşarak, satılamayan bir ürün tohumluğunda ısrar etmenin mantıksızlığı konusunda kendi açılarından haklı olsalar bile, iyi denetleyemedikleri bazı bayilerin yol açtığı hatalar nedeniyle, bu firmaların soya tohumculuğunun gerilemesinde de payları vardı. Bu nedenle, özel sektör firmalarına çeşitli toplantılarda da yönelttiğim gibi; “ Gül gibi kızı kamunun elinden hevesle aldılar, cicim ayları bitene dek tepe tepe kullandılar ve iş kalmayınca da iki çocuklu dullar gibi kapı önüne atıp, baba evine yolladılar” benzetmesiyle kızıyordum.Kızmakta da haklıydım, çünkü bu olumsuzlukta kişisel olarak payım yoktu ve aksine bütün mesleki hedeflerini soya üzerine kurmuş bir idealist olarak bu gidişattan memnun olmama da imkan yoktu.Gerçekten de, üretimimizin çok daha yüksek seviyelere çıkması ve iyi beslenemeyen insanlarımızın bu ürünün değişik nimetlerinden yararlanması gibi insancıl bir tutkuyla sarıldığım soyalı çalışmalar uğruna birçok fırsatı da tepmiştim.Birkaç kez yurt dışına gönderilmem söz konusu olduğunda, “soya dışında ve hele de hiçbir ilgimin olmadığı konularda yurt dışına gitmek istemiyorum, soyayı satamam (!)” diyerek ideal rüzgarları estirdiğimde, hatta kazanılmış bir yurt dışı mastır hakkını “ıslah çalışmalarım telafisi olmayacak biçimde aksar ” diyerek kullanmadığımda, enayilikle suçlanmayı sıkça yaşıyordum ama olsun, bilimsel dürüstlük ve idealizm bunu gerektiriyordu. Bu ülkenin kaynaklarının, benim lüzumsuz bir geziye katılmam için yeteri kadar bol olmadığına inanarak, herkesten önce kendime çuvaldız batırıyor ve yabancı dilimin mükemmel olmayışına da sarılarak, ülke içindeki soya çalışmalarımla başbaşa kalmayı yeğliyordum. Gerçi, üzerinde yoğun mesailer harcadığım başka bir konuyla ilgili olarak kısa bir yurt dışı geziye, biraz da görevin mecburiyetinden katılmıştım ama bu durum ana hedeften uzaklaşmamı gerektirmemişti.Bir dönem, soyanın ilgisizlik rüzgarlarıyla oradan oraya savrulması şeklinde geçti. Kimsenin adam yerine koymadığı bir ürün haline gelişine çok üzülüyordum. Bir yerlerden medet beklemenin anlamı kalmamıştı. Kendi kendime yoğun planlar yapıp, bireysel kararlar aldım.   Birincisi; uzun yıllarımı alacak ve son ana dek herhangi bir başarı garantisi de veremeyen bilimsel çalışmalar yoluna inatla girecektim. Bu, ıslah çalışmalarının sıfırdan başlatılması demekti. Yeni iş yerimin bulunduğu Adana’nın ünlü yaz sıcağında, bazen stajyerlerden yardım alarak ama çoğu kez kendi başıma yürüttüğüm melezleme çalışmalarında, saatler boyunca soya çiçeklerini melezlemeye uğraşmaktaydım. Yardımcım da yoktu ve birşeyleri paylaşıp konuşamadan, eğilerek iş yapmanın getirdiği bel ağrıları ve göz yorulmalarına katlanarak her yıl 35-40 günlük sürelerde, oya örer gibi bir hassasiyetle melezlemeler yapıp durdum. Binlerce uygulamanın, yıllar sonra tek bir çeşidin eldesine dönüşmesi yönündeki bir umudu sürekli beynimde çevirip durarak.