DOĞA-TARİH-GEZİ
Zeugma'
dan Halfeti’ye;
KAYIP
KENTLERİN HİKAYESİ
Geçmişini
kaybetmiş bir insanla karşılaştınız mı hiç
? Hani, eski Türk filmlerinde olduğu gibi, bir
kaza sonrası hafızası sıfırlanmıştır da,
hiçbir şey hatırlamaz yaşadıklarıyla ilgili.
Kimliksizdir artık o, yanında kağıttan bir
kimlik taşısa bile. Bir yere, birilerine ve yaşanmış
olaylara karşı bir aidiyet hissedemeyen birinin,
sele kapılmış çöplerden, kökü kurumuş ağaçlardan
ne farkı kalır ki ? Birşeylere tutunabilmenin
dayanılmaz cazibesini, bir hiç olunca ya da sürüklenme
denen çaresizliğin pençesine meze olunca daha
iyi anlar insan.
Ya,
binlerce insanı, tarihleri ve kültürleriyle
birlikte bağrına basan kentler geçmişini
kaybederse, ne olur ?
Onlar da
insanlar gibi, yaşayan organizmalar değil midir
? İnsan ömrünün 70-80 yılına karşılık,
kentlerin ömrü binlerce yıl sürebilir belki,
ama kısa geçmişinden olmak bir insanı köksüz
ya da dümensiz bırakır da, kentlerin yaşadığı
facia daha mı az ürkütücüdür ?
Kimi
zaman depremler gömer bir kenti, tüm yaşanmış
acı tatlı anılarıyla birlikte tarihin arşivine.
Kimi zaman da seller, yangınlar ya da zalim bir
kralın savaş gazabı. Bugünse barajlar yutuyor
afiyetle, acımasızlık yutağından geçirdiği
toprakları ve üstündekileri. Yüzyıllardır
Harran'a kavuşmayı düşleyen Fırat’ın suyu,
yedi küpeli gelin namlı GAP'a eklediği son
ziynet olan Birecik barajıyla da bu oburluk
filmini bir kez daha çekiyor bu günlerde. Hem
de, eski yeni demeden iki üç beldeyi daha
yutarak.
Binlerce
yılı sırtlayıp gelen, tarihin en güzel
sayfalarına Mozaikler kenti damgasını vurmuş
olan antik sayfiye kenti Zeugma, yüzyıllar öncesinden
göçtüğü toprak altından imdat istemiş de
haberimiz olmamış anlaşılan. Yakındaki köyün
çocuklarına, içinde cirit attıkları
bir oyun bölgesi ya da koyun otlatma alanı
olarak hizmet veren ( ! ) Dünya harikası bir
antik kenti, su onun ayak uçlarını ıslatmaya
başladığında ancak hatırladığımızdan olsa
gerek ki, boğulmaktan kurtarmaya zaman kalmadı.
Aceleyle sürdürülen çabalar, ne yazık ki sınırlı
sayıda eserin kurtarılmasıyla yetinme durumunu
getirdi. Binlerce yıl süren yaşanmışlıkların
belgelerini Fırat'ın azgın sularına terk
edince, kaçırdığımız fırsatların
albenisine şahitlik etme işi artık balıklara
kaldı gibi.
Nizip’e
10 km. uzaklıktaki Birecik barajı gövdesinin
hemen dibinde yer alan 300 yıllık Belkıs köyü
şimdi tamamen sulara gömülmüş durumda. Az
ilerideki bir tepenin yamaçlarından bu hazin
sonu izleyen antik Zeugma kenti de aynı sondan
kurtaramamış kendisini. Helenistik dönemden
kalan kentte, Romalılar devrinde bir de köprü
yapılmış Fırat üzerine ve zaten kentin adı
da köprü anlamına geliyormuş. O dönemde 60-70
bin kişilik nüfusuyla bölgenin en önemli ve
zengin sayfiye kentlerinden birisi olarak tanınan
Zeugma, İran’dan gelen Sasani saldırılarına
dayanamayarak yakılıp yıkılmayla karşılaşmış,
ancak Romalılarca tekrar inşa edilmiş. Roma
mimarisinin örnekleri olan pek çok villanın
tabanı ve duvarlarındaki harika mozaikler ve
freskler bugün bile bu beldeyi Tunus’tan sonra
Dünya’nın en zengin mozaik müzesi haline
getirmekte.
Aslında
son 200 yıldır buranın varlığı bilinse
de,1970’lerden sonra tarihi önemi daha bir
netleşmiş ve son 7-8 yılda da kurtarma çabaları
arttırılmış. Ancak gereken ilgi ve maddi
kaynak sağlanamayınca, Birecik barajı gövdesinin
yükselmeye başlamasına kadar kitlelerin ve
ilgililerin dikkati çekilememiş. Bu yıl içerisinde
suların yükselmesine kadar yürütülen 5-6 aylık
hızlı çalışmalarla 60’dan fazla mozaik
kurtarılmış ve ileride aynı yerde yapılacak açık
hava müzesine kadar G.Antep’ te korunmaya alınmış.
ABD’ li New York Times gazetesine de manşet
olan bu zenginlikler beldesi, bugün üçte ikisi
sular altında kalsa bile, kalan güzellikler için
de aynı ilgiyi beklemeye devam ediyor.
