DOĞA-TARİH-GEZİ

İSTANBUL / KITALARI BULUŞTURAN RÜYA KENT

Öyle bir kent ki, önemini anlatmaya sayfalar yetmez.O bir tutkudur;nikotin gibi yapışır, tadını bir kez alanın damarlarına. Bakan gözleri mest edip donduran yılan saçlı mitoloji kahramanı Medusa’dır o, akıp giden çağlara yol veren bir kahya, kıtaların buluşup denizlerin nikahlandığı beldede köprü başını tutan bir bekçi, sahiplenmek için yanıp tutuşan imparatorların aşık olduğu bir afet ve tabiat ananın renk cümbüşü elbiseler içindeki en cazibeli kızı.Anadolu’dan gelenler için taşı toprağı altın bir fırsatlar ve zenginlikler ülkesi, kaybolmaya yüz tutmuş tarihi sokakları ve eski usul evleriyle sanatın ve kültürel zenginliklerin zirveye çıktığı bir mekan, tarihin sırdaşı, coğrafyanın kıskandıran dilberi ve bu ülkenin sorunlara boğuk olsa bile yüz akı olmuş metropolü, dünün yedi tepeli, bugününse çelişkilerle yumak olmuş yetmiş yedi tepeli kenti İstanbul’dur o.Kimi zaman, boğaz kıyısında suya rengini veren rengarenk konakları ve cumbalı evleriyle bir nostalji anıtı olur; kimi zaman da kirliliğin girdabından kurtulmaya yeminli altın boynuz Haliç’i ve inci gerdanlık köprüleri seyre dalmış sevgililere meze. Göğü delen binaları ve minareleriyle batan güneşin girdabında boğulmuş, şair çatlatan bir harika siluetler denizidir aynı zamanda Kanlıca’da yoğurt, Vefa’da boza, Galata köprüsünde ekmek arası balık olup midelere bağdaş kurar. Sarayburnu’nda hüzün olur denize düşer, Çamlıca’da ziyafet sunar gözlere. Şile’de tenleri üşüten bez olur, Adalar’da vapur okşayan esinti. Üsküdar’da musikiyle gönülleri fetheden bir çapkın, Küçüksu’da tarih olmuş bir gezinti özlemiyle hep kıskanılan, hep yudum yudum içilen bir rüyalar kentidir o.Kız kulesi’nde fener olur, yol verir gemilere; Marmara’da balık olur, bereket sunar Ali kaptanların balıkçı teknelerine. Kilyos’ta deniz ve kum olur, güneşi sarmalar; Emirgan’da lale olur düşleri süsler. Eminönü’nde güvercin olur, can katar Yenicami’nin güzelliğine; Unkapanı’nda umut olur, biber yanığı ses tellerine; Yeşilçam’da rol olur, figüran doyurur. Tarih olur; köprü, cami, sarnıç olur, iz bırakır; sur olur kuşatır baştan başa yarımadayı, Yedikule’de zindan eder hayatları. Topkapı’da ferman olup, titretir 400 yıl üç kıtayı. Boynunu eğer Sultan Fatih’in önünde, kaydırak olur gemilerine; insaf eder yuva olur, hastaya, düşküne ve deliye, “ Darül ” diye başlayan isimlerle.İstanbul bu işte! Bir şehr-i şahane ki, hayali cihan değer. Gerçekten de, böyle bir güzelliği kısa sürede tanımak ve bu derginin kısıtlı sayfalarıyla yeterince tanıtabilmek oldukça zor. Bu bilinen gerçeğe rağmen iki sayı sürecek olan gezi notlarıyla, eski İstanbul mekanlarını daha doğrusu İstanbul’a bugünkü değerini kazandıran tarihi yarımadayı ve çevresindeki güzellikleri yansıtabilmek bile ne mutluluk verici benim için.Sultanahmet meydanında iki dev yapı, iki bıçkın delikanlı gibi birbirine çalım atıp duruyorlar sanki. Ayasofya, 1600 yıl önce ibadete açılmış ilk Bizans kiliselerinden biri. Yangınlar ve yeniden onarımlarla dolu tarihinde,her seferinde yeni eklerle şekli biraz daha değişerek yaşamış binlerce yılı. 1453’de cami olmuş Fatih Sultan Mehmet’in ordusuna, dört minareyle süslenerek. Tuğla rengi duvarları ve 32 m. çapındaki kubbesiyle bir mimari şaheser olan yapı, 1935’ de müzeye çevrilmiş. Günümüzde de sürdürülen onarımlarla yaşlı bedeni sağlamlaştırılmaya çalışılan Ayasofya’ ya turistlerin de yoğun bir ilgisi söz konusu.Tam karşısındaysa, Sedefkar Mehmet Ağa’nın göznuru eseri Sultanahmet cami ve külliyesi yer almakta. Sultan I. Ahmet’in emriyle 1609 yılında yapımına başlanılan külliye için, Marmara’ya ve boğaza hakim bir yer aranarak, Ayasofya’nın karşısındaki alanda inşa edilen yapı 8 yılda tamamlanmış. Kubbesi 43 m. yükseklik ve 33.6 m. çapında bir azamet anıtı olarak, 6 adet gri renkli minaresiyle adeta göğü delmekte. Kubbe, içeride 4 adet yivli sütun üzerine oturtulmuş ve 260 civarındaki yuvarlak kemerli pencereyle cami içinin bol ışık alması sağlanmış. İç duvarları çiçek desenli İznik çinileriyle süslü olup, yabancı dillerde mavi cami adıyla anılmasını da bu çinilere borçludur.Bu iki enfes yapı arasındaki boşluklar, fıskiyeli parklar ve oturma gruplarıyla bugün turistlerin dinlenme ve seyir yerleri halini almıştır. Doğu tarafında ise, anlı şanlı Topkapı sarayı uzanmakta. Osmanlı’ya 400 yıl hizmet veren ve yanlamasına genişleyerek büyüyen saray, son yüzyılda hanedan merkezi olma özelliğini Dolmabahçe’ye kaptırsa da, bugün müzeye dönüştürülmüş haliyle bile, paha biçilmez binlerce sanat harikası esere ev sahipliği yaparak önemini korumaktadır.Bu alan daha birçok tarihi yapıyı barındırmakta. Kentin su ihtiyacı için inşa edilmiş olan Bizans yapımı, 336 sütunlu Yerebatan sarayı, en büyük ve en eski sarnıçlardan birisi olup; filmlere mekan olan karanlık dehlizlerindeki suyunun korkutuculuğunu, yakın dönemlerdeki restorasyonlar sonrasında, ilginç müzikler eşliğinde ve ışık oyunlarıyla süslenmiş olarak heyecanlı bir gezi yeri olma durumuna bırakmıştır.Eskiden bir hipodrom olan Sultanahmet meydanını süsleyen dikilitaşlar, çeşme ve diğer tarihi yapılar görenleri hayrete düşürmektedir. Mısır’dan getirtilerek MS. 390 yılında buraya dikilen 18.5 m. boyundaki pembe granitten Dikilitaş, 4 yüzündeki şekilli yazılarıyla Firavun Tutmosis’in zaferlerini anlatmakta olup; yüzeyi çeşitli kabartma resimlerle süslü bir mermer kaide üzerine, 4 tunçtan ayakla oturtulmuştur. Bu bölgede ayrıca, Pers askerlerinin kalkanlarının eritilmesiyle yapıldığı söylenen ve 3 yılanın birbirine dolanmasıyla şekillenen bir Burmalı sütun ve eski devirlerde dünyanın merkezi olarak kabul edilen Yerebatan sarnıcının hemen girişindeki kırık dökük Milion taşı da bulunmakta.Dikilitaş’ın 30-40 m. ilerisinde ise; 1901 yılında Alman imparatoru II. Wilhelm’in hediyesi olarak buraya inşa edilen Alman Çeşmesi yer almaktadır. Yeşil renkli sekiz dilimli kubbesi, çinilerle süslü sekiz sütun üzerine oturmakta olup, içi de altın sarısı zemindeki rengarenk çinilerle kaplıdır. 7 köşesinde çeşme ve bir köşesinde de merdiven basamakları yer alır.Sadece bu küçük alanda bile, daha gezilip görülecek pek çok yer bulunmaktadır. Kapalıçarşı ve Mısırçarşısı yanında, Gülhane parkından, restore edilen eski İstanbul evlerini barındıran Soğukçeşme sokağına, Süleymaniye camisine ve Beyazıt meydanındaki tarihi yapılara kadar yüzlerce anıt, yapı ve mekan gidilip görülebilir. Her köşesinden bir tarih, bir güzellik fışkırır sözü, İstanbul için ama en çok da bu bölge için geçerli olmaktadır sanırım.


BU HABERLE İLGİLİ DİĞER GELİŞMELER

Haber listemize üye olup tarım sektöründeki haberlere, geliştirici herkese açık tartışma platfomlarına katılabilirsiniz.
.
Mail adresinizi sol aşağıya yazın ve "Listeye Gir" butonuna tıklayın.
Karşınıza gelecek sayfadaki formu eksiksiz doldurun.

Powered by ListBot

DOGA-TARİH-GEZİ

>>
İstanbul / Kıtaları Buluşturan Rüya Kent






ANA SAYFAYA DÖN




Copyright©1996-2000 Cine-Tarım A.Ş. Her hakkı saklıdır. Cine-Tarım A.Ş.'nin yazılı izni olmaksızın hiçbir yazılı ve görsel malzeme kısmen ya da bütünüyle kullanılamaz.