İkinci kararım ise; kötü bir örneği kendime rehber alarak yola koyulmamdı. Evet, kanser metodunu izleyecektim. Sabırla, inatla, hücreleri tek tek içten fethederek bünyeyi ele geçiren kanser illetini taklit edecek ama bunu tamamen soyanın yararına bir gelişmeyi sağlama adına, herhangi bir kişisel çıkar ve maddi karşılık beklemeden yapacaktım. Aksine, bu uğurda kendi maddi kaynaklarımı da tüketecektim.Bunun için; yıllardır biriktirdiğim soyalı bilgiler arşivime dalarak, üretim artışını sürükleyecek dinamonun tüketim piyasaları olduğunun bilinciyle, insanımızın mutfak kültüründe hiç yer alamayan soyalı ürünleri kulaklara duyurmaya başladım. Ülkemizin belli başlı bazı firmalarına peşpeşe özel yazılar yollayarak, o alandaki soyalı ürünler hakkında bilgiler veriyor, bu alana girmeleri için teşvik ediyordum. Çabamı riske atmamak için de, aynı iş kolundaki farklı 5-6 firmaya benzeri mektupları gönderiyordum. İçlerinden birisi bile bu konuya sıcak bir yaklaşım gösterse, bu benim için bir başarı ve sevinme kaynağı olurdu.Mürekkebinden yağına, unu ve filizinden sosuna, soya katkılı ekmek ya da makarnasına, salçasından etine ve sütüne kadar ülkemizde pek bilinmeyen ve çoğu piyasalarda dahi bulunmayan yüzlerce soyalı ürünün tanıtımını yapmak ve hele insanları ikna edebilmek, özel çabalarım sonucu cebimi fakirleştiren ama yüreğime müthiş bir coşku veren uğraşım olmuştu artık.Kim ne derse desin, kim ne kadar ilgisiz kalırsa kalsın, ben kişisel çabalarımla bir devi uyandırmaya çalışacaktım. Umutlarımın tükenmeye başladığı anlarda da, yerli yabancı binlerce idealist insanın, insanlık adına verdikleri insanüstü çabaları ve sıkıntıları hatırlayarak, yılmadan devam etme gücünü kendime empoze edecektim. Ne kaybedecektim ki; hiç kimse söylediklerimle kıpırdanmasa ve dediklerime kulak vermese bile, bir gün kaçınılmaz gelişme olacak ve soyalı ürünler bütün market raflarında yerini aldığında, “ama ben bunları canla başla haykırıp söylemiştim” demenin haklılığı ve vicdani rahatlığına sahip olabilecektim ya, gerisi önemli değildi.Aynı çabayı yüzyüze görüşmelerde de hiç bıkmadan sürdürüyordum. Başka bir ürün hakkında bilgi almak üzere kurumuma gelen çiftçileri, bir süre sonra soyalı sohbetlerin içine çekiyor ve ekimini yapmaya ya da hiç yoksa tüketmeye davet ediyordum. Kendi imkanlarımla ulaşıp, tadına bakabildiğim soyalı ürünleri başka insanlara da aktarıp ikna etmeye çalışmak gerçekten yorucuydu.İdealizm ruhunun, nane ruhundan bir farkının kalmadığı bir piyasa ortamında, toplumun sağlıklı beslenmesi adına sergilediğim çabaların; “ Acaba kendisine yonttuğu bir şeyler mi var da, böylesine yoğun bir ilgiyle bizlere akıl verip, gıda ürünü reklamı yapıyor ? ” türünden şüphelerle karşılanabildiğimi gözlerden okumama rağmen, bir gün nasıl olsa anlaşılırım psikolojisiyle savuşturup, devam yolunda beynime güç takviyesi yapıyordum.Yola çıkışta, herhangi bir karşılık beklemeden, görev duygusuyla hareket edilince, başarı da fazla kıskançlık yapmadan gelip fener oluveriyor, sıkıntıların loşluğuyla zorlaşan yollara. 10 yıllık bir uğraşma sonunda, binlerce melez hattın sürekli incelenmesi yoluyla bugün için tescil aşamasına gelen ıslah çalışmalarımız, belki birkaç yıl içinde iyi bir çeşidi üreticilerimizin hizmetine sunmamızı sağlayabilecek mi bilemiyorum ama bu konudaki ümidimi kıracak yönde bir olumsuzluk da şu an için söz konusu değil. Şansım yine yardım ediyordu ki; tesadüfi bir başlangıçla bu derginin sayfalarında yer alma fırsatı buldum ve bir ara, 6-7 sayı süren bir soyalı bilgiler bombardımanıyla birçok okuyucuyu soyalı ürünlerle tanıştırdım. Çeşitli vesilelerle bana ulaşan tepkilerden, soya konusunda bilinenlerin ne kadar az olduğunu ve iyi anlatılırsa nasıl bir ilgiyle karşılaşılabilineceğini anlamıştım. Hele sağlıkları söz konusu olduğunda, insanlar her türlü yararlı bilgiye daha duyarlı bir yaklaşım gösteriyorlardı artık.Ülkemizin hiç umulmadık köşelerinden aranıp, soya tarımına girmek  ya da soyalı ürünlerden birisini üretmek üzere ayrıntılı bilgiler isteyenlerle karşılaşmak çok mutluluk vericiydi. Hatta, yıllarca burnumun dibinde durup da, benim soyalı çığlıklarımı alaylı bakışlarla karşılayıp, boşa kürek çektiğime inananlardan bazılarının, yıllar sonra gözü açılınca, ışığa koşan pervane böcekleri gibi soya hakkında ek bilgilere kavuşmak için çırpınmalarından daha bir mutluluk duyuyordum. “ Birgün benden soya istemek zorunda kalacaksınız ” diyerek yıllarca tepki göstermemin karşılığını, bugün haklı çıkarak alıyordum. İnsanlara kin kusmak yerine,“bunca zamanı niye kaybettin, a benim akıllı dostum” demeyi tercih ediyordum.Hele son iki hasat sezonunda, hükümet politikası olarak soya taban fiyatlarında sağlanan tatmin edici rakamlar ve prim sistemi de üreticilerin soyaya doğru yönelişlerini arttırınca, keyiften dört köşe olmuş durumdayım. Her zaman kendime ilk hedef olarak aldığım ve “ ulaşıldığını görmeden gidersem gözlerim açık kalır ” dediğim, 1 milyon tonluk yerli soya üretimi seviyesine tırmanma adına, içinde bulunduğumuz günlerin epeyce umut dolu olduğunu görüyorum. Yeter ki, idealist meslektaşlar kervanının yolcuları daha çok artsın ve devletin çabalarına özel sektör gıda firmalarının da destek olmasıyla, soya üretimi ve tüketiminin önündeki engeller aşılabilsin. Soyalı ürünlerle sağlığına sağlık katan milletlerden ne eksiğimiz var ki, niye Türk halkı da soya proteininin zenginliğinden güç almasın, niye kadınlarımız kemik erimesi ve kansere karşı soyayla zaferler kazanmasın, niye topraklarımız soya fabrikasının doğal azot zenginliğinden yararlanıp gençleşmesin, niye ?


BU HABERLE İLGİLİ DİĞER GELİŞMELER

Haber listemize üye olup tarım sektöründeki haberlere, geliştirici herkese açık tartışma platfomlarına katılabilirsiniz.
.
Mail adresinizi sol aşağıya yazın ve "Listeye Gir" butonuna tıklayın.
Karşınıza gelecek sayfadaki formu eksiksiz doldurun.

Powered by ListBot

ARAŞTIRMACI GÖZÜYLE
>>
A. Nedim NAZLICAN / Soyalı Yıllar
>>
Hakan ÖZEKMEÇİ / TBS Nereden Gelir





ANA SAYFAYA DÖN



A.Nedim Nazlýcan
Ziraat Yüksek Mühendisi

 
 
Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır. Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.