Sadece
komadaki kocamış Zeugma değil feda edilen. Ona
göre delikanlı sayılabilecek bir yer daha vardı
Fırat'a
teslim edilen. Adı ancak sular altında kalmaya
başlayınca duyulmaya başlayan bu belde de
Halfeti' ydi.
Azgın Fırat’ın
asırlarca oyarak açtığı bir vadide, kavruk
tepelerin yamaçlarına yaslanmış, mimarisi
tarihi Mardin evlerine benzeyen kesme beyaz taşlardan
yapılma evleri ve nehir kıyısını kaplayan
yemyeşil bahçeleriyle ilginç bir güzellik
sunmaktaydı orada yaşayanlara.
Uzun yıllar
önce bu bölgeyi görmüş birisi olarak, çocukluk
izlenimlerim; farklı bir iklime sahip olan vadide
Çukurova’yı andıran bir narenciye üretimi ve
Malatya’daki örneklerini kıskandıracak
kalitedeki kayısı yetiştiriciliği kadar, ilçenin
en nadide ürünü olarak bir meraklısının aşılama
yoluyla elde ettiği ünlü siyah ve diğer ilginç
renklerdeki gül üretimi görüntüleriyle yoğrulmaktaydı.
Karşı kıyıdaki
Meydan mahallesine, kürek sallayarak altı düz
sallarla yapılan nehir yolculuğu, hele akşam ay
ışığında gerçekleşen ve su üzerindeki Fırat’a
özgü girdaplar arasında geçen
ürperti dolu dönüş yolculuğu, heyecanlı bir
macerayı yaşatırdı yolcularına. Her yıl
birkaç kişinin boğulmasıyla gündeme gelen Fırat’ın
acımasızlığı, türlü türlü ağıt ve türkülere
konu edilegelse de, yöre delikanlılarının doğaya
meydan okuyan cesareti, her babayiğitin göze
alamayacağı bir yüzme kabiliyetiyle, bu azgın
suları hiç durup dinlenmeden aşıp karşıya
ulaşma gücüyle donatmaktaydı onları.
Tarihe, hıristiyanlığın
ilk yayılışı sırasındaki dini merkezlerden
birisi olan Rumkale adıyla geçen Halfeti, 1954 yılında
ilçe haline getirilmiş. Suyun karşı kıyısındaki
dik yamaçlı dağların barındırdığı insan
yapımı oyuklar, dağın içinde karınca benzeri
tüneller sistemiyle oluşturulmuş bir yerleşim
yerinin varlığı şeklinde öylesine süslenerek
anlatılırdı ki, o yalçın tepelere ulaşamayanlar
için hayal dünyasını kurcalayan bir kurt gibi
kemirip dururdu beyinleri.
Dağı taşı
kaplayan ilçe ekonomisini sürükleyen Antep fıstığı
ağaçlarının, rendelenmiş buz üzerine dökülen
gül şurubu ile elde edilen özel içeceğin,
yavru timsah iriliğindeki kertenkelelerin ve değme
cambazlara taş çıkartan, amuda kalkıp eller üzerinde
metrelerce yürüyen çok sayıdaki çocuğun
sportifliğini, o günlerden akıllara takılan
ilginç izlenimler olarak hatırlamaktayım.
Bugün büyük
bir kısmı sular altında kalan Halfeti ilçesi,
8-10 km. ilerideki yeni taşındığı yerinde, ağaçsız
kel tepelerde eski bahçelerinin kıskançlığı
içinde suyun yükselişini seyrederken, gelecekte
yeni vadilerin yeşilliğinde boğulmayı düşler
olsa gerek.
Hasatı
gelmiş antep fıstıklarının dibinde günlük
nafakalarının hayaliyle çalışıp duran Memo
dayının çok umurunda mıdır tarihi değerlerin
kaybı bilinmez ama suyun bereketi tüm gözleri
olumlu yönde boyamış gibi görünüyor. Yeşerecek
umutlar, çekilen sıkıntıların sarılığını
suyun mavisiyle kucaklayarak yeşilin huzuruna
kavuşturacaktır belki, ama günümüzün
teknolojik zorunluluklarından birisi olan
elektrik eldesi ve sulama amaçlı barajların yapımına
karşı çıkmaktansa; toprak altında hapis kalmış
güzellik ve zenginliklerin su altına transfer
olmasından farklı bir yönü olmayan gelişmeler
yerine, o eserleri gün ışığına çıkarıcı
çalışmalara girişmek, kurtarma çalışmaları
için erkenci davranmak ve maddi manevi ilginin gösterilmesi
sonucunda, ahlanıp oflanma derdinden kurtulmak
gerekir.
BU HABERLE İLGİLİ DİĞER
GELİŞMELER
Haber
listemize üye olup tarım sektöründeki haberlere,
geliştirici herkese açık tartışma platfomlarına
katılabilirsiniz.
.
|
Mail
adresinizi sol aşağıya yazın ve "Listeye
Gir" butonuna tıklayın. |
|
Karşınıza
gelecek sayfadaki formu eksiksiz doldurun. |